Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan; seçim propagandası çalışmalarının bir parçası olan televizyon söyleşilerinden (monologlarından) birinde, yine/yeniden Rusya’dan alınacak S-400’lerle ilgili kararlılık mesajı verdi:
"S-400 konusunda biz işi bitirdik, o bitmiş bir şey. Onu artık konuşmamızın anlamı yok. Çünkü gerek Sayın Putin ile gerekse Rusya ile biz bu anlaşmayı bitirmiş vaziyetteyiz. Yani kredi şartlarından ortak üretime varıncaya kadar bütün bunlar konuşuldu, anlaşıldı, imzalar atıldı bitti. Şimdi bizim bir geri dönüşümüz asla olamaz. Çünkü bize böyle bir ahlaksızlık yakışmaz, bu ahlaki değildir. Çünkü biz bir anlaşma yaptıysak onun arkasında dururuz. Kimse bizden tükürdüğümüzü yalamamızı beklemesin. Alışılmış liderlerden de değiliz. Bunu da herkesin bilmesi lazım."
Tükürdüğünü yalamayan’ bir siyaset anlayışı; 'kahramanca’ ve halkın seveceği dilde… Başka bir tanımla ‘popülist’… Team Populism araştırma ekibinin Guardian’ın katkılarıyla 40 ülkedeki başbakanlar ile cumhurbaşkanlarının halka son 20 yıl yaptığı hitapların analizinin yer aldığı bir çalışmanın yayınlandığı gün seyrettim konuşmayı. (İngilizce bilenler Guardian sitesinden tam metne ulaşabilir. Gazeteduvar.com ve gazetekarınca.com’dan Tolga Er geniş bir Türkçe özet yayınladı.) Araştırmaya göre Venezuela (iki lider) ve Bolivya’nın ardından popülist söylemde Türkiye dördüncü sırada. Yine aynı araştırmada popülist liderlerin sayısının 2006-2009 arasında arttığına dikkat çekilerek bu dönemin Erdoğan ile Putin’in popülist retoriğe başvurmaya başladığı yıllar olduğunun altı çiziliyor.
2009’da ‘aynı retoriği’ kullanmaya başlayan iki lider, uçak düşürme krizinin de ardından Suriye savaşı ile ‘aynı yönde hareket eden iki ülkeye’ evrildiler. S-400 konusunun sonuçlanmasıyla birlikte ‘aynı kampta’ olmaya da adaylar. ABD’den ve NATO’dan gelen açıklamalar yaz aylarından itibaren Türkiye’nin bir tercih noktasına sürüklenebileceğini gösteriyor. Rusya’yı ve politikalarını iyi izleyen, analiz eden meslektaşım T24 yazarı Hakan Aksay’a göre ise Putin, Erdoğan ile aynı kampta olmak istemiyor. Amacı Türkiye’nin şimdiki ‘kampında’ kalarak orada bir ‘gedik’ açması. S-400’lerin teslimi konusunda ise spekülasyonlar çok. Sistemin kodlarının NATO ittifakının eline geçmemesi için ‘daha basit bir model’ gönderileceğinden Türkiye’ye gelmeden üçüncü bir ülkeye (Katar’ın adı geçiyor) gitmesine kadar birçok ihtimal konuşuluyor... Ya da Erdoğan’ın sık sık örnek gösterdiği Yunanistan’ı yaptığını uygulayacağına.
Erdoğan, müttefiklerinden gelen "Bir NATO üyesi, birliğin sistemine uyumsuz S-400’leri almamalı" sözlerine "Yunanistan S-300 aldığında sesiniz çıkmadı" diye yanıt veriyor malum… İşin aslı ise şöyle: Güney Kıbrıs yönetimi 1990’lı yılların sonunda S-300’leri Rusya’dan satın alıyor. Başta Türkiye olmak üzere kimi NATO üyelerinden bu satın almaya şiddetli itirazlar geliyor. Bunun üzerine ABD’nin de devreye girmesiyle bu sistem Yunanistan’ın Girit Adası’na konuşlandırılıyor. O tarihten itibaren adeta ‘unutturuluyor’ konuşulmuyor bile. 2013 yılında ‘Lefkos Aetos’ adında bir tatbikatta ‘görücüye’ çıkıyor. O kadar. Yunanistan aldığıyla kalıyor…
Bütün silah/savunma sistemini yeni baştan dizayn edemeyeceğine ya da bu konuda bir hazırlığı (yerli savunma sistemi şu an yeterli değil) olmadığına göre Türkiye de alıp ‘dolaba’ kaldırır mı turşusunu mu kurar bilmiyorum. Ancak ‘pazarlıksever’ Erdoğan için bu satın alma ABD ile yeni bir pazarlığın kapısı olarak da görülüyor muhtemelen. AKP’nin yayın organı Sabah’ın Ankara Temsilcisi Okan Müderrisoğlu’nun yazısı bunun ipuçlarını taşıyor. Özetle şöyle diyor Müderrisoğlu: "ABD’de iki ekol çarpışıyor. Bir taraf çetrefilli meseleler tek tek konuşarak halledilir derken diğer taraf yaptırımlarla Ankara’nın tavrı değişir diyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Trump arasındaki ilişkilerin, dostluk düzeyinde olduğunu, Trump'ın Erdoğan'la konuşmaktan zevk aldığını, saygı duyduğunu belirtip bu özellikli ilişki biçiminin sorunların çözümünde fırsat penceresi açtığını ifade etmekle yetiniyorlar."
Trump’ın Erdoğan ile konuşmaktan zevk aldığı iddiası üzerinden bu kadar kritik meselelerin ‘halledebileceğinin’ düşünülmesine mi yanarsınız; esase konuşma değil Brunson dönemindeki gibi bir pazarlık olacağını ‘bilmenize’ ve Türkiye adına ne tavizin verileceğini ‘bilmemenize mi’?
Rusya, son dönemde Türkiye dışında 2015 yılında Çin'e altı tabur, 2016'da da Hindistan'a beş tabur S-400 satılması konusunda anlaşma imzaladı. (Bir tabur sekiz fırlatıcıdan oluşuyor. Kaynak:BBC) Üreten ve satan ülkelerin dünyada durdukları noktaya/yönetim modellerine bakıldığında kafadaki soru işaretleri de artıyor.
Bitirirken her geçen gün ‘yakınlaştığımız’ Rusya’nın küresel internet sistemiyle arasındaki bağlantının fişini çekeceği bir test yapmasıyla ilgili konuya değinmek istiyorum. Rusya internet trafiğini kendi kontrolünde (DNS) vereceği hizmetle vermeyi planlıyor. Bu durum istediği siteyi engellemesi anlamına geliyor. Yani tüm veriler Rus telekominikasyon kuruluşu Roskomnazor'un yönettiği veri dağıtım noktalarından geçmek zorunda kalacak. Kolayca sansürün yolu açılacak. S-400 sistemini almak sadece savunma sistemi almak demek değil. Sistem değişikliği ‘iyi’ düşünülmeli. Popülizm kitleleri etkileyebilir ama iş dış ilişkilere geldiğinde hele de karşınızda o dili en az sizin kadar iyi kullanan liderler varsa işler içinden çıkılamaz hale gelebilir.