27 Kasım 2023

Sunay Akın, Nebil Özgentürk ve Tayfun Kahraman; Erdoğan ile yapılan Gezi toplantısından ayrıntıları ve sonrasını anlattı

Bir "hükümeti devirme" iddiasının hatırlanmayanları ve barışçıl çözüme dair gerçekler

Tayfun Kahraman'ın eşi ve meslektaşı Meriç Demir Kahraman, bir süre önce sosyal medya hesabından bir video paylaştı. Kamuoyuna "dört dakika ayırıp hafıza tazeleme çağrısı" yapılan videoda, Yargıtay'ın onamasıyla 18 yıl hapse mahkum edilen Tayfun Kahraman'ın, Gezi sırasında dönemin hükümetiyle de görüşerek barışçıl çözüm için nasıl çaba sarf ettiği anlatılıyordu.

Oysa Yargıtay son kararında Kahraman için ayrıca; TCK'nın 312/1. ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 5/1. maddeleri kapsamında "hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etme" suçunu oluşturduğu düşüncesinde olduklarını, "delillerin takdir ve değerlendirilmesinde düşülen yanılgı sonucu hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs etmeye yardım suçu"ndan mahkumiyetlerine karar verildiğini de kayıt düşürüyordu. Ortada olmayan delillerden daha önce alınan beraat kararlarına kadar baştan başa bir hukuksuzlar dizisi bu dava. Pek çok hukuksuzluk da ortaya kondu, konuyor. Ben bu yazıda, Meriç Kahraman'ın açtığı yoldan giderek "hükümeti ortadan kaldırma" iddiasına muhatap olan bir kişinin, o günlerde "hükümetle görüşerek nasıl ortamı yatıştırmaya çalıştığını" göstermek istiyorum.

Bununla ilgili olarak 13 Haziran 2013 tarihinde Başbakanlık'ta yapılan bir toplantıya götürmek istiyorum sizi. Başbakanlık Resmi Konut'ta 3,5 saat süren görüşmeye; Taksim Dayanışması'dan TMMOB Başkanı Eyüp Muhcu, Derya Karadağ, Semt Dernekleri Sözcüsü Cem Tüzün, TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi'nden Beyza Metin, KESK Kadın Sekreteri Canan Çalağan, DİSK Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, İstanbul Tabip Odası Sekreteri Ali Çerkezoğlu ile aydınlar ve sanatçılar arasından da Sunay Akın, Yavuz Bingöl, Ceyda Düvenci, Halit Ergenç, Sertap Erener, Mahsun Kırmızıgül, Nebil Özgentürk ile Ali Sunal katıldı. Ve bir de TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şube Başkanı Tayfun Kahraman.

Aynı toplantıda dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan ile birlikte Başbakanlık Başdanışmanı Yalçın Akdoğan, Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, İçişleri Bakanı Muammer Güler, Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, Başbakanlık Müsteşarı Efkan Ala ve Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı İbrahim Kalın ile Erdoğan'ın kızı Sümeyye Erdoğan katılmıştı. 

O toplantıda neler yaşandığını yeniden hatırlamak ve hatırlatmak, yeni bilgileri aktarmak için sorularımı, avukatları vasıtasıyla Silivri'deki Tayfun Kahraman'a yolladım. Ayrıca o toplantıya katılan iki isme Sunay Akın ve Nebil Özgentürk'e de o günü ve sonrasını sordum. Verilen yanıtlar; "hükümeti yıkmayı" değil, barışçıl çözüme uğraşan sivil toplumcu- şehir plancı bir profili ortaya çıkartıyor. 

Tayfun Kahraman'ın, toplantı sonrası sözcü olarak yaptığı açıklama

Tayfun Kahraman: Erdoğan görüşmesi sonrası pozitif bir yaklaşımla projenin halkoyuna sunulacağını söyleyerek son kararı hep birlikte vereceğiz dedim, açıklamam protestocular tarafından çok eleştirildi

- Eşinizin geçen hafta başı kamuoyuna yeniden hatırlattığı gibi aralarında sizin de olduğunuz bir grup aydın, sanatçı, sivil toplumcu, 13 Haziran 2013 günü Başbakanlık'ta Tayyip Erdoğan ile bir görüşme yaptı. 3,5 saat süren o görüşme ile ilgili sizin aktaracaklarınız önemli olacaktır. Toplantı içinde genel anlamda ve özellikle sizin dönemin Başbakanı Erdoğan ile nasıl diyaloğunuz oldu?

O gün gece geç saatlerde başlayan toplantıdan, aynı gün akşam saatlerine doğru haberim oldu. Sanırım o toplantıya katılan sanatçıların talebi sonucunda Taksim Dayanışması'nın da katıldığı bir toplantı yapılmasının gündeme gelmesi ve hükümetin daveti ile apar topar bir temsil heyeti oluşturarak Ankara'ya gittik. O hızlı gelişen toplantı kararı sonucu olsa gerek, iki ayrı özel uçak ile Ankara'ya gittik. İlk uçak bizden önce vardığından biz toplantı başladıktan sonra Başbakanlık Konutu'na vardık. Bir süre kabul edilmek için bekledik ve sonrasında toplantı salonuna geçerek dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başkanlığında yapılan toplantıya katıldık. Toplantıda ilgili Bakanlar, hükümet yetkilileri, danışmanlar ile sanatçılar ve Taksim Dayanışması'nın altı temsilcisi vardı. Ben toplantıya katıldığımda katılımcılar sıra ile söz alarak tespitlerini ve önerilerini aktarıyorlardı. En sonda oturduğum için en son söz alan ben oldum ve Taksim Dayanışması sözcüsü olarak, daha önce Bülent Arınç ile gerçekleştirilen toplantıda da dillendirilen talepleri aktardım. Gezi Parkı'nın park olarak kalması, nedensiz ve orantısız polis şiddetine yol açan kamu görevlilerinin görevden alınarak soruşturulması, - ki bu polis amirleri ve kamu yöneticilerinin daha sonra FETÖ üyesi oldukları açığa çıktı- gözaltına alınan protestocuların serbest bırakılması ve tüm meydanların başta Taksim olmak üzere toplantı ve gösterilere açılması olarak belirlenen talepleri anlattım. Polisin bir deprem toplanma alanı da olan Gezi Parkı'na sahip çıkmak isteyen bizlere gösterdiği şiddetin, gösterilerin bu kadar büyüyüp kitleselleşmesine neden olduğunu aktardım. Sonra ekrana polis ve göstericiler arasında yaşananlar yansıtıldı, uzun bir süre bu gösterileri izledik. Erdoğan, görüntüler üzerine "Protestocuların polise saldırdığını" söyleyerek bunları kabul etmeyeceklerini anlattı. Bir sanatçının, - kim olduğunu hatırlamıyorum- "Polis şiddeti ile tansiyon yükseldi" demesi üzerine kızıp, "Nasıl bunu söylersiniz, görüntüler ortada" diyerek devamını getirmesine izin vermedi. Bu görüntülerden sonra da toplantıda tansiyon yükseldi. Artık toplantıya son verelim denildikten sonra, masa arkasında oturanlara son olarak söz verelim denildi. İkinci sözü alan Arzu Çerkezoğlu, "Efendim, siz mahkeme kararının beklenileceğini ve plebisit yapılacağını söylediniz ama protestoların sosyolojik boyutları da var" deyince; sayın Erdoğan ayağa kalkarak, "Bu işin sosyolojisini de psikolojisini de sizden öğrenecek değiliz" diyerek arka odaya geçti ve toplantıyı terk etti.

Evet, buna rağmen toplantıdan çıkan olumlu bir sonuç vardı ve hükümet mahkeme kararının bekleneceğini ve iptal edilmezse plebisit (referandum) yapılacağını bizlere deklare etmişti. Açıkçası toplantı sonrası tüm ülkenin gözleri bizim üzerimizdeydi ve toplantıda geçen gerginlikleri orada açıklamamız tansiyonu daha da yükseltebilirdi. Ben de yaptığım açıklama ile pozitif bir yaklaşımla projenin halkoyuna sunulacağını söyleyerek son kararı hep birlikte vereceğiz dedim. Bu açıklamam protestocular tarafından çok eleştirildi ama o sırada yapılacak negatif bir açıklama tansiyonun daha da yükselmesine ve istemediğimiz olayların yaşanmasına neden olabilirdi. O sırada hükümet sözcüsü olan Hüseyin Çelik açıklama sonrası gelerek, "Neden eylemlerin sona erdiğini söylemediniz?" dedi. Ben de, "Bu kararı biz veremeyiz, bize sözcülük dışında bir temsil yetkisi verilmedi, ancak herkesin katılımı ile böyle bir karar alabiliriz, şimdi İstanbul'a dönüp bunları Park'ta anlatacağız" dedim ve İstanbul'a döndük.

"Bana tepki gösterdiler, altmış yaşlarında bir amca, bana içi çürümüş ıspanak dolu bir torba sallayarak bağırıyordu"

- Sizin bu toplantı çıkışında basına demeciniz şöyleydi: "Sayın Başbakan, oylama sonucunda park olarak kalmasının tercih edilmesi halinde, yani vatandaşlarımız, İstanbullular bu alanın park alanı olarak kalmasını tercih ettiklerinde bu karara uyacaklarını ifade ettiler. Bu aşamada, öncelikle yargı nihai kararını verene kadar projenin uygulamaya geçilmeyeceğini ifade etmesi Sayın Başbakanın, bu gecenin olumlu sonucudur." Bir gazetecinin, "Bu sözler eylemin bitmesi için yeterli midir sizin için?" yönündeki sorusuna da, "Bu sözler pozitif yönlü sözlerdir. Pozitif yönlü bu sözlerin arkadaşlarımızın da pozitif olarak değerlendireceklerini bizler buradan düşünüyoruz" yanıtını verdiniz. O toplantıdan çıktıktan sonra neler yaşandı? Bu mesajları nerelere ulaştırdınız, sonuçları ne oldu?

Toplantıdan sonra açıklama ile yaşananları az önce söyledim. Uçağa bindiğimizde kalkışı beklerken Sertap Erener, Sezen Aksu'nun aradığını, tebrik ettiğini ama sosyal medyada yaptığım açıklama nedeniyle tepkilerin çok yüksek olduğunu söyledi. Telefonum sürekli çaldığı ve iki gündür uyumadığımdan kimseye cevap verecek halim yoktu ve telefonu kapatmıştım. İlk tepkileri o nedenle Sertap Hanım'dan öğrendim. Hatta uykusuzluk üzerine bir önceki soruda atladığım bir detayı anlatacağım. Söz sırası bende iken, "Sayın Başbakanım, bu sorunun çözülmesi için bizler de uyumadan uğraşıyoruz, iki gündür uyuyacak fırsatım olmadı" dedim. Kendileri de, "Gidin evinize uyuyun efendim, neden uyumuyorsunuz?" dedi. Böyle de bir anekdot geçti aramızda. İstanbul'a döndüğümüzde hava aydınlanmıştı, Yavuz Bingöl aracı ile bizi Mimarlar Odası'na bıraktı. Orada biraz dinlenerek parka geçtim ve Taksim Dayanışması bileşenleri olarak bir araya geldik. Aslında Başbakanlık'ta yapılan toplantı ile mesajı almıştık. Hükümet bize, "Artık protestolara son verin ve parkı boşaltın" diyordu. Sayın Erdoğan tarafından da bu mesaj birebir deklare edilmişti. Ben yaşanan gelişmeleri aktardım ve Taksim Dayanışması bileşenleri bu gelişmeleri parkta da anlatmam gerektiğini, o sırada konuşulduğu üzere Park'ta forumlar yapılması ve herkesin orada görüşlerini bildirerek temsilciler aracılığıyla akşam yapılacak toplantıda fikirlerini açıklamaları kararı alındı. Gezi Parkı'na giderek toplanan geniş kalabalığa, yapılan görüşmeleri ve bu görüşmeler sonrası alınacak ortak karar için Gezi Parkı'nda forumların toplanarak, görüşlerini açıklayacak temsilcileri belirlemeleri ve akşam toplantıya katılmalarını anlattım. O sırada da parkta toplananlardan büyük bir tepki gördüm. Her sözümün arkasından ıslıklamalar ve yuhalamalar geliyor, sahneye sebze kabukları atılıyordu. İnsanlar açıklamalarım sonrası onları sattığımı düşünüyor ve bunu bu şekilde ifade ediyorlardı. Konuşmam bitince sahne arkasına geçtim. O sırada CHP Beylikdüzü İlçe Başkanı olan Ekrem İmamoğlu ve Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi ikinci başkanımız, bugün Beylikdüzü Belediye Başkanı olan Mehmet Murat Çalık beni bekliyorlardı. Onların yanına gittim, daha merhaba demeden oraya gelenler beni protesto etmeye başladılar ve tansiyon yükseldi. Hiç unutmam, altmış yaşlarında bir amca, bana içi çürümüş ıspanak dolu bir torba sallayarak bağırıyordu.

Her ikisinin de önerisiyle hemen parktan çıktım. Bir daha da Gezi Parkı'na dönemedim o açıklamadan sonra. Fakat Park'ta insanlar bir araya geldiler, forumlarda görüşlerini paylaştılar. Sonra diğer parklarda toplanan forumlar da bu deneyim ile başladı. Akşam Taksim Dayanışması bileşenlerinin temsilcileri, parktan gelen temsilciler herkese açık bir toplantıda bir araya geldiler. Yüzlerce kişinin katıldığı ve sabah hala devam eden bu toplantıdan tam bir uzlaşı çıkmadı. Bizler Taksim Dayanışması bileşenleri olarak, Gezi'nin artık park olarak kalacağı yetkililer tarafından taahhüt edildiği için ertesi gün yapılacak şenlik sonrasında parkta temsili bir çadır bırakılarak, diğer çadırların kaldırılması ve kitlesel eylemin sona ermesini önerirken; park sakinleri buna olumlu bakmadı. Tartışmalar sonucunda ertesi gün bir şenlik yapılması, Taksim Dayanışması'nın kurumlar adına temsili bir çadır kurarak parktan ayrılması, parkta kalmak isteyenlerin çadırlarının zorla kaldırılamayacağı ama onların da çadırlarını bir nizam içinde yeniden kurmaları kararı alandı. Buna yönelik bir açıklama metni yayınlanıyordu ki polisler parka gaz bombası atarak girdiler ve zorla boşalttılar. O metin, o karmaşada yayınlandı mı hatırlamıyorum ama Valilik de polis de bu karardan haberdardı. Çünkü sürekli kurum temsilcileri arasında alınan karar soruluyordu. Belki de bu karar uygulanabilseydi, o polis baskını olmayacaktı ve bir şenlik ile park boşalacaktı. Ama ne yazık ki Gezi'deki eylem polis baskını ile sona erdi.

"Parktakiler 'Bizi sattın' derken, karar metninde 'olayları kışkırttığım' söylendi; sırada bana atılan sebzelerden bahsedilmedi"

- O gün barışçıl bir sonuç alma çabasından, bugün 18 yıl hapis cezası Yargıtay tarafından onaylanmış bir tutukluluğa... Bu durum ne düşündürüyor size?

Tabii ki kabul edilebilir değil bu hukuksuzluk. Yargıtay hiçbir delile ihtiyaç duymadan bizler hakkında verilen cezaları onayladı. Hatta Yargıtay kararında katılımcıların beni fazla uzlaşmacı buldukları için protesto ettikleri açıklamalarım ile ilgili olarak, "Olayların sürdürülmesi yönünde kışkırtıcı açıklamalar yaptı" şeklinde aleyhimde kullanıldı. 14 Haziran günü parkta bulunanlar beni protesto edip "Bizi sattın" derken, karar metninde içeriğine yer verilmeyen açıklamalarım nedeniyle olayları kışkırttığım söylendi. Elbette o sırada bana atılan sebzelerden karar metninde hiç bahsedilmedi. Bunları düşününce, gerçekten neler yaşandığını hatırlayınca bu hikâye komik görünüyor ama benim için hiç eğlenceli değil. Çünkü eğilip bükülerek suç çıkarılmaya çalışılan, hiçbir delil olmadan yaratılan bu hikâyeler ile 19 aydır cezaevindeyim ve ciddiyetten uzak bu akıl dışı iddialar Yargıtay'da da kabul gördü, cezam onaylandı. Sadece benim için değil, Gezi Davası'nda cezaları onaylanan beşimiz için de benzer kurgular yapılarak ortaya karışık bir suç ve örgüt icat edildi. Gezi'deki şiddet nedeniyle yitirdiğimiz canlar, vücut bütünlüğünü kaybeden insanlarımız var. Bu anlamda da Gezi'deki şiddet konuşulmalıdır ancak ters çevrilmiş arabalarla, atılmış molotoflarla, yıkılmış ATM'lerle, şiddetin hiçbir türü ile benim hiçbir ilişkim yeryüzünde olmadığı gibi bu dosyada da yok.

Bu nedenle Adalet Bakanı'nın "Gezi'de kalkışmaya neden oldular, Yargıtay kararını okuyun" sözüne uyarak lütfen kararı okuyun. Orada birbirinden bağımsız hikâyeler anlatıldığını, somut bir suçlama yöneltilmeden suç işlediğimizin söylendiğini ve dava başlayana kadar birbirini hayatında görmemiş olan bizlerin birlikte, örgüt halinde hareket ettiğini söyleyen acemice hazırlanmış bir kurmaca okuyacaksınız. Bu nedenle bu kadar hukuksuz bir şekilde, karar metninde dahi somut bir suçlama olmayan bir karar ile özgürlüğüm elimden alındığı ve ailemden ayrı kaldığım için kızgınım. Gerçekten ortalığı sakinleştirerek, barışçıl bir çözümle aklıselim her kesimin memnun olacağı bir sonuç almaya çalışırken bu çabaların cezalandırılması ve üst yargı organlarınca da bunun onaylanması inanılır gibi değil. Hele ki bu suçlama ile "terörist" olarak tanımlanmak ve adli tutukluların haklarından bile yararlanamamak; bugüne kadar hep kamu yararını hukuk çerçevesinde savunan ve sağlıklı kentlerde yaşam hakkı için meşru mücadele yürüten biri olarak içimi acıtıyor. Umarım, tamamen siyasi saiklerle sunduğumuz deliller tartışılmadan, tanıklarımız dahi dinlenmeden yapılan bu hukuksuz yargılama sonucu verilen kararlar, lehimize bozularak tahliyelerimiz gerçekleştirilecek. Buna olan inancım tam ve tüm bu absürtlüklere, hukuk ve akıl dışılığa rağmen haklı olmanın verdiği güç ile tahliye olacağımız günü beklemeye devam ediyorum.

13 Haziran 2013 tarihinde, Başbakan'lıkta yapılan toplantı

Sunay Akın: Gezi Parkı hala parksa, bunu, parkı İstanbul'a kazandıran Tayfun Kahraman ve arkadaşlarına borçluyuz

- 13 Haziran 2013 tarihinde Başbakanlık'ta Tayyip Erdoğan ile yapılan toplantıya bir grup sanatçı ve aydınla beraber siz de katıldınız. O gün nasıl diyalog oldu?

Benim de aralarında bulunduğum sanatçı arkadaşlarla birlikte Başbakan ve dönemin bakanlarıyla yapılan toplantıya katılmamız, Gezi Dayanışması olarak bilinen sivil toplum örgütlerinin yöneticilerinin isteğiyle gerçekleşmişti. Yani, bizler kendi başımıza ''sanatçı'' olarak Ankara'ya gitmiş değiliz. Gezi sürecinde Tayfun Kahraman'ın da aralarında olduğu ve çadırların yakılmasından aylar öncesinde, İstanbul'un bir yeşil alanını korumak isteyen, deprem toplanma alanı olarak kullanılmasını dile getiren, parkın ''park'' olarak kalma çabasını tamamen demokratik ve hukuk sürecinde yöneten duyarlı ve aydın insanlar, konu Türkiye'nin gündemine düşünce, bizden, başlattıkları hukuk ve de diyalog sürecinin sekteye uğramaması için yardım istediler. Bizler de başlattıkları hukuk sürecinin devam etmesi düşüncesiyle, yine onların isteği doğrultusunda İstanbul Valisi ve Büyükşehir Belediye Başkanı'yla görüştük. Bu süreç çok önemlidir. Bunu bizden Gezi'nin ilk gününde talep ettiler. Sorarım, İstanbul'un ortasındaki parkın adının ''Gezi Parkı'' olduğunu daha kimse bilmeden, oradaki yeşil alanı korumak için mahkemeye başvuran, hukuk ve demokratik haklar yolundan asla ayrılmadan adalet arayışında olan o değerli insanlar, konu tüm ülkenin gündemine düştüğünde bizlerden İstanbul'un yöneticileriyle diyaloğa geçmemizi isteyerek ve Başbakan'ın da kabul ve davet ettiği, son derece hukuk çerçevesinde yürütülen bir yolun sonunda nasıl oluyor da ''Hükümeti devirmek'' gibi aklın almadığı ve de insan vicdanına sığmayan bir suçlamayla karşı karşıya kalabiliyorlar?

13 Haziran 2013 tarihinde, dönemin Başbakanı Sayın Erdoğan'la yapılan toplantı öncesinde, Tayfun Kahraman ve arkadaşlarının bizlerden vali ve de belediye başkanıyla görüşmemizi talep etmeleri, Gezi Dayanışması'nın hukuk ve demokrasi yolundan hiçbir zaman ayrılmadığının kanıtıdır. Yani bizler, hukukun yolundan sapmamak için önce Ankara'ya gitmedik o gün. Gezi'nin ilk gününden beri Gezi Parkı'nın "park" olarak kalmasını savunan sivil toplum örgütlerindeki arkadaşların isteği doğrultusunda hukuk yolunda yürüyorduk. Bu süreçte yapılan son toplantıdır Ankara'daki.

"Kızınız sizi telefonla arasa 'Baba nefes alamıyorum' dese, siz ne yapardınız?"

Toplantı salonunda masa önceden hazırlanmıştı. Tayfun Kahraman'ın da olduğu Gezi Dayanışması'ndaki arkadaşlar ve bizlerin adları gitmeden önce onaylanmıştı. Tüm bu yaşananlar, sürecin demokratik yollardan, hukuk çerçevesinden asla ayrılmadan yürüdüğünün belgesidir. Alfabetik sırayla oturduk masaya. Ben, soyadımdan dolayı Başbakan'a en yakın oturan oldum. Bu yüzden ilk ben konuştum ve heyetin demokrasi istemekten başka talebi olmadığını söyledim. Toplantıya gelene kadar aramızda bulunan Tayfun Kahraman ve Gezi Dayanışma grubundaki tüm arkadaşların adalet yolundan ayrılmadan yürüdükleri yolu, onların istediği üzerine vali ve belediye başkanlarıyla yaptığımız toplantıları anlattım. Bunun üzerine, Gezi Parkı'ndaki olup bitenlerden nasıl haber aldığım ve neden katıldığım soruldu. Yanıtım şuydu: "Kızınız sizi telefonla arasa 'Baba nefes alamıyorum' dese, siz ne yapardınız?" Kızımın okulu parkın yakınındaydı ve atılan biber gazlarından dolayı arkadaşlarıyla zor anlar yaşıyordu. Kaldı ki, 1992 yılında Kız Kulesi'nin rantiyeye açılışından, 2023'de Akbelen Ormanı'ndaki doğa katliamına kadar yapılan eylemlere Anayasa'nın verdiği hakla katıldım, katılmaya da devam edeceğim. Alfabetik sırayla yapıldı konuşmalar ve toplantının amacı olan Tayfun Kahraman'ın söz alışına kadar geçen sürede arkadaşlarımız alfabetik sıraya göre söz aldılar ve her biri parkı korumak isteyen sivil toplum örgütü temsilcilerinin hukukun yolundan asla ayrılmadan izledikleri demokratik ve barışçıl yolu anlatılar. O dönem emniyet güçlerinin yaptığı, halkı kışkırtıcı hatalar konuşuldu.

"Mahsun Kırmızıgül'ün Başbakan'a 'Bırakın parkı, ne istiyorsunuz parktan. Yer mi kalmadı?' söylenmesi kaldı aklımda"

- Dönemin bakanları da müsteşarları da, hatta Başbakan'ın kızı Sümeyye Erdoğan da o toplantıdaydı. Nasıl bir ortam oluştu?

Gördüğüm şuydu: Bizden önce "sanatçı" olarak görüşenler olmuştu. Başka görüşmeler de yapmışlardı. Ama, onların hiçbirinde Gezi Parkı'nın demokrasi ve hukuk yolunda park olarak kalması için olaylardan aylar öncesinden beri çaba harcayan sivil toplum örgütlerinin temsilcileri yoktu. Gerilim sadece toprağın altındaki fay hatlarında birikmiyor. Toprağın üstündeki toplumsal yaşamda da biriken bir gerilim var. Gezi Dayanışması adı altında İstanbul'un bir yeşil alanını savunan insanların konusuyla, süreç boyunca yanlış politikalar ve söylemlerin sonucu olan, toplumun adeta kustuğu pek çok sorun Başbakan ve bakanların gündeminde iç içe geçmişti. Gergin olan toplantı Tayfun Kahraman'ın konuya son derece hâkim ve yapıcı diliyle yaptığı konuşmayla gerçek rayına oturdu. 

- Aklınızda kalan diyaloglardan örnek verir misiniz?'

Mahsun Kırmızıgül masanın ucunda oturuyordu. Bir uçtan bir uca Başbakan'a "Bırakın parkı, ne istiyorsunuz parktan. Yer mi kalmadı?" gibi bir söylenme seslenişi kaldı aklımda. Heyetteki herkes yapıcı ve bilgi veren konuşmalar yaptılar. Toplantı başladıktan yaklaşık bir saat sonra birkaç arkadaş daha geldi. Adları yoktu listede… Ama biz, içerdekiler onların da katılması yönünde baskı yapınca kabul edildiler. Çok gariptir, bu gruptaki tanımadığım bir arkadaşın sonradan kendisiyle yapılan bir röportajda, benim toplantıdaki sözlerime katılmadığını yönünde olumsuz sözler sarfettiğini okudum. Oysa ben sadece toplantının başında konuştum ve o arkadaş o sırada orada değildi. Sosyal medyada çok spekülasyon yapıldı. Bu tür bilgi kirlilikleri ne yazık ki, Gezi Parkı'nı savunan değerli insanların gündemini saptırmak isteyenlere hizmet etti.

"Hüseyin Çelik'in 'Gezi Parkı parktır, park olarak kalacaktır' sözleri unutuldu"

- Toplantı sonrasında yaptığınız açıklamada şöyle demiştiniz: "Bu Gezi Parkı sürecini oluşturan, barışçıl demokrat yollar dışında hiçbir yol asla düşünmeyen çok değerli arkadaşlarımızla, burada saatler süren bir toplantı yaptık. Kendi adıma çok mutlu ayrılıyorum." Daha sonra alınan kararlar ve durumla ilgili ne yaşandı?

Toplantı sonrasında dışarıda bekleyen basın emekçilerine ilk konuşan dönemin bakanlarından Hüseyin Çelik oldu. Bu herkes tarafından unutuldu. Oysa, günümüzde Gezi Dayanışması'ndaki arkadaşlarımızın tarihin en büyük haksızlıklarından birine uğrayarak hapis yatmalarının yanlışlığını, bu konudaki adaletsizliği Sayın Çelik'in toplantı sonunda alınan kararları açıkladığı o konuşma gözler önüne sermektedir. Ne yazık ki, toplantıda alınan kararlar o dönemin gergin ortamında gündeme gelmedi. Sahi, toplantının sonucu neydi? Hüseyin Çelik şunu söylemişti: "Gezi Parkı parktır, park olarak kalacaktır. Hukuki sürece sadık kalınacaktır. Mahkeme sonunda park aleyhinde bir karar çıkarsa, halkın oyuna sunulacaktır." O toplantıyla ilgili olarak asıl konuşulması gereken, dile getirdiğim tüm bu sürecin dışında kalanların, yani Tayfun Kahraman ve arkadaşlarının hukuk yolundan asla ayrılmadan verdikleri o zorlu mücadeleyi bilmeyen, tanık olmayanların o toplantı hakkında kopardıkları yaygara değil, Başbakan'ın da katıldığı toplantı sonrasında, hükümetinin sözcüsünün açıkladığı kararlar olmalıdır. Ne demiştir Sayın Çelik: "Gezi parkı parktır, park olarak kalacaktır. Hukuki süreç izlenecektir." Bugün dört duvar arasında olan Tayfun Kahraman ve arkadaşlarının Gezi hakkındaki istekleri ve beklentileri bundan başka bir şey değildir.

Sevgili Tayfun'un da toplantı sonrasında dile getirdiği bu kararlardan sonra ben, bu toplantıya birdenbire gelmediğimizi, Gezi Dayanışma'daki sivil toplum örgütlerinin demokratik bir çözüm istekleri doğrultusunda vali ve belediye başkanlarıyla yaptığımız toplantıların, izlenen diyalog yolunun bilgisini verdim. İyi ki verdim, çünkü sonradan o toplantılardan birinin çıkışında çekilen bir fotoğrafımız sanki gizli iş yapıyormuşuz gibi sosyal medyada servis edildi. Bu yöndeki bilgi kirliliği de konuşmam kanıt gösterilerek çürütüldü. Benim "Mutlu ayrılıyorum" sözüm, Gezi Dayanışması'ndaki arkadaşlarımızın demokratik yollardan asla sapmadan verdiği hukuk mücadelesini kazanmış olmalarıdır. Evet, kazandılar. Çünkü onlar, Gezi Parkı'nın park olarak kalmasını ve hukuk sürecinin çiğnenmemesini istiyorlardı. Hukuktan ödün verilmesini istemeyen Tayfun Kahraman ve değerli arkadaşlarıdır. Dönemin hükümeti mahkeme sürecine kayıtsız kalıyor, hukuku görmemezlikten geliyordu. Bugün Gezi Parkı "park" olarak kullanılıyor, İstanbul'un bir yeşil alanı ve deprem toplanma bölgesi olarak İstanbullulara hizmet ediyorsa, bunda Gezi Dayanışma'nın çok zor koşullarda verdiği demokrasi mücadelesinin payı yadsınamaz. Bizler, sadece İstanbul'un yeşil alanını korumak isteyen o duyarlı insanların yanında olduk, onların seslerinin duyulması için istekleri doğrultusunda çaba harcadık. Yaptıklarımız tamamen onların ne denli barışçıl, hukuka ve demokrasiye saygılı bir yol izlediklerinin ve de çabalarının sadece Gezi Parkı kurtarmak olduğunun kanıtıdır.

- Bugün, Gezi'nin barışçıl bir şekilde sonuçlanması için yoğun çaba sarf eden isimlerden Tayfun Kahraman 18 yıl hapis ile cezalandırıldı. Ne hissettiriyor size?'

Demokrasiye inanan ve adaleti savunan her vicdanlı insan gibi arkadaşlarımızın uğradığı haksızlığa çok üzülüyorum. Ondan daha çok da katledilen genç insanlara üzülüyorum. Bizler bir tek insanın bile burnunun kanamaması için uğraşırken, genç insanlar gözü dönmüş caniler tarafından katledildiler. Toplantı sonrasında söylediğim gibi, Gezi Parkı hala parksa, bunu savunan insanların o günlerde okuduğu şiirler, söylediği şarkılar günümüzde de o parktaki ağaçlar altında hala okunuyor ve söyleniyorsa, bunu parkı İstanbul'a kazandıran Tayfun Kahraman ve arkadaşlarına borçluyuz. Çünkü Gezi'de şiirler vardı, şarkılar vardı. Parkta kurulan kütüphaneye her gün kucak kucak kitap taşıdık. Demokrasiye karşı darbe girişiminde bulunanların başlattığı, adaletin çiğnendiği bir mahkeme sonunda arkadaşlarımızın mahkûm edilmeleri, bilerek ya da bilmeyerek mahkeme sürecinde oluşturulan bilgi eksikliğidir. Bilginin ışığı olmadan adalet gerçekleşemez. Umudum, size anlattığım bu bilgilerin ışığında adaletin geç de olsa tecelli etmesidir. Ben de demokrasiden ve hukuktan umudumu kesemiyorum, çünkü demokrasiden ve hukuktan başka yol bilmiyorum. Tıpkı, tutuklu bulunan aydın insanlar gibi.

Sunay Akın, Halit Ergenç, Ceyda Düvenci, Yavuz Bingöl, Nebil Özgentürk

Nebil Özgentürk: "Hükümeti devirmeye teşebbüs"ün kıyısından dahi geçmedi Tayfun 

- Aralarında sizin de bulunduğunuz bir grup aydın, sanatçı ve sivil toplumcu, 13 Haziran 2013 günü Başbakanlık'ta Tayyip Erdoğan ile bir görüşme yaptı. 3.5 saat süren o görüşme ile ilgili sizin aktaracaklarınız önemli olacaktır. Toplantı içinde özellikle sizin dönemin Başbakanı Erdoğan ile nasıl bir diyaloğunuz oldu?

Tam 10 yıl geçmiş aradan. Evet biraz düşünüyorum da böyle dalgalı, biraz da tatsız ama uzun süren ciddi bir toplantıydı. Bir grup sanatçı dediğiniz gibi aydın ve özellikle sivil toplum kurumundan yönetici dostlarımızla özel uçaklarla gidildi Ankara'ya, Başbakanlık konutuna. Ve biz doğrusu aylardır, haftalardır bir yandan da süren gergin itirazların zaman zaman provokasyonlarla da anlatılan ama sonuçta Taksim Meydanı'na yapılaşmanın istenmediği, yapılaşmaya itiraz edildiği süreçle ilgili oradaydık. Biz de o toplantıda, bir yandan da Gezi Parkı'nda yer alan, Gezi Parkı'ndaki o kalabalıkların arasında yer alan sivil toplum örgütleri yöneticileri ve o insanların da bir anlamda tanıdığı, bildiği, ülkenin tanıdığı insanlar olarak bu neslin ve bir anlamda yapılaşmaya nasıl engel olunacağının toplantısı için sayın Başbakan'la danışmanları ve mevcut yöneticilerle, bakanlarla geniş bir toplantıya gittik. 

- Aynı soruyu size de yönelteyim. Dönemin bakanları da müsteşarları da hatta Başbakan'ın kızı Sümeyye Erdoğan'da o toplantıdaydı. Nasıl bir ortam oluştu?

Açıkçası gergindi. Hatta gerginliği biraz gidermeye çalışan, aramızdan bazı bilinen popüler sanatçılar da olayı yumuşatmaya çalışıyordu. Ama özellikle sayın Başbakan çok kırgın ve kızgın bir üslupla başladı. Doğrusu herkes meselesini, derdini oradaki eylemlerin, hatta Türkiye'deki eylemlerin barışçıl şekilde bitmesi konusunda ortaya koydu. Herkes Taksim Parkı'nda yapılaşmanın olmaması konusunda bir öneri, bir fikir daha getirmeye gelmişti. Yazılı arşivde de bilinen şekliyle Taksim'e kışla değil de halka sorularak halkın karar vereceği bir yöntem konusunda bir öneri sunuldu. Saatler süren toplantıda dediğim gibi o gerginliği elimizden geldiği kadar bütün arkadaşlar daha yumuşak, sakince anlatmaya çalıştık. Gece 1.00 civarında bitti. Doğrusu sayın Başbakan'ın kızmasını hiç unutmuyorum. Çünkü olayın sosyolojik yönleri de olduğunu söyleyen bir yönetici arkadaşımıza Başbakan müthiş bir şekilde kızdı. Toplantı Taksim'e kışla yapılmaması fikriyle biten bir toplantıydı. Benim için hayatımda kırıldığım günlerden, anlardan biri olarak değerlendirebilirim. Toplantıdan sonra açıkçası biz Halit Ergenç arkadaşımızın sanatçı, aydın olarak bilinen grubun sözcüsü olarak dışarıda bekleyen gazeteci grubuna açıklama yapması için öneride bulunduk. Halit Ergenç de kendince sakin bir biçimde biraz içeride olan bitenleri anlattı. Tabii yüzümüze yansımıştı biraz kırgınlığımız, üzüntümüz. 

"Hükümet üyeleri ve sayın Başbakan çok da dikkatle dinledi Tayfun'u"

- Toplantıdan sonra alınan kararlar ve durumla ilgili ne yaşandı?

"Toplantıdan sonra alınan kararlar" diye bir tam karar metni yok. Sonuçta Taksim'e kışla yapılmaması hatta İstanbul halkına sorulması konusunda bir karar çıktı. Biz de bunu bir anlamda Gezi Parkı'nda toplanan demokratik kitle örgütü olarak özetlenebilecek sivil toplum örgütlerine, yöneticilerine bildirmek üzere döndük İstanbul'a. Tayfun Kahraman o gün bizimle beraber toplantıda son derece zarif beyefendi ve tam da uzman bir insan olarak hep aklımda yer etmiştir. Gerçekten ve o kadar iyi anlattı ki, oraya bir yapılaşmanın gereksiz olduğu konusunda o kadar çok değerli bilgiler sunmuştu ki… Biz bile o gün öğrendik, bilgisine hayran olduk. Biz derken, kendi adıma ben de bilgilendim ve çok güzel bir şekilde özetledi. Hatta bütün oradaki hükümet üyeleri ve sayın Başbakan çok da dikkatle dinledi Tayfun Kahraman'ı. Aradan yıllar geçti, 10 yıl geçti ve ben Tayfun Kahraman dostumuzun, o gün görüp bir daha da görmediğim dostumuzun "hükümeti devirmeye teşebbüs" ile yargılandığını, hatta hüküm giydiğini duyunca o kadar kırıldım ki, o kadar üzüldüm ki… Tayfun büyük çaba sarf eden ve barışçıl yöntemle sadece Taksim'e kışla yapılmasının ne kadar hukuken ve çevresel anlamda ya da imar anlamda, mimari estetik anlamda yanlışları olduğunu anlatan bir konuşmalar zinciri yaptı. Ortak bir günün dostu olarak ve Tayfun Kahraman'ın ve Gezi Davası'nda yargılanan pek çok dostumuzun haksız ve hukuksuz bir şekilde hüküm giydiğini bir kez daha söylemeliyim. Durumu şöyle özetlemek mümkün; "hükümeti devirmeye teşebbüs"ün kıyısından dahi geçmedi Tayfun.

Murat Sabuncu kimdir? 

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. 

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. 

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kürtler kimliklerinden vazgeçmeden ‘Türkiyeliliği’ destekliyor, Demirtaş simge sivil lider

Kürtler kimliklerinden vazgeçmiyor. Bu Kürt meselesinin her şeyden önce kimlik ve tanınma meselesi olduğuna işaret ediyor. Bir yandan kendini Kürt milliyetçisi olarak tanımlayan kesimlerde de bir yükseliş var. Kendini “Türkiyeli” olarak tanımlayan kesimlerdeki yükselişle birlikte değerlendirilmeli

Celal Başlangıç’a veda ederken Özel’e bir soru; hangi devlet?

Nedir devlet? Platon’un söylediği gibi ‘devlet denen mekanizma büyütülmüş insan’ mıdır? Devletin her koşul ve şartta kutsandığı mı yoksa bireyle ilişkisinin yeniden tarif edildiği, yüzleşmelerin yapıldığı bir süreç mi önemsenmeli?

Erdoğan yeni bir ‘Türklük Sözleşmeşi’ ile iktidarı için CHP’yi de kapsayan bir dayanak mı inşa etmek istiyor?

Benim esas düşündüğüm Erdoğan’ın seçime kadar geçecek süreçte iktidarını mümkün olduğu kadar az hasarla sürdürme çalışmaları içinde CHP’ye bir rol hayal edip etmediği. Şu an gözüken MHP’nin AKP içinden gelen tüm eleştirilere karşı Erdoğan için vazgeçilmez bir noktada olduğu