Dayatmanın her türlüsü rahatsız ediyor beni.
İktidardan gelen de sivillerden gelen de…
Sesi gür çıkan mahallenin takdirine göre de belirleyemem duruşumu.
Merdivenleri boyama hadisesi...
İlk günden beri bir huzursuzluk kemirip durdu içimi.
Cihangir'de bu işi başlatan Hüseyin Çetinel'in ilk boyadığı merdivenlere bakıp ne güzel demiştim, rengârenk.
Ama arkasının da gelebileceğini, eline boya kovasını alanın “demokrasi-özgürlük” diye etrafı “kendi zevkine” göre boyayabileceğini de tahmin ediyordum.
O günlerde bu konuyu sorgulayanlar “grizekâlılıkla, renksizlikle, gökkuşağının renklerinden korkmakla” itham edildiler.
Bense boyanacak yerlerin orada yaşayanların ortak iradesi ile renklendirilmesinin daha iyi olacağı görüşündeydim.
Bir de endişem vardı.
Renklerle “acıtma” hikâyeleri yaratılabileceğini düşünüyordum.
Ama hayallerim kısıtlıydı tabii.
Sarı kırmızıya boyanmış Fenerbahçe Stadı merdivenleri ya da sarı lacivert Ali Sami Yen Arena geliyordu aklıma.
Açıkçası bu ülkenin en büyük ayıplarından, meslektaşım Hrant Dink'in kalleşce öldürüldüğü yerdeki merdivenlerle mesaj, işte bunu düşünememiştim.
Halaskârgazi Caddesi'ni kesen Şafak Sokağın girişindeki merdivenleri bir grup önce gökkuşağı renklerine boyadı.
Arkasından başka bir grup aynı merdivenleri bordo maviye...
Merdivenler Dink'in öldürüldüğü yerin hemen yanındaydı.
Agos Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş bu olayı şöyle değerlendirdi:
"Hrant Dink 19 Ocak 2007'de Agos Gazetesi önünde öldürüldü. Dink'i öldüren Trabzonlu Ogün Samast cinayet sonrası bordo mavi renklere boyanmış bu merdivenlerden kaçmıştı. Birileri mesaj vermek istiyorsa bu bizi ne korkutur ne yıldırır.”
Merdivenlerin basamaklarından demokrasiye-çok renkliliğe- çıkış beklerken faşist mesajlarla da karşılaşılabiliniyordu yani.
Basamak demişken…
Bu yılın mart ayında Fransa'da çıkan bir kitap yakında İletişim'den Türkçe olarak raflarda olacak.
Adı: Türkiye ve Ermeni Hayaleti. Soykırımın basamakları…
Le Figaro ve Le Monde gazetelerinin Türkiye muhabirleri Laure Merchand ve Guillaume Perrier yazmışlar.
Kitaptaki ana fikir şu: 1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti Ermenilerin başına gelenlerden dolayı ahlaki sorumluluğa sahip. Türkiye'nin yapılanları reddi, 1890-1923 arasında Osmanlı hükümetinin Ermenilere yaptığı zulmün devamı niteliğinde…
Yazarlara göre Hrant Dink'e yapılan saldırının arkasından açılan davadaki adaletsizlik 1915'ten beri süren duyarsızlığın pozitif bir kanıtı…
Kitapta yazarlar son yıllarda Ermenilere yapılanlar konusunda özellikle aydınların ve halkın biraz daha serbestçe konuşma, tartışma, farkındalık içinde olduğunu belirtiyorlar.
Ancak arkasından da soruyorlar:
Türkiye'deki insanların kaçı;
- Çankaya'daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü'nün bir Ermeni ailenin (Kasapyan Bağevi) elinden alınarak inşa edildiğini biliyor. Resmi tarih bu Köşk'ün Bulgurzadeler adlı aileden satın alınıp Atatürk'e 1921'de hediye edildiğini söylüyor. Oysa esas sahip Kasapyan Ailesi ve burayı kimseye satmamışlar. 1915'te bu topraklardan ayrılmak zorunda kaldıktan sonra onların yerine gelip bu araziyi “Türkleştirmişler...”
- Erzurum Kongresi'nin bir Ermeni okulunda yapıldığını biliyor...
Sorular uzayıp gidiyor…
Bu sorulara cevap vermenin, Ermenilere 1915'te yapılanların itirafının zamanı geldi de geçiyor bile…
Elde boya kovası gerçekleri boyayamayacağımıza göre...