Bir sofra Açıkhava'da.
Uzun upuzun…
Türk, Kürt, Laz, Çerkes, Arap, Ermeni, Rum…
Müslüman, Hristiyan, Yahudi…
Kim varsa yaşayan bu topraklarda...
Herkes toplanmış etrafına.
Kadın erkek çoluk çocuk…
Rengârenk her şey.
Memleket gibi.
Kıyafetler, mendiller, hatta merdivenler.
Bir de kalabalık her yer.
Zaten her şey kalabalıklarda güzel.
Ne çok dil, ne çok ses.
Bazen anlamasan da sözleri.
Etraftakilerin açık gönül gözleri.
Arapça bir gazel önce.
Yanık…
Filistin'den.
Arkasından Âşık Sinem Bacı'dan.
"Uyu deme uyumam…
Yürü deme yürüyemem…
Sus deme susamam…"
Susmak…
Zaten kimsenin buna niyeti yok…
Bir zamanlar resmi kayıtların “bilinmeyen dili...”
Heware gule (Gülün feryadı-Vedat Yıldırım,) Mirkut (Tokmak-Şivan Perver)…
Kurmanci…
Herkes farkında bu arada..
Dili kullanmak yetmez..
Ana dilde eğitim mutlaka.
Sonra Zazaca.
Fadike.
Çoçuk gelinlerin acıtan hikâyesi…
Davul zurna onun düğünü için çalıyor.
O evlenmek nedir bilmez çocuklarla oynuyor.
Sözler değil bedenler de hareketli bu sofrada.
Bazen Kadirilerin zikrine…
Sesin, nefesin, bendirin ritmine karıştığı o büyülü atmosfere…
Bir süre sonra Alevilerin Semahı'na...
Şahitlik etmek.
Alevilerin hâlâ kendi inançlarınca ibadetine karışmayı had görenleri düşünerek…
Romanlarla şukar şukar'a (güzel güzel) el çırpmak.
Rizelilerle iki ayak horona kalkmak.
Bölgede dereleri kurutan HES'lere isyanı unutmamak…
Dünyanın en eski üç dilinden Süryanice'yle “şarkı söyleyelim” deyip…
Ermenilerin Kutsal Ayini'nden Amen Aziz Baba'yı ilk kez dinlemek.
Âşıkları, abdalları, dengbejleri anmak.
20 yıl olmuş Kardeş Türküler kurulalı..
Etrafta ne çok 17-18 yaşındakiler…
Biliyorum, biliyoruz…
İnsanlar, gruplar yaş alır.
Ama türkülerin, seslerin, yaşı yok.
Bir kez daha gördüm ki...
Onlar hep gençtir genç kalır.
İlk söylendikleri gün gibidir.
Yüz yıl da geçse yürekte karşılığı vardır…