CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bir grup gazeteciyle buluşacak. Randevu simgesel bir yerde. Altılı masanın temellerinin atıldığı, toplantılarının bir kısmının yapıldığı Ahlatlıbel’de. Meşhur masa orada. İlk gidişte biraz inceliyorum. Mütevazı ama; demokrasi tarihinde sonu parlak olmasa da simgesel değeri olan bir eşya. Çıkışta Kılıçdaroğlu ile o masanın önünde fotoğraf çekiliyor. Şu an dört sandalye var, etrafında "ayrılan iki isim kim" esprisi yapılıyor. Kılıçdaroğlu enerjik ve moralli geliyor buluşmaya. "Bu kadar haberci bir aradasınız haber olacak bir şey mi var?" diye başlıyor konuşmaya. İki şeye dikkat ediyor. Eski ittifak ortaklarıyla ilgili tek bir olumsuz cümle kurmuyor. Özellikle Meral Akşener ile ilgili. Bir de Ekrem İmamoğlu’na ve partideki yarışa demokratik baktığının altını çiziyor. Olası bir siyasi yasağa 100 yıllık CHP ve 25,5 milyon seçmenle karşı çıkacaklarını anlatıyor. Yerel seçim ittifaklarına gelince: Şu an CHP’nin sahip olduğu başta Adana’dan Ankara’ya Mersin’den İstanbul’a başarılı gördüğünü söylediği isimlerle devam etmek istediğini anlatıyor. CHP’nin önce kendi içinde aday belirleyeceğini sonra bu isimlerle ilgili gerekirse ittifak arayacağından bahsediyor. Türkiye geneliyle ilgili endişesi ise ekonomik temelli sosyal patlama riski ile kontrolsüz şekilde Türkiye’ye giren uyuşturucu pazarlayan ya da kendi deyimiyle "Kilis ile Hatay arasında yerleştirilmiş uyuyan hücreler"…
Konuşmadan öne çıkanları aldığım notlara göre gruplayarak burada aktarmak istiyorum.
Önce yerel seçimler.
Hatırlayalım. CHP ve İYİ Parti 2019 seçimlerine 23’ü büyükşehir 50 ilde ve pek çok ilçede işbirliği ile gitti. Adana, Ankara, Antalya, Aydın, Eskişehir, Hatay, İstanbul, İzmir, Kahramanmaraş, Malatya, Muğla, Tekirdağ’da İYİ Parti CHP adaylarını, Balıkesir, Denizli, Gaziantep, Kocaeli, Kayseri, Konya, Manisa, Sakarya, Samsun ve Trabzon’da CHP İYİ Parti adaylarını destekleyecekti.
Formül işlemiş, HDP’nin de İstanbul ve Ankara’da denkleme katılmasıyla pek çok önemli şehir kazanılmıştı. Bu başarıyla 2023 seçimlerine de giden, ittifakı genişleten ortaklar istenen sonucu alamadı. CHP’lilerin deyimiyle ‘masadan kalkan’, İYİ Partililerin deyimiyle ‘masadan kovulan’ Akşener’in gidiş-gelişi de tek sebep olmamakla birlikte belli oranda güveni de kırınca devlet imkanlarını ve medyada algıyı orantısız kullanan Tayyip Erdoğan yeniden seçildi. Akşener’in seçim sonrası doğrudan adını vermese de CHP ve Kılıçdaroğlu için kimi eleştirel cümleler de kullanması, partililerin sonradan Akşener düzeltse de İstanbul-Ankara dahil kendi adaylarını çıkaracaklarını söylemesi, ittifak olmayacak mı sorusunu gündeme taşımıştı. Kılıçdaroğlu, bu konuda şunları söylüyor:
"Bizim kendi içimizde parti olarak kendi stratejimizi belirlememiz gerekiyor. Kendi adaylarımızı belirlememiz gerekiyor. Yani önce biz neleri yapacağız onu belirlemek gerekiyor. Daha sonra belki diğer partilere döneriz. Bu çerçevede ittifak olacak mı olmayacak mı o zamanı yeri gelince oturulur konuşulur."
Kemal Kılıçdaroğlu, yerel seçimler için çalışmaya başladıklarını da söyledi:
"Çalışmalar birden fazla boyutta. Her bir belediyenin, anakent belediye, büyükşehir belediyeleri, il belediyeleri, ilçe belediyeleri, her birisiyle ilgili neler yapabiliriz bu konuda iki grup ile çalışıyoruz. Yani bir akademisyen ağırlıklı bir grup var. Bir de kampanya grubu.
Kampanya grubu işte filmler nasıl olmalı, görseller nasıl olmalı... Çünkü her bir ilin kendine özgü durumu var. Belediye başkanı açısından farklı kentin de farklı karakteri var. Dolayısıyla her bir kent için farklı şeyler yapmalıyız. Bazı yerlerde belediye başkanlarımız kendi kampanyalarını kendileri yapacaklar. Büyük kentler özellikle böyle olacak. Yani Ankara, İstanbul, İzmir gibi yerlerde belediye, çünkü yaptıklarını da anlatacak. Neler yaptığını bugüne kadar ve bundan sonra neler yapacağını anlatacak."
Kemal Kılıçdaroğlu özellikle daha önce başarılı olmuş yerlerde aynı adaylarla seçime gidileceğini de söylüyor. "Son karar Parti Meclisi’nin" dese de aynı isimler tekrar aday olacak-gösterilecek.
Eski ittifak ortaklarıyla yerel seçimlerde kapının tam kapanmadığını da söylüyor:
"Biz İYİ Parti veya Saadet Partisi veya Demokrat Parti veya Gelecek veya Deva Partisi'yle kavga etmiş değiliz. İlişkileri tümüyle koparmış da değiliz. Pekala genel başkan yardımcıları da, milletvekilleri de, grup başkan vekilleri de konuşuyorlar. Medyada görüşler ifade ediliyor ama bu görüşlerin hiçbirisi kesin hayır bu mutlaka olmaz diye bir şey yok. Eleştiriler var, onu da saygıyla karşılıyoruz. Yani bize yönelik de eleştiri var. Medyanın ittifaka yönelik yaptığı eleştiriler var, bunları da saygıyla karşılıyoruz, yani söyleyeceğimiz başka bir şey yok."
"Kanlı bıçaklı değiliz;
5 gün sonra da bir ay sonra da bir araya gelebiliriz"
Konu muhalefetin seçim sonrası dağınıklığından devam ediyor...
-Kemal Bey, peki siz Altılı Masa ortakları birbirinizle helalleşebildiniz mi seçim sonrası? Meral Hanım'ın hem Kurultay'da hem sonrasındaki CHP’ye yönelik çıkışı, Ali Babacan’ın bir televizyon programında söylediği "CHP’nin kendi başına kazanması mümkün mü ya" cümlesi, sosyal demokrat kanattan gelen "Bu kadar fazla milletvekili neden muhafazakarlara verildi" eleştirisi... Seçim sonrası iktidar daha bir arada gözükürken muhalefet paramparça bir yapı arz ediyor. Bu yapıyla bu seçimlerin kazanılma imkanı var mı? Kendi aranızdaki bu tartışmanın nereye evrileceğini bekliyorsunuz?
Doğrusunu isterseniz ben öyle muhalefeti çok paramparça görmüyorum. Şimdi siz gazeteciler soru soruyorsunuz, doğal olarak onlar yanıt veriyorlar. Yani niye ayrı ayrı girdiniz veya neden 39 milletvekili verildi, soru soruyorsunuz. Onlar da gayet samimi bir şekilde cevap veriyorlar. Biz girmeseydik CHP tek başına girecekti. Fakat bu öyle bir algı yaratılıyor ki sanki biz sabah, öğle, akşam birbirimizle kavga ediyoruz. Yok öyle bir şey aslında, yani pekala telefon ediyoruz birbirimize, pekala birbirimizle konuşuyoruz, pekala onların eleştirileri varsa büyük bir dikkatle okuyoruz; biz de bakıyoruz yani.
Medya biz kanlı bıçaklıymışız, oturduk birbirimizi boğazlayacağız gibi veriyor. Aslında öyle bir şey yok. Yani biz pekala üç gün sonra da beş gün sonra da bir ay sonra da bir araya gelebiliriz. Oturup konuşabiliriz uygar insanlar gibi. Bizim siyaset dünyasında çok önemli bir şey yaptığımıza inanıyorum ben. Yani altı siyasi partinin ortak mutabakat metni hazırlaması, Türkiye'nin demokratikleşmesi açısından bir anayasa metni hazırlaması ve bunun altına imza atması... Allah aşkına kimin yapacağı bir şeydir bu? Biz bunu yaptık bu ülkede, bunun altında hepimizin imzası var ve hiçbirimiz
'imzamı geri çektim' demiyoruz. Hala aynı yerdeyiz, yani bu sıradan bir olay değil.
- Sayın Akşener ittifak bitti dedi…Ve yenisi için partisi pek gönüllü gözükmüyor.
İttifak zaten bitti. Şimdi bakın, ittifak yok ki zaten, ittifak seçim döneminde olur. Şimdi her birimiz ayrı partiyiz, şimdi ittifak yok ki. İYİ Parti; onlar da bizim gibi yerel seçimlere hazırlanıyor. Diğer partiler de yerel seçimlere hazırlanıyor. Yani biz hep beraber gelip, "Arkadaşlar biz yerel seçimlere nasıl hazırlanalım diye konuşmak" öyle bir şey yok.
Dolayısıyla yaptığımız çok değerli bir şey tartışma aramızda elbette tartışma olacak, onlar ayrı parti biz ayrı partiyiz dolayısıyla tartışma da olabilir, farklı adaylar da olabilir, farklı adaylar çıkarabiliriz. Dayanışma içinde olabiliriz. Belli yerlerde karşıt olabiliriz. Geçen seçimlerde Uşak'ta biz de belediye başkanı adayı çıkardık onlar da çıkardılar. Yanlış hatırlamıyorsam Niğde'de biz de çıkardık onlar da çıkardılar. Yani bazı yerlerde beraber olduk bazı yerlerde ayrı ayrı olduk. Bunların hepsi oldu yani.
"Meral Hanım'ın masadan kalkışının zarar verip vermediğiyle ilgili özel bir çalışma yapmadık"
-Meral Hanım’ın masadan kalkması, sonra geri gelmesi konusunda ne oldu hala tam olarak kimse bilmiyor...
Meral Hanım'ın masadan kalkması sonra masaya gelmiş olması elbette onların takdirinde olan bir şey. Biz 'neden masadan kalktın', 'neden masaya geldin' diye bir sorgulama yapmayız.
-‘Kovulduk’ da diyorlar.
Başka partiyi sorgulama gibi bir hakkımızın olduğunu da; yani ittifak içinde hakkımızın olduğunu da düşünmüyorum.
-Bu kalkışın zarar verdiğini düşünüyor musunuz?
Onu bilmiyorum yani zarar verdi mi vermedi mi diye böyle özel bir çalışma yapmadık doğrusunu isterseniz yani.
- Ama anketlerde oy oranı yüzde 17-18'di, 7'ye 8'e düştü diyenler var...
Gazetelerin yazdığı, sizlerin yazdığınız zarar verdi şeklinde. Bilmiyorum, yani dediğim gibi özel bir çalışma yapmadık bununla ilgili. Zaten özel bir çalışma yapacak zaman da yok. 'Ne oldu, artısı mı oldu eksisi mi oldu' öyle bir zaman dilimi de yok. Zaten yani her şey o kadar hızlı ilerliyor ki siz sabah bir şey düşünüyorsunuz, öğleden sonra gündem tamamen değişiyor akşam başka bir konuya odaklanıyorsunuz.
Bu noktada şu soru soruluyor:
-Kemal Bey, "Başarılı belediye başkanlarını yeniden aday gösteririz" dediniz. Bir de, "Biz önce kendi adaylarımızı belirleyip sonra ittifak ile bir araya geleceğiz" dediniz. Şimdi başarılı deyince İstanbul, Ankara, İzmir Adana, Mersin bunlar mı kastediliyor? Ekrem Bey, "aday adayıyım" diye çıktı. Mansur Bey, "aday adayıyım" diye ortaya çıktı. Birinci sorum her ikisi de sizinle bir istişarede bulundu mu, yani biz aday adaylığımızı açıklayacağız dediler mi size? İkincisi, bu konuda siz hem Ekrem Bey'in İstanbul'dan Mansur Bey'in Ankara'dan adaylığı konusunda genel başkan olarak görüşünüz nedir?
Kendileriyle zaman zaman yüz yüze görüşüyoruz veya telefonla görüşüyoruz. Başarılı olan belediye başkanlarını tekrar aday göstereceğimizi zaten defalarca ifade ettik. Yani yeni söylenen bir şey değil. Dolayısıyla arkadaşlar da kendilerini başarılı görüyorlar, doğru. Yani biz toplumun nabzını tuttuğumuzda da belediye başkanlarımızın başarılı olduğu görülüyor. Dolayısıyla tabii bunun son kararı bende değil, MYK'da da değil. Kararı Parti Meclisi verecek ama benim genel başkan olarak görüşüm, başarılı belediye başkanlarının görevlerini sürdürmeleri. Hele özellikle Ankara, İstanbul, Mersin, Adana gibi Antalya gibi bizim yeni aldığımız ve birinci dönemlerinde güzel çalışmalar yapılan belediye başkanlarını ikinci dönemlerinde daha başarılı olacaklarını, devir aldıkları sorunları kalıcı çözmek için çalışacaklarını biliyorum.
Biliyorsunuz buraları büyük borçlarla devraldılar, büyük borçların bir kısmı tasfiye edildi. Şimdi ikinci dönemlerinde çok daha güçlü olarak, mali açıdan da çok daha güçlü olarak başlayacaklar. Örneğin İstanbul'da metro inşaatları tamamen durmuştu. Şimdi metrolar, inşaatlar büyük ölçüde tamamlandı. Bir kısmı açıldı hatta bir kısmının açılışına ben de katılmıştım. Benzer uygulamalar diğer illerimizde de oldu. Mersin'de de, Adana'da da, Antalya'da da benzer uygulamalar oldu. Dolayısıyla ben arkadaşların başarılı bir şekilde 2. dönem görevlerini yerine getireceklerine inanıyorum.
Ve bence en önemli kısım:
"Dominant parti CHP’dir"
-Yerel seçimde başarınız erken seçimi getirir mi?
Normalde etik kurallara uyan bir iktidarın yerel seçimlerde kaybederse seçime gitmesi lazım. Demokrasinin kuralı budur. Güven testini gerçekleştirmesi lazım ama Erdoğan bunu yapar mı bilmiyorum. Bunu yapması için demokrasi kültürünü içselleştirmesi lazım. Erdoğan’da bunu göremiyorum. Toplumsal baskı bunu ne kadar gündeme getirir ya da etkili olur bilemiyorum.
-İmamoğlu CHP’nin, Yavaş İYİ Parti’nin adayı olsun formülleri de konuşuluyor ne dersiniz? İyi Parti’yle böyle bir işbirliği yapabileceğiniz konuşuldu mu?
CHP’li belediye başkanlarının olduğu yerde CHP’li belediye başkanları vardır, devam eder. Bunun ortası olmaz. Her halükarda Ankara’da da İstanbul’da da dominant olan parti CHP’dir. Öyle kabul etmek lazım.
İmamoğlu'na siyasi yasak getirilmesi olasılığı
CHP Genel Başkanı, seçim yenilgisi sonrası parti içinde "değişim" hareketi başlatan, kurultayda pek muhtemel karşısındaki adayı destekleyecek Ekrem İmamoğlu hakkında çok dikkatli bir dil kullanıyor. Özellikle siyasi yasak getirilmesi olasılığına "karşılarında 100 yıllık partiyi bulurlar" diye tepki gösteriyor:
"Bir büyükşehir belediye başkanını seçimle değil de yargıyı kullanarak seçim sisteminin dışına atıyorsanız, bu artık o ülkede iktidarın demokrasiden tümüyle vazgeçtiğini gösterir. Rakibinizi demokratik kurallar içinde yenerseniz toplum size saygı duyar. Devletin gücünü kullanarak rakibinizi elimine etmek onu sistemin dışına, seçimin dışına atmak isterseniz sizin demokrat olmadığınız, baskıcı bir yönetimi kullandığınız gerçeği ortaya çıkar. Biz Erdoğan'ın demokrasiden yana tavır takınmadığını gayet iyi biliyoruz. Rakiplerini yalanlarla, iftiralarla bazen yargıyı kullanarak sistemin dışına itmek istediğini de biliyoruz ama onun unutmaması gereken bir şey var. Onun karşısında 100 yıllık bir parti var, Cumhuriyet Halk Partisi var ve en azından bu son seçimlerde demokrasiden yana oy kullanan 25,5 milyon insan var."
Parti içi yarış
Kemal Kılıçdaroğlu, kurultaya doğru parti içinde yarış ile ilgili şunları söyledi:
"Parti içinde de MYK'da da Parti Meclisi’nde de her konuyu tartışırız. İnsanların idealleri olur, parti içi idealleri olur, parti dışı idealleri olur. Bizi diğer partilerden ayıran temel özellik de bu zaten. Yani biz demokrasiyi içselleştirmiş olan bir partiyiz. Bugün buraya gelmeden önce mesela eski partililer ile buluştum. Şikayet de ettiler, listede bizi koymadınız dediler, bir sürü şey anlattılar, bunları dinliyorum ben. Şimdi normalde diğer partilerde böyle bir tablo bulamazsınız. 'Vay sen nasıl konuşursun' diye başlanılır. Biz de bunların tamamını dinleriz, dolayısıyla niçin hangi gerekçelerle yapamadığımızı da anlatırız. Yani bir anlamda eski partililerimize hesap da veririz. Yani ben MYK'ya da hesap veririm, belediye başkanları da, Parti Meclisi de, il başkanları da gelir. Onlar bizi eleştirirler, biz onları eleştiririz. 'Neden yeteri kadar çalışmadınız' deriz, eksiklikleri varsa tek tek söyleriz. Onlar da bizim eksiğimizi söylerler bize ama bu hani böyle bir kan davasına dönüşmez bizde. Bizde tartışılır, belli bir şey varsa, seçim varsa, yerel seçim varsa hep beraber gideriz. Yerel seçimlerde gücümüzü gösteririz oyumuzu kullanırız. Yerel seçimler biter, ondan sonra otururuz tekrar tartışırız. Bizi yüz yıllık parti yapan da zaten bu. Yani diğer partilerden ayıran temel kural da bu. Eğer bu tartışma kendi içinde dinamizmini kaybederse ve tartışma tümüyle yok olursa parti bir anlamda kendisini sonlandırmış olur. Çünkü artısını eksisini tartışmayan bir partinin geleceği inşa etme şansı olmaz. Gelecek nasıl sağlıklı inşa edilir? Tartışılarak yapılır. Benim görmediğimi bir başka partili görür. Şimdi bu aslında demokrasinin de bir gereği ama toplum öyle bir hale geldi ki kendi içimizde demokratik tartışmalar bile ‘vay işte gördünüz mü siz Ak Parti gibi değilsiniz’. Orada tek adam rejimi var yani bir kişi konuşuyor, herkes esas duruşta. Orada aksini söyleyemez, her kimse söylediği zaman tasfiye edilir. Bizde öyle bir kural yok, olmaz da zaten öyle bir gelenek de yok partinin içinde. CHP’de eleştirilerde asla belli bir düzeyin altına inilmez. Yani belli bir saygı içinde o en sert eleştiriler yapılır. "
HDP aday çıkarırsa...
HDP’nin başta İstanbul aday çıkarma konusuna şöyle yanıt veriyor:
"Doğrusunu isterseniz yani HDP aday çıkarır mı çıkarmaz mı ya da diğer partiler aday çıkarır mı çıkarmaz mı yani ittifak içinde olanlar aday çıkarır mı çıkarmaz mı onu bilmiyoruz yani. O gelişen olaylar, gelişen süreç içerisinde oturulur konuşulur.
Yeşil Sol Parti ayrı aday da gösterebilir yani geçmişte de belli yerlerde ayrı aday gösterdi. Bazen aday göstermedi, hangi belediye başkanını istiyorsa ona destek verdi. Dolayısıyla bizim HDP'nin iç işine karışmak gibi bir ne görevimiz ne de öyle bir etik dışı davranışımız olur yani, onların iç işlerine karışmayız . Onlara saygı gösteririz, diğer partilere nasıl saygı gösteriyorsak HDP'ye de aynı saygıyı gösteririz."
Bir diğer soru…
-HDP ile yani Yeşil Sol ile ilişkiler nasıl olacak. İYİ Parti’nin buradaki tavrı Meral Akşener’in olumsuz bakışı olası ittifakı zorlar mı?
Şimdi iş birliği ayrı konuşmak ayrı. Yani Meclis'te grup başkan vekilleri konuşuyor, sadece bizimki değil yani. Diğer grup başkan vekilleri de konuşuyor. Halkın seçtiği ve halkın parlamentoya getirdiği bir partiyi siz düşman ilan edemezsiniz. Halk ona oy vermiş, kaç milyon oy almış. Grup başkanı var, Meclis'te Başkanlık Divanı'nda oturumu yönetiyorlar, parlamentoyu yönetiyorlar.
Şimdi siz bunlara bir şey diyemezsiniz. Bana HÜDA PAR'ı da sordular. Dedim ki parti olarak seçilmiş gelmiş, parti olarak saygı duyarız ama görüşlerine katılmayız. Dünya görüşüne katılmayız. HÜDA PAR'ı düşmanlaştırmak gibi bir düşüncemiz yok yani. Dünya görüşü bizimle taban tabana zıt, biz onların görüşlerine katılmıyoruz ama katılmıyoruz diye onlara oy veren vatandaşları düşman ilan etmek, demokraside olmaz.
-HDP ile Yeşil Sol ile 2019’daki gibi bir işbirliği istiyor musunuz?
Şimdi şöyle, koşullara bağlı. Sizin bir partiyle oturup konuşmanızın koşulları vardır. Bu koşullar sadece bizim arzu ettiğimiz değil; yani belki onların da talepleri olacaktır. Bilmiyoruz ama dediğim gibi yani bizim normalde oturup biz bütün siyasi partilere, parlamentoda olan siyasi partilere, AK Parti de dahil olmak üzere, MHP de dahil olmak üzere biz onları düşmanlaştırmadık. Hiçbir zaman 'AK Parti düşman parti, MHP düşman parti, vay bunlar Cumhur İttifakı, biz bunlara işte yalın kılıç gideceğiz'... Hayır yani demokratik yollarla eleştirilerinizi yaparsınız. Kurallara uymadığı zaman, yani parlamento, anayasaya aykırı uygulamalar yaptığı zaman yine demokratik yollara, mesela Anayasa Mahkemesi’ne başvurursunuz. Olay budur yani öyle bakmak lazım.
Sosyal patlama
Kemal Kılıçdaroğlu’nun endişesi ekonomik temelli sosyal patlama:
"AK Parti'nin izlediği politika alt gelir gruplarından üst gelir gruplarına kaynak aktarmak. En tipik örneği kur korumalı mevduat. 717 milyar TL faiz ödendi ve 1 kuruş vergi alınmadı. Bu kur korumalı mevduat sahiplerinin özel olarak korunması demek yani 717 milyar TL'lik faizi nasıl ödeyeceksiniz, nereden ödeyeceksiniz? Fakirden alacaksın, vergi alacaksın birisine ödeyeceksiniz. Bu olağanüstü, cumhuriyet tarihinde ender görülen olağanüstü kaynak transferlerinden birisidir, vergisiz, kur garantisi var. Faiz elde ediyorsunuz yani ballı börek gibi bir şey yani, olağanüstü bir şey. Aynı zamanda dolar garantisi verdiğiniz yani bizim beşli çete diye tanımladığımız dolar garantisi verdiğiniz kişiler var, köprüden yoldan geçerken özel şeylerden geçerken. Özel, kamu özel iş birliği projelerine yapılan ödemeler. Bunlar da yine dolar garantili. Ama mesela ücretliye ve emekliye bir geçim garantisi verilmiyor. Onlara da bir geçim garantisi verilmesi lazım. Asgari bir garantiyse sen hepsine garanti veriyorsun, doları olan milyarları olan insanlara garanti veriyorsun ama emekliye böyle bir garanti vermiyorsun, ücretliye böyle bir garanti vermiyorsun. Dolayısıyla sistem tersine çalışıyor ve üst gelir gruplarına olağanüstü bir kaynak transferi gerçekleşiyor, olan bu. Bu nereye kadar gider? Alt gelir grupların işte onlara belli kaynak transferleri yapılır, yardımlar yapılır. İşte dul parasıydı, yetim parasıydı, emekli aylığına sıkışınca bir parça artırmaktır, memur aylıklarını bir parça sıkışınca seçim dönemlerinde artırmaktır gidecek ama bu işin sonu yok yani."
Burada sonu ne olur diye soruluyor:
"Sosyal patlamaya doğru gider yani dünyada görülen tablo budur. Sosyal patlamaya doğru gider."
-Kılıçdaroğlu niye seçim öncesindeki gibi alanda değil eleştirileri var. Buna ne diyorsunuz?
Emekli derneğine giden benim ama yeteri kadar ilgi duymadı medya, ne yapayım ben? Köylülerle oturup konuşan benim, onların şikayetlerini dillendiren benim, arkasından Akbelen'e giden benim. Bütün o kadınları tek tek konuşturan benim. Buraya geldim siz kendi derdinizi anlatın bak bütün medya burada ben değil, benim anlatmam değil, sizin anlatmanız çok daha önemli diyen benim.
Sonra getirip Meclis’te bir grup toplantısında kadını kürsüye çıkarıp Akbelen'deki derdi ben değil onun kendi anlatmasına imkan veren yine benim. Daha buna benzer gidip taksi şoförleriyle buluşan onlarla konuşan da benim. Ya benim dışımda hiçbir lider yapmadı ama bunlar bizim beklediğimizi yani medya bizim beklediğimiz ilgiyi göstermedi tabii niye göstermedi, bilmem. Benim medyayı suçlayacak lüksüm yok ama çalışmaysa yapıyorum. Eskisi kadar ses getiriyor mu getirmiyor mu o günün koşulları farklı tabii yani bugünün koşullarıyla o günün koşullarını, o gün bir seçim atmosferi vardı. O seçim atmosferi içinde gidiyorsunuz. Şimdi bir seçim atmosferi yok. Bir şekliyle anlatmaya çalışıyoruz. Felaket bir şey geçici işçi alıyorsunuz işte okullara falan kaç kişi başvurmuş bugün yine gazetelerde var, binlerce kişi gidiyor geçici iş için sıraya giriyorlar. Bu gerçi geçmişte de vardı şimdi de var. Şimdi daha da tabii giderek büyüyor bu tablo, nereye kadar gider onu da bilmiyorum ama bu sosyal patlamaya götürür toplumu.
-Böyle bir risk görüyorsunuz yani sosyal patlama riski görüyorsunuz öyle mi?
Var tabii o risk. O risk var, var olduğunu şöyle biliyorum. Mesela akaryakıta olağanüstü zam yapıldı. İzmir'de şoförler boykot yapmak istediler. İzmir'de ve hemen polisler orayı bastı. Bütün şoförleri dağıttılar. Kimse bir araya gelmesin, bunu konuşmasın, sorunlarını dile getirmesin diye bastılar.
"Başörtüsü sorununu kim çözdü?"
Kemal Kılıçdaroğlu AKP’ye eleştirilerini sıralarken şöyle bir soru attı ortaya:
"Belki şu soruyu da sormak gerekiyor yani. Bugüne kadar Ak Parti Türkiye'de hangi sorunu çözdü. Gerçekten bu soru hiç sorulmuyor. Hangi sorun çözüldü?"
Masadaki gazetecilerden biri ‘başörtüsü sorunu’ diye yanıt verdi. Onun üzerine şöyle dedi:
Başörtüsü sorununu AK Parti çözmedi, çözen biziz. Dönemin YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan hayatta. Telefon açıp Yusuf Ziya Özcan'a, "Kardeşim siz bu kızları neden üniversiteye almıyorsunuz" diyen benim. Ya 'siz karşısınız', hayır biz karşı değiliz. O zaman ben yarın sabah alacağım, al dedim. Bu durumu en iyi bilenlerden biri de Abdullah Gül'dür.
Soru devam etti: Sizi o noktaya getiren AKP’min verdiği mücadele olmadı mı?
"Ben o mücadele verilmedi demiyorum; bakın ama sorunu kim çözdü dediğiniz için, yani sorun çözen biziz diye söylüyorum ben. Yoksa Ak Partililerin başörtüsü konusunda mücadele verdiklerini bu konuda sivil toplum örgütlerinin mücadele verdiğini, el ele tutuşup büyük köprülerden başlayarak başörtülü kızların mücadele verdiğini gayet iyi biliyoruz. Orada CHP'nin hiç kusuru yoktur demedim bakın. Yeri geldiğinde öz eleştiriyi de yaptık yani ama ona rağmen sorun çözmeyenler onlar ama sorunu biz çözdük, üniversitede sorunu biz çözdük.
Erdoğan’a bakış
Notlarım arasında Erdoğan ile ilgili sorulan iki soru ve yanıtları var. Birincisi uzun süredir iktidarda kalışı, kazanması:
"Uzun süre iktidarda kalması sonuçta halktan oy alması küçümsenecek bir olay değil yani. Sosyolojik olarak bunun analiz edilmesi gerektiğine de inanan birisiyim. Ya bu konuda çok sayıda güzel çalışmalar, araştırmalar var onu da üç aşağı beş yukarı fırsat buldukça okuyan birisiyim ama hayatın bir gerçeği var. Dini Erdoğan iktidarı kadar istismar eden başka bir parti gelmedi. Şimdi din çok güçlü bir faktör. Siz bu faktörü istismar ettiğiniz andan itibaren geniş kitleleri etkileyebiliyorsunuz.
İki konuda Cumhuriyet Halk Partisi çok hassastır. İki konuda, bir Diyanet İşleri Başkanlığı, iki Genelkurmay Başkanlığı bugüne kadar bütün genel başkanlar bu iki konuda zorunlu olmadıkça konuşmamışlardır. Çünkü iki alanın da siyasete malzeme edilmemesi gerektiğine inanmışlardır. Atatürk'ten beri böyle, biz de öyle yaparız. Yani bir anlamda miras olarak gelmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı konusunda mecbur olmadıkça konuşmayacaksın, dini siyasete alet etmeyeceksin. Genelkurmay Başkanlığı konusunda da mecbur olmadıkça konuşmayacaksın, askeri siyasete çekmeyeceksin, bu böyle ama maalesef yani bizim sağ dünya diye tanımladığımız dünya dini en acımasız şekilde her ortamda siyasette kullanmıştır böyle bir garabet var."
Diğer soru…
-Erdoğan kendi yaptığının tam tersini yapabiliyor. Siz esnekliği, aynı değişim kapasitesini sergileyebildiğiniz kanaatinde misiniz?
Erdoğan kadar aynı esnekliği gösterme kapasitesine sahip olamayız. Bizim tabanımız bize oy veren kitleler de bunu kabul etmezler. Eğer bugün beyaz dediğinize belli bir süre sonra siyah derseniz bizim kitle bizi perişan eder. Etik değerlerden ödün vermemeye, ahlaki değerlerden ödün vermemeye özen gösteririz. Yani bu bizim için çok değerlidir. Dün siyah dediğinize üç gün sonra beyaz derseniz belki bir Erdoğan'a destek verenler belki bunu kabul edebilirler ama biz bunu kabul edemeyiz yani bizim taban da kabul etmez. Şimdi birisi kalkıp bize şunu söylese. Arkadaş sen şu mal varlığını açıkla bakayım, derse yani biz mal varlığımızı açıklamazsak partide bir saat bile duramayız, ama Trump bak ha kızdırma mal varlığını açıklarım dediğinde hala kitleler oy veriyorsa oturup bunun sorgulanması lazım, sorgulamamız lazım. Siyasi ve ahlaki duruş çok önemlidir siyasette. Şimdi siz eğer bugün söylediğinizin ertesi gün 180 derece tersini yapıyorsanız ve hala destek alıyorsanız bir sorunumuz var demektir. Toplumsal bir sorun, siyasal değil, toplumsal bir sorun var demektir. Bunun oturulup tartışılması lazım, bunun oturulup konuşulması lazım.
-Bu tek başına CHP'nin çözebileceği bir şey mi?
Hayır, tek başına CHP'nin değil, birincil rol, ülkenin aydınlarına düşüyor. Birincil rol, ülkenin kanaat önderlerine düşüyor, akademik dünyaya düşüyor. Bakıyorsunuz mesela yalan söylediği zaman, her şeyi bırakabiliyor ve yalanı ortaya çıktığı zaman her şeyi bırakıyor ve çekiliyor bir köşeye. Bizde yalan söylediğiniz zaman el üstünde taşınıyorsunuz yani, oturulup bunun tartışılması lazım. Bu bizim siyaset dünyamızda yeteri kadar konuşulmadı hiçbir zaman. Aslında bunun konuşulması lazım. Yeteri kadar tartışılmadı, bunun da tartışılması lazım. Bir kişi kendi malvarlığını niye açıklar, niye gizler mal varlığını? Kazanmışsan mal varlığın meydandadır yani söylersin benim mal varlığım budur dersin veya bir şey yapıyorsun hani politik olarak bir şey söylüyorsun, sonra aksini yapmak durumunda kalıyorsun, çıkarsın bunun gerekçelerini anlatırsın ben bunu da anlarım. Bizim bir atasözümüz var, doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar diye. Doğru söyleyenin dokuz köyden kovulduğu bir yerde siyasetin ne kadar zor olduğunu hepinizin görmesi lazım. Bizim de zorluğumuzu bilmeleri lazım.
Sığınmacı sorunu
Kemal Kılıçdaroğlu, kontrolsüz göç konusunda endişeli. Şunları anlatıyor:
"Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı bağırıyor, çağırıyor, tehlikeye dikkat çekiyor. Kilis Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı bana anlattı bütün bunları. Bölge tamamen kontrolden çıkmış durumda şu anda. Asıl üzerinde durulması gereken nokta bu ama bu konu hiç gündemde değil. Seçimi kim kazandı ben söyleyeyim, seçimi Suriyeliler kazandı, sığınmacılar kazandı seçimi. Kimin ne kadar olduğu bile belli değil. Eskiden vatandaşlık verilirken ve vatandaşlıktan çıkarılırken Resmi Gazete’de yayımlanırdı bunlar. "
Burada şu soru soruluyor:
- Kemal Bey, siz bir sosyal demokratsınız. Sığınmacıları bir genelleme içinde söylediğiniz zaman çoluğuyla çocuğuyla savaştan kaçmış, insanlar da var burada ve bunlar bir şekilde hayatlarına devam ediyorlar. Benim görebildiğim endişelendiğim noktalardan bir tanesi de kimi yerlerde bu insanların hedef oldukları öfke patlamaları. Siz riskleri söylediniz ama bir dilde bir özen ister mi acaba çünkü o çocuklar, o insanlar, o aileler bir risk altında değil mi sizce?
Onu yapıyoruz. Kadın iki çocuğuyla beraber savaştan kaçmış veya eşiyle beraber kaçmış gelmiş; tamam bunlara biz bir şey demiyoruz zaten ama bunların belli bir yerde tutulması lazım. Nerede? Ya Suriye sınırında ya bizim topraklarda bir yerlerde tutulması lazım, çadırların kurulması lazım, yardımsa yardım, beslenme ise beslenme, okulsa okul her türlü imkan karşılansın, ona itirazımız yok. Avrupalı da para veriyor zaten bunu yap diye ama hesabını vermediği için Avrupalı parayı vermiyor, sen parayı nereye harcadın diyor, ben bilmiyorum diyor. Bakın bir şey, dernek adını vereyim. HAYAD, bunun başında bir kişi var ve Suriye'deki ailelere ve çocuklara yaptığı yardımları, filmlerini görmenizi isterim. Gönüllü, yaptığı bütün harcamaları dijital ortamda Avrupalılar görüyorlar yani, Avrupa Birliği görüyor ve masraflarını karşılıyorlar onların, her türlü masraflarını. Çünkü parayı sen buraya harcıyorsun, sana yardım ediyoruz diyorlar. Fakat bizde gelmiş nerede olduğu belli değil. Bir Kilis'e gidin, Kilis'te filinta gibi gençler, saçlar, tıraşlar, keyfi yerinde Allah aşkına bunlar sığınmacı falan değil ya değil. Afganlar yani ben Afganların özel olarak Konya'da eğitildiğini de biliyorum.
-Öyle mi?
Evet, eğitildiğini biliyorum bunların. Ya bunlar nasıl, kim eğitiyor bunları? Bu kamplar nerededir? Bu kamplarda kaç kişi var, kaç kişi eğitiliyor bu kamplarda? Bu Kilis'le Hatay'a kadar olan bölgede uyuyan hücreler nedir? Kimdir bu uyuyan hücreler? Türkiye bakın bir ekonomik kaosla beraber, ekonomik patlamayla beraber başka patlamalara her an gebe olabilir, her an. Çünkü kontrolsüz bir süreç içerisinde gidiyor. Bunun önlemi alınmadığı takdirde ne olacak, ne olacak yani? Siz eğer İran’dan binlerce kilometreyi aşıp Afganistan'dan Türkiye'ye getirip siz uyuşturucu sokabiliyorsanız, Afganlar gelebiliyorsa.
-İran da bu tarafa geliş için itiyor galiba...
Efendim şöyle oluyor.. Afganistan'dan geliyor, Tahran'da belli yerlerde tutuluyor. Tahran'dan sonra Türkiye sınırında üç ayrı yer var. Orada tutuluyor bir ay kadar. Sonra Türkiye'den sınırdan geçiriliyor ve Türkiye'ye sokuluyor bunlar, hepsi biliniyor aslında. Yani bu bilgiler benim gidip bulduğum bilgiler değil, bu bilgiler devletin yetkili organların bildiği bilgiler ama ben gittiğimde sınıra şunu söyledim. Ya buradan pasaportsuz birisi geçebilir mi? Hayır efendim geçemez dediler. Peki bu kadar insan başka yerden geliyor. Karakollar var, bir karakol diğer karakolu görüyor. Yani buradan baktığınızda diğer karakolu görüyorsunuz. Ayrıca kamera var, kuş uçsa görüyorsunuz. Peki nasıl binlerce insan elini kolunu sallayarak giriyor. Ben bölgede görev yapan jandarma komutanıyla da görüştüm. Yani uyuşturucu, o kadar büyük paralar dönüyor ki yani siz o paralarla her şeyi getiriyorsunuz yani. Geliyorlar hangi firmanın otobüsüne bineceklerini dahi bütün Vanlılar biliyor. Onlar geliyor, şunu söylüyorlar bir kısmı gerçekten geliyor, çoban olarak görev yapıyor, bundan çok memnunlar. Bu işi Afganlar çok iyi yapıyor ama hepsi çoban değil ki. Sorun büyük yani, ne kadar bunlar, Türkiye'yi nereye götürüyorlar bilmiyorum yani. Bana göre Erdoğan, Büyük Orta Doğu Projesi'nin eş başkanlığını yapmaya devam ediyor, o konuda en ufak bir şüphem yok. Erdoğan kesinlikle Türkiye'nin çıkarlarını düşünen bir insan değil. Dini kullanarak bütün Türkiye'nin başına büyük felaketler açacak olan bir insandır.
İstifa çağrıları
- Size seçimlerden sonra istifa çağrıları oldu. Siz bir şekilde partiye devam etme kararı aldınız. Partiyi güvenli limana yanaştırmaktan bahsettiniz. Bu kurultayla beraber bu güvenli liman olmuş olacak mı tekrar genel başkan olursanız?
Olacaktır.
- Ondan sonra siz bunu teslim etmek için mi bir yol yürüyeceksiniz?
Şimdi kurultayda göreceksiniz, demokratikleşmenin ne olduğunu herkes görecek, tanık olacak buna. Gerçekten partide herkes tanık olacak. CHP'nin şöyle bir özelliği var. Türkiye'deki büyük değişimlerin altında CHP'nin imzası vardır. Partilerin demokratikleşme konusunda da kendi içimizde, bütün partiler için söyleyemiyorum, kendi içimizde demokratikleşmesi konusunda da çok önemli gelişmelere imza atacağız. Hepiniz tanık olacaksınız.
- Siz bunun önünü açacaksınız yani.
Tabii yapacağız.
-Değişimin önünü açacağınız mı anlaşılacak buradan? Tüzüğe mi atıfla?
Tabii tüzükle, başka ne ile olacak.
- Yani sürprizler mi beklensin?
Tüzükte, yok yani tabii bir düzeni değiştirdiğinizde herkesin memnun olmasını bekleyemezsiniz ama bugün yaptığım toplantıda bir oranı açıkladığımda en çok alkışı erkekler verdi, kadınlar lehine.
- Kurultayda değişimin önünü açacağınızı söylediğinizi yazsak doğru bir cümle mi olacak?
Değişimin önü zaten açık bizde, kapalı hiç olmadı ki.
- Genel başkan değişimini mi kastediyorsunuz?
Bir değişim yapacağız o kesin. Değişimin hukuki temellerini oluşturacağız o da kesin. Tabii bu bizim önerimiz, kurultay bunu kabul eder mi etmez mi onu bilmiyorum. Çünkü ben geçmişte ön seçim için şeyi ön görmüştüm. Düzenli aidat ödeyenler, milletvekilini seçsinler. Böylece naylon üyeler bitecek, düzenli aidat ödeyen, kendi milletvekilini, belediye başkanını, belediye meclis üyesini belirleyecek. Kurultay bunu reddetti, kabul etmedi. Şimdi pişmanlar, keşke kabul etseydik diye şimdi getireceğiz, getireceğiz yeniden. Yani hiçbir partide olmayan bütün demokratik standartları getireceğiz.
Güvenli liman, kurultaya bütün demokratik standartları getireceğim. Parti gerçek anlamda tam demokratik kuralların işlediği bir parti haline gelecek. Ondan sonra özgürce kendi genel başkanını seçecek. Yeri geldiğinde başkanı görevden alacak bir kurultay olacak.
İşte söylüyorlar, güçlü genel sekreterlik olsun, olur. Eskiden vardı zaten, o kalkmıştı, dolayısıyla örgütün de beklentilerine uygun olarak ve gerçekten de siyasi partilerin demokratikleşmesi açısından da buna ihtiyaç var yani.
- Ön seçim dahil mi?
Tabii, tabii. Zaten yani aktif pasif üye yapısını getirmemizin temel nedeni de ön seçim.
Kemal Kılıçdaroğlu ile ilgili önemli gördüğüm bölümler bunlar. Yarın tüm bunları analiz eden bir yazı yazacağım.