07 Aralık 2020

Kılıçdaroğlu izlenimleri: Bürokrasi iktidara mesafe mi koyuyor?

Yayından çıktıktan kısa bir süre sonra bir meslektaş Anadolu Ajansı'nın T24'teki Kılıçdaroğlu söyleşisinin büyük bölümünü haberleştirdiği bilgisini paylaşıyor ve "hayırdır inşallah" diye espri yapıyor...

Cumhuriyet Halk Partisi'nin Genel Merkezi… Canlı yayını öncesi, T24 Genel Yayın Yönetmeni Doğan Akın ve Ankara Temsilcisi Gökçer Tahincioğlu ile birlikte Kemal Kılıçdaroğlu'nun odasındayız.

Karşımızda; kısa sürede birkaç kez organize suç örgütü liderliğinden hüküm giymiş Alaattin Çakıcı'dan tehdit alan ya da iktidara yakın kalemlerin "öldürülmesi üzerinden" senaryo kurdukları biri yok sanki. Rahat ve endişesiz… Odasındaki sohbette bu konu hiç gündeme gelmiyor. Çay içiyoruz, ambalajında CHP'nin amblemi bulunan çikolatadan ikram ediyor.

Daha sonra yayında da anlatacağı başta yargı olmak üzere, bürokrasideki rahatsızlıktan bahsediyor. Özellikle altını çizdiği, Yargıtay'a ataması yapılan son iki isim.

İstanbul Başsavcılığı'nda imza attığı tartışmalı iddianamelerle, iktidarla iç içe çalışmasıyla tanınan İrfan Fidan ve en son evlendikten hemen sonra fotoğraf çektirmek için eşiyle Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın yanına giden eski Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman.

Kılıçdaroğlu, Yargıtay üyelerinden kendilerine, özellikle son iki atamaya işaret edilerek, "yüksek yargının son atamalarla geldiği durumdan rahatsızlık duyduğuna dair" çok sayıda şikayet geldiğini iletiyor.

Kılıçdaroğlu, İrfan Fidan'dan "intihalci" diye bahsediyor. Nedeni ise başsavcılığı döneminde yazdığı iddianamelerde pek çok hukuk insanının çalışmasından, atıf yapmadan, "kopyala yapıştır" yöntemi ile pek çok alıntı yapması. Kılıçdaroğlu'nun yakın ekibi bununla ilgili belgeleri kamuoyuna sunmak için hazırlık yapıyor. Atanmasının dördüncü günü Yargıtay'daki hukuk insanlarına; "Anayasa Mahkemesi" üyeliği için destek isteyen mesaj yolladığı da kamuoyuna yansıyan Fidan'a karşı "içeriden" böyle bir tepkinin var olduğu bilgisi önemli.

Uzun bir süredir Merkez Bankası'ndan Türkiye İstatistik Kurumu'na, ekonomi bürokrasisinde alınan kararlar ve yayımlanan veriler ile ilgili sıkıntının var olduğu da belirtiliyor. (Merkez Bankası'nda Naci Ağbal'ın göreve gelmesi sonrası itirazların azaldığını kaydetmek gerekir. Tabii 24 Aralık'taki PPK toplantısının öneminden de bahsetmek gerektiğinin altını çizelim.)

Ankara'nın tecrübeli gazetecilerinden Murat Yetkin'in "Yetkinreport" bloğunda yazdığı son analizde iki olay üzerinden yaptığı değerlendirme "bürokrasideki telaşı 2001'e benzetmesi" ve "dağınıklık" tespiti çok önemli. Yazısında ilgili bölümde "bakanın Çin'e uğurladığı ama Halkalı'ya geri dönen tren" ve "ilk milli helikopter motoru TEİ-TS1400'ün teslim töreninde yaşanan olumsuzluklar, şirket yöneticilerinden birinin töreni sabote etmek isteyenler var" çıkışını Yetkin şöyle yorumlamış:

"TCDD, trenin geri döndürüldüğü iddialarına hiç cevap vermeden, treni Halkalı istasyonuna 'gümrükleme ve yük taşımacılığında rutin sayılan işlemlerin tamamlanması' için 'uğramıştı.' Yani tren Bakan onu Çin'e doğru uğurladıktan sonra 12 durak doğuya gitmiş, sonra 22 durak geri dönerek Kazlıçeşme'den 10 durak daha gerideki Halkalı'ya 'uğramıştı'. TCDD'ye göre bu seyahate 'yolundan döndü' demek 'kötü niyet' göstergesiydi.

Gelelim sabote sorusuna. Burada sorumlu kim? TCDD Taşımacılık Genel Müdürü Kamuran Yazıcı mı, Trabzonlu hemşerisi Bakan Karaismailoğlu mu? Bakan şimdi Genel Müdür'e 'Arkadaş madem işlemler rutin, neden tamamlanmadan bana tören yaptırdın?' diye sorsa yeri değil mi? Sorabilir mi, o ayrı konu; kimin sırtının daha kalın olduğuna bağlı. TEI Genel Müdürü gibi TCDD Genel Müdürü'nde de işi savuşturmak için suçu başka yerlere atma telaşı gözleniyor. Bürokraside buna benzer bir telaşı 2001 ekonomik krizi sonrasında da görmüştük.

Haydi o zaman koalisyon ve otorite boşluğu vardı diyelim; yüksek bürokratlar sorumluluktan sıyrılmak istiyordu. Şimdi otorite boşluğu değil, fazlası var. Örneğin Genel Müdür'ü atayan bakan değil, Cumhurbaşkanı. Yönetici hesap vermesi gereken makamın bakan olmadığını düşünüyor. İçişleri, Savunma, Dışişleri gibi birkaç bakanlık dışında durum bu. TEI Genel Müdürü'nün iddiası ve yakınması doğruysa, canlı yayını hangi şirketin yapacağına dahi Cumhurbaşkanlığı karar vermiş."

Dönelim tekrar Kılıçdaroğlu'na…

CHP lideri ordu ve MİT konusunda çok hassas. "Türkiye'nin gözbebeği kurumları" diyor. "İsimlere bağlı kalmadan", başta Silahlı Kuvvetler olmak üzere, devlet kurumlardaki Fethullahçı yapılanmalar konusunda, bu kurumların MGK toplantılarında iktidara uyarı görevlerini yerine getirdiklerini söylüyor. Bu kurumlarda güvenlik bürokrasisindeki isimlerin görevlerini yaptığını anlatıyor.  

Kemal Kılıçdaroğlu'nun canlı yayın sırasında en ilginç sözlerinden biri "yeni kurulması planlanan bir Kürt partisi için İmralı ile temas" iddiası. Bu cümlesi yoğun şekilde tartışılıyor.

Yayından çıktıktan kısa bir süre sonra bir meslektaş Anadolu Ajansı'nın T24'teki Kılıçdaroğlu söyleşisinin büyük bölümünü haberleştirdiği bilgisini paylaşıyor ve "hayırdır inşallah" diye espri yapıyor. Ancak T24 Yazı İşleri Müdürü Candan Yıldız bir süre sonra ajansın haberi kısalttığını ve başlığı değiştirdiğini görüp, haberleştiriyor. Yüksek yargıdan ekonomiye, devlet ajansından TCDD'ye bürokraside iktidara karşı bir mesafe mi oluşuyor?

Bitirirken Kılıçdaroğlu söyleşisinin en çok tartışılan cümlelerine gelelim:

"Sonuçta, gittiğim yerler belli. Kaldığım ev belli. Gezdiğim yerler belli. Konuştuğum kişiler belli. Zaten benim, eşimin, çocuklarımın telefonlarının dinlendiğini gayet iyi biliyorum. Takip edildiğimi de gayet iyi biliyorum. Korumalarım ellerinden gelen çabayı gösteriyorlar. Ciddi bir tehdit var tabii…"

Bu konuşmaya İçişleri Bakanı Soylu şöyle itiraz etti:

"Sayın Kılıçdaroğlu'nun, tamamen gündemi değiştirme çabasıyla yaptığı ve gerçekle hiçbir ilgisi olmayan açıklaması, devletimize ve güvenlik güçlerimizle ortaya koyulan tüm mücadeleye iftiradır, bühtandır. Aynı zamanda devletimizi zafiyete uğratmaya da matuftur. Sistemimizin önemli kurumlarından birisi olan ana muhalefet partisinin genel başkanlığı sorumluluğu ile de asla bağdaşmamaktadır. İstihbarat birimlerimiz yılda 4 ayrı birim tarafından en az 4 kez denetlenmektedir. Sayın Kılıçdaroğlu'nun kendisinin ve ailesinin dinlendiği ya da takip edildiği yönünde bir şüphesi var ise adresi basın yayın organları değil, Cumhuriyet Başsavcılıkları olmalıdır. Savcılara yapılacak suç duyurusu karşısında atılacak tüm adımlara hazırız."

Bu noktada önce Bakan Soylu ile ilgili bir tespit ardından devam. Alaattin Çakıcı ana muhalefet liderini açık açık üç kez tehdit ettiğinde tek cümle etmedi. Bunu "devleti zafiyete uğratan" hareket olarak görmedi. Ama Kılıçdaroğlu "telefonum dinleniyor" dediğinde hemen açıklama yaptı "iftira, bühtan, devleti zafiyete uğratmaya matuf" suçlamalarıyla açıklama yaptı. Habertürk yazarı Kübra Par'ın bu tartışmalar üzerine yazdığı yazıda belirttiği gibi kimler-kimler tarafından dinlenmişti:

"Sonuçta bu ülkede kimler kimler dinlenmedi ki... Başbakanlar, milletvekilleri, gazeteciler, işadamları, bürokratlar... Dinleyen tek bir merkez de değildi. MİT, Emniyet, askeri istihbarat, yabancı istihbarat örgütleri, FETÖ'cüler..."

Bakan Soylu bu yazıyı da hem Twitter'dan hem de yazarı arayarak yanıtladı:

"Böyle bir dinleme olabilir mi? Bu tuz kokmuş demektir, o durumda hiçbirimiz bu ülkede yaşayamayız. Ana muhalefet partisi liderini bırakın, hukukun dışında, mahkeme kararı olmaksızın tek bir kişinin dahi dinlenmesi ya da takip edilmesi mümkün değil."

Bu arada Süleyman Soylu; Kılıçdaroğlu'nun dinlenme şüphesi varsa "Cumhuriyet savcılıklarına suç duyurusunda bulunması" gerektiğini söyledi. Konu ana muhalefet lideri olduğunda, mevzubahis organize suç örgütü liderliğinden hüküm giymiş bir şahsın ölüm tehdidiyle ilgili olarak bile herhangi bir adım atıp atmadığı belli olmayan savcılıklardan mı bahsediyor acaba Bakan?

Yazarın Diğer Yazıları

Sığınmacılardan Kürt sorununa ve ekonomiye ‘yeni Suriye’ Erdoğan’a ne kazandırır?

Halkına eziyet eden bir diktatör Esad gitti. Yerine geçmişinde El Kaide ve El Nusra olan bir ismin liderlik ettiği örgütün ‘daha ılımlı görüntü veren’ bir ismi geldi. Bunun Türkiye açısından çok uzak olmayan bir vadede barındırdığı risklerle karşı karşıya kalınabilir. Ancak içeride ve kısmen dışarıda şu anda ve bir süre ‘söz-gündem üstünlüğü’ Erdoğan’a geçmiş gözüküyor

Kapitalizmin yıkıcılığı, otoriterizmin baskıcılığı altında “çekmediğim her acı için acı çekiyorum”

Nahif, gerçekten uzak bulunabilir ama ‘çekmediğim her acı için acı çekiyorum’ içselleştirilebilirse farklı bir dünyayı, memleketi konuşabiliriz

Bir mesafe alınmamış olsa, İmralı’ya gitme konusu gündeme gelir miydi?

Türkiye ocak ayı sonundan itibaren görevi devir alacak Trump’ın yaratacağı belirsizlik, bölgede büyüyebilecek bir çatışma-savaş öncesi pozisyon alma çabasında gözüküyor. Elbette iktidarın bir yandan barış-birlikte yaşam için arayışları öte yanda kayyımdan tutuklamalara yaşanan sertlik görüntüleri “yeni bir mühendislik-algı çabası mı” şüphesini haklı olarak düşündürüyor

"
"