Acıların yarıştırılması için değil bu sorular.
Her ölüm kahredici.
Hele çocuklar.
Devlet şiddetiyle öldürülen çocuklar.
Buna isyan etmemek insanlıkla bağdaşmaz.
Ama sorulan, sorulması gereken sorular da var.
Hadi çalıştırın şöyle bir hafızanızı Türkler.
Kaç öldürülmüş Kürt evladın adını sayabileceksiniz?
Ülkenin Doğusu'nda askerin, polisin şiddetinden nasibini almış kaç olaydan haberdarsınız?
Nevruz için yollardayım...
P24 bağımsız gazetecilik platformuyla beraber bir grup gazeteci geziyoruz.
Şanlıurfa, Mardin ardından Abdullah Öcalan'ın ikinci mektubunun okunacağı Diyarbakır'daki Nevruz alanında olacağım.
Kürt siyasetinin tanınmış isimleriyle de buluşup görüşme fırsatı yakalıyorum.
Hareketin iki önemli ismi Osman Baydemir Şanlıurfa'dan Ahmet Türk Mardin'den belediye başkan adayı.
Her ikisiyle de uzun süren görüşmeler yapma fırsatı buldum.
Seçilme şansları, günlük siyaset konularını bir kenara koyuyorum.
Meslektaşlarımla birlikte Kürt hareketinin bu iki önemli ismine de aynı soruyu sorduk:
'Kürt hareketinin Gezi eylemlerinde ve Berkin Elvan'ın öldürülmesinde yeterince duyarlı olmadığı eleştirilerine ne diyorsunuz?'
Önce Osman Baydemir'in cevabı:
' Berkin Elvan'a üzülmemek, kahrolmamak mümkün mü? Ama bizler de 1990 lardan beri pek çok Berkin yitirdik. 2006 yılında Gezi Olayları'na benzer süreci Diyarbakır yaşadı. Askeri operasyonda ölen 14 PKK'lı gerillanın kimyasal silahla yaşamını yitirdiği iddiası vardı. İddia ciddiye alınmadı kent karıştı, protestolar başladı. Protestolara ateşli silahlarla karşılık verildi. Ben o zaman belediye başkanıdır. Var gücümüzle kendimizi ortaya koyduk.
Kitlenin önüne çıkıp yapmayın dedik, polisin önüne çıkıp yapmayın dedik.
Kent bir hafta süren protestolarda 10 ölü verdi. Ölenlerden biri 78 yaşındaydı. Diğerlerinin çoğu Berkin evladımız gibi çocuktu. Başbakan bugün Berkin için yaptığı konuşmanın benzerini o gün grup toplantısında yapmıştı. '
Unutanlar, hiç bilmeyenler ya da ilgilenmeyenler için hatırlatayım. Olaylar 28 Mart 2006 'da başladı. 3 Nisan'a kadar sürdü.
İnsan Hakları Derneği'nin raporunda ölenler şöyle anlatılıyor:
Güvenlik görevlilerinin, olayların başladığı 28 Mart 2006 günü saat 17.00 sıralarına kadar ateşli silah kullanmamış ancak 17.00 sıralarından itibaren güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu birçok kişi yaralanmış ve yaşamını yitirmiştir. Ateşli silah mermilerinin ve cisimle gerçekleşen darbelerin, özellikle göğüs ve baş gibi öldürücü noktalara isabet etmesi dikkat çekmiştir.
28 Mart 2006 - 3 Nisan 2006 Tarihleri Arasında Güvenlik Güçleri Tarafından Yaşam Hakkı İhlal Edilen Yurttaşlar:
1) Mehmet AKBULUT (18): 28 Mart 2006 günü il merkezinde güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu, ateşli silah yaralanmasına bağlı olarak ağır yaralanmış, tedavi altına alındığı Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesinde 31.03.2006 tarihinde yaşamını yitirmiştir (31.03.2006 tarihli otopsi tutanağına göre; kişinin ölümünün ateşli silah mermisi çekirdeği yaralanmasına bağlı karaciğer harabiyeti, iç kanama ve kanama şoku sonucu meydana gelmiş olduğu...).
2) Halit SÖĞÜT (78): 28 Mart 2006 günü 14.30 sıralarında güvenlik görevlileri tarafından kafasına aldığı sert cisim darbesiyle ağır yaralanan Halit Söğüt, tedavi altına alındığı Devlet Hastanesinde 2 Nisan 2006 tarihinde yaşamını yitirmiştir.
3) Tarık ATAYKAYA (22), Mobilya işçisi: 29 Mart 2006 günü saat 13:30-14:00 sıralarında Bağlar Medine Bulvarı Hayat 2 Ap. yanında (Çeltik Fabrikası arkasındaki Metin Mobilya yanı) güvenlik güçlerinin açtığı silahlı ateş sonucu (30.03.2006 tarihli otopsi tutanağına göre ölümün ateşli silah mermisi (gaz fişeği) yaralanmasına bağlı beyin harabiyeti ve kanaması sonucu meydana gelmiş olduğu...) aynı gün Devlet hastanesinde yaşamını yitirmiştir.
4) Mehmet IŞIKÇI (19), Mobilyacı: 29.03.2006 günü saat 17:30-18:00 sıralarında Emek Caddesinde güvenlik güçlerinin sert cisimle darp etmesi sonucu kaldırılmış olduğu Devlet Hastanesinde kısa zaman sonra yaşamını yitirmiştir. Olayı gören görgü tanıkları, kendisinin saldırıya uğradığı yerin karşısındaki binada oturan akrabalarıdır (30.03.2006 tarihli otopsi tutanağına göre, ölüm, künt, kafa, göğüs ve batın travmasına bağlı kafatası kırığı, beyin kanaması, sağ akciğer ve karaciğer rüptüründen gelişen iç kanama ve kanama şoku meydana gelmiş olduğu....).
5) Abdullah DURAN (9), İlköğretim öğrencisi: 29.03.2006 tarihinde saat 17:30 sıralarında, ailesiyle birlikte ikamet etmekte olduğu Sakarya Caddesi Duran Ap. 2/2 no’lu adresli evin balkonundan sokaktaki olayları izlemekte olan Abdullah Duran, güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu yaşamını yitirmiştir. Şubemize başvuruda bulunan maktulün amcası Mehmet Duran, olayın gerçekleştiği anda balkonda ayrıca diğer yeğeni Eyüp Duran’ ın ceketinin de kurşunlardan isabet aldığını belirtmiş, yeğenini öldüren polislerden şikayetçi olduğunu belirterek İHD’ den hukuksal destek talep etmiştir (30.03.2006 tarihli otopsi tutanağına göre, ölümün, ateşli silah mermisi ile kalp ve her iki akciğer yaralanmasından gelişen iç kanama ve kanama şoku sonucu meydana gelmiş olduğu...)
6) Enez ATA (8), İlköğretim öğrencisi: 28 ve 29 Mart tarihlerinde güvenlik güçlerince yaşam hakları ihlal edilen 3 sivil yurttaşın 30 Mart 2006 tarihli cenaze töreni esnasında çıkan olaylar esnasında, güvenlik güçlerinin tekrar ateşli silah kullanması sonucu, Kuruçeşme semtinde vücuduna isabet eden mermi sonucu yaşamını yitirmiştir. Şubemize hukuksal destek için başvuruda bulunan baba Selamettin Ata, şu beyanlarda bulunmuştur: “... 30 Mart 2006 günü öğlen saatlerinde oğlum Enez Ata, okula almadıklarını söyleyerek, her zamankinden daha erken saatte eve geldi. Saat 13:20 sıralarıydı. Önlüğünü çıkarttıktan sonra hemen evimizin yakınında olan teyzesine gideceğini söyledi ve evden çıktı. Ben de onun her zaman gittiği teyzesine gitmiş olduğunu düşündüğümden, önce rahattım. Daha sonra saat 15.00 sıralarında teyzesini telefonla aradım. Ancak O, bana Enez’ in oraya gitmediğini belirtti. Bunun üzerine ailecek onu aramaya başladık, akrabalarımıza gittik ve okula gittik. Ancak okul bomboştu. Birkaç saat aradıktan sonra eve geri geldim ve teyzem beni telefonla arayarak, bazı kimselerin, TV’ da Enez’i yaralı vaziyette birinin kucağında gördüğünü söyledi. Bunun üzerine önce Çocuk Hastanesi Acil Servisine gittim ancak orada değildi. Daha sonra Devlet Hastanesine gittim. Acil serviste oğlumun cesedini görünce kendimi kaybettim. Otopsi için gelen savcı, bana Enez’ in vücuduna (kalbiyle midesi arasına) saplanan kurşunu gösterdi. Beni zorla arabaya bindirdiklerini hatırlıyorum; polis bizi zorla nüfusumuzun bağlı olduğu Çınar ilçesi Aşağıkonak Köyü’ ne gönderdi; oğlumu Diyarbakır’ daki mezarlığa gömmemize izin vermediler. Oğlumu öldürenlerden şikayetçiyim; Derneğinizden hukuksal destek talep ediyorum...”
7) Mahsum MIZRAK (17), PVC ustası, camcı: Görgü tanıklarının, 30.03.2006 günü 10 Nisan Polis Karakolu tarafından gözaltına alındığına tanıklık edilmesine rağmen, ailesi, Karakollara, Baroya, İHD’ ye, Emniyet Müdürlüklerine ve Hastanelere başvurularda herhangi bir netice alamamıştır. Son olarak aile, 03.04.2006 tarihinde saat 18:00’ da Devlet Hastanesine gitmiş ve 30.03.2006 tarihinden beri kimliği belli olmayan ceset olarak morgda tutulduğunu öğrenmiştir (.30.03.2006 tarihli otopsi tutanağına göre, kişinin ölümünün, ateşli silah mermisi (gaz fişeği) yaralanmasına bağlı beyin harabiyeti ve kanaması sonucu meydana gelmiş olduğu...)
8) Emrah FİDAN (17), Lise 3. sınıf öğrencisi: 29.03.2006 tarihinde öğleden sonra saatlerinde il merkezinde güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonrasında ateşli silah yaralanması sonucu Dicle Üniversitesi Tıp Fak.’de yoğun bakım ünitesinde tedavi altına alınmış ve 03.04.2006 ‘da saat 08:00 sıralarında yaşamını yitirmiştir (03.04.2006 tarihli otopsi tutanağına göre, kişinin ölümünün, ateşli silah saçması ile beyin kanaması sonucu meydana gelmiş olduğu...). İHD’ ye başvuruda bulunan baba Medeni Fidan, şu beyanlarda bulunmuştur: “...Oğlum Emrah Fidan, 29.03.2006 günü saat 15:00 sıralarında evden çıktı ve akşama doğru eve gelmediği için meraklandık. O nedenle hastanelere gidip sorduk. Devlet Hastanesi Acil Servisinde bana üzerinde “Emrah Fidan” isminin yazılı olduğu bir belge gösterdiler. Hemşirelerle odalara baktık ancak bulamadık. Bunun üzerine karakollara gidip sorduk, Emniyet Müdürlüğüne gidip sordum ve oradaki bir polis bana, “....git oğlunu Osman Baydemir’den sor!..” şeklinde bana bağırdı ve beni kovdu. O gece oğlumun izine hiçbir yerde rastlayamadım. Ertesi gün tekrar Devlet Hastanesine gittim. Oradaki polis bana, oğlumun ayağından hafiften yaralanmış olduğunu söyledi. 30.03.2006 tarihinde D.Ü. Tıp Fak.’ ne gittik ve sorduk. Bize önce elbiselerini gösterdiler; pantolonunun arka cebinde kimliği de vardı; buna rağmen Nurşin Doğanşahin ismiyle hastaneye girişi yapılmış. Yoğun bakım servisinde kaldı ve 03.04.2006 günü sabah saat 08:00 sıralarında yaşamını yitirdi. Oğlumu öldüren güvenlik güçlerinden şikayetçiyim...”
9) İsmail ERKEK (8), İlköğretim öğrencisi: 28 ve 29 Mart tarihlerinde güvenlik güçlerince yaşam hakları ihlal edilen 3 sivil yurttaşın 30 Mart 2006 tarihli cenaze töreni esnasında çıkan olaylar esnasında, güvenlik güçlerinin tekrar ateşli silah kullanması sonucu, 10 Nisan Polis Karakolu civarında vücuduna isabet eden mermi sonucu yaşamını yitirmiştir.
10) Mustafa ERYILMAZ (26): 29 Mart 2006’da güvenlik güçlerinin kullandığı oransız ve aşırı güç ile ateşli silah kullanmasından dolayı ağır yaralanmış; daha sonra 31 Mart 2006’da yaşamını yitirmiştir. Ailesinin Diyarbakır’da cenazeyi gömmesine izin verilmediği için, cenaze Silvan’da defnedilmiştir.'
Yaşların 8 -9 a kadar indiği gaz fişeklerinin öldürdüğü Kürt evlatların kaçımız adlarını hatırlıyor?
Hatırlatmamın ardından Osman Baydemir'in cümleleri ile devam edeyim:
"Bu ülkede pek çok şey değişti ama devlet refleksi değişmedi. '
Farklı bir ortamda Ahmet Türk ile aynı konuyu konuştum. Benzer cümleler kurdu:
'Bir evladın ölümüne üzülünmez mi? Ama öldürülen her evlada üzülmek gerekir. Açık söylemek gerekirse Kürtler kırgın. Protestolara sert müdahaleler ölümler Kürdistan'da olduğunda niye tavır konmadı. Gezi olaylarının başında atılan sloganlar söylenenler ilk başta Kürt hareketinde tereddüt yarattı. Ancak ilerleyen süreçte biz de tavrımızı koyduk. Şunun farkındayız Türk halkı özgürleşmeden Kürt halkı da özgürleşemez. Hak ve hukukun sağlanması için ortak mücadele vermek gerekir.'
Bu yazıyı Mardin'de geceyarısı yazıyorum. Yarın 21 Mart Nevruz. Öcalan'ın yazacağı yeni mektubun içini merak ediyorum. Barışın hep daim olmasını diliyorum. Ama şu gerçek de aklımda: Bir ve beraber olmak için ötekinin acısına, derdine, tasasına ortak olmak, kafayı çevirmemek gerekiyor. Acılar paylaştıkça hafifliyor sevinçler de paylaştıkta büyüyor. Umarım Türk ve Kürt halkları artık hep sevinçleri büyür.Barış bu topraklardan bir daha hiç eksik olmaz.