Sabah gözüm aynaya takıldı. Saçlarıma ama nedense daha çok sakallarıma. Ne çok beyaz var. Kendi kendime ‘yüzümdeki papatya tarlam’ diye düşündüm. Gülümsedim. En sevdiğim çiçektir papatya belki de beyazlarımı kendime daha sevimli göstermek için aklımdan geçti. Sonra bir gömlek seçtim üzerime, bir ceket yola koyuldum. Çağlayan Adliyesi’ne gidiyordum. Son 10 yılda ne çok yolum düştü oraya. Önce arkadaşlarım için sonra kendim için sonra yeniden arkadaşlarım için, sonra…Arkadaş dememe bakmayın. Bir kısmını davalar sırasında tanıdım. Demokrasi – hukuk mücadelesi arkadaşları diyeyim.
Adalet Nöbeti idi rotam. Beş yıl önce 6 nisan 2017’de aralarında benim de bulunduğum Cumhuriyet Davası’nın, hukukçu tutukluları için başlayan, sonra Türkiye’de nerede haksızlık varsa nöbeti oraya taşıyan sivil bir eylem. Avukatlar Kemal Aytaç, Gülsün Sop, Hafize Sabancı, Emek Güven ve Adalet Dinamit’in bir hukuk bürosunda planladığı bu eylem önce bizler için, sonra cezaevlerinde haksızlığa uğrayan binler için karanlığın içindeki bir ışık oldu.
İlk ‘Adalet Nöbeti’ tutulduğunda Silivri Cezaevi, 9 numaralı kısım, A47’de tutukluydum. Akın Atalay ve Mustafa Kemal Güngör ile.
Aradan beş yıl geçti. Bu kez Silivri Cezaevi, 9 numaralı kısım, A47’de yani aynı hücrede kalan tutuklu arkadaşlarım için nöbette konuşacak üç kişiden biriyim. Diğerleri İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu ve Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkanı Esin Köymen.
Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Hakan Altınay…Hakan’ı ilkokuldan tanıyorum, önlüklü halini hatırlıyorum. Hep demokrasi için mücadele etti. Evladı Ege ‘kahve arkadaşım’…Henüz iki yaşında annesiyle beraber etrafta mutlu mesut koşturduğu anlar gözümün önünde. Cezaevine ziyarete gitmiş babasını, eve giderken ‘gel gel’ demiş…Her yaştan ne çok evlat, Türk-Kürt cezaevindeki annesini-babasını bekliyor. Ve bilirim ne zordur aileni geride bırakıp gitmek ya da tüm sevgini-özlemini bir saate sığdırmaya çalışmak.
Tayfun Kahraman’ı tanımıyorum, ama verdiği mücadeleyi biliyorum. Onun da Vera’sı var.
Gelelim Can Atalay’a…Kıpır kıpır hiç duramaz o. Duydum ki hücre arkadaşlarına spor yaptırıyormuş. Nerede hak davası var oradadır. Son mesajlarımıza bakıyorum, ilgilendiği, topluma mal olmuş davaların notlarını paylaşmış. Cezaevinde de sık sık ziyaret ederdi beni-bizi. Ne yazık ki avukat olmadığım için ben ona gidemeyeceğim.
Bakırköy Cezaevi’nde Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater ve Mine Özerden. Bu isimler hepsi Gezi’de çevreyi, doğayı, ağacı, birlikte yaşamı, barışı konuşmuş-savunmuş isimler. Üç yıl önce beraat ettikleri davadan şimdi tutuklular. Biliyorum bu hukuksuzluk çok uzun sürmeyecek. Ama hapiste bir saat bile kalmak zordur onu da bilirim.
Çağlayan’da yaptığım konuşmamın sonunda ‘haklı mücadelelerinin hepimizin mücadelesi olduğunu, asla yalnız yürümeyeceklerini’ söyledim. Bunu söylerken inanarak söyledim. Çünkü her geçen gün daha çok insanın demokrasi talebi ile yan yana geldiklerini, itiraz ettiklerini görüyorum.
Çağlayan çıkışı mail’lerim arasında Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Hanım vasıtasıyla bir grup gazeteci, yazar, aydına yolladığı mesajı gördüm. Farklılıkların bir arada barış içinde yaşadığı bir Türkiye için herkesi sorumluluğa çağıran, cumhuriyetin ikinci yüzyılından bahseden önemli bir metin. Burada benim altını çizdiğim bölüm belki de ruh halimle bağlantılı. Şöyle demiş Demirtaş:
Bizim hayalimizdeki Türkiye çiçek bahçesi gibidir ve herkes kendi kimliğiyle, inancıyla, yaşam tarzıyla, özgürce yer alır bu bahçede. Hepimizin kendimiz kalarak bir olması vardır. Tek ırk değil tek yürek olmaktır hayalimiz. Doğa emrimize amade değildir biz doğanın parçasıyız. Silah, çatışma, kan, gözyaşı yoktur, onurlu bir barıştır hayalimiz.
Oturdum yazdım sabahtan beri yaşadıklarımı. Sonra yayınlanmak üzere T24’e yolladım. O sırada haber geldi. Canan Kaftancıoğlu’nun cezalarının bir kısmı Yargıtay tarafından onaylanmıştı. Siyaset yasağı gelmişti.
Kaftancıoğlu’nu sivil toplum çalışmaları yaptığı yıllardan beri tanırım. Siyasette de doğru bildiğini söyleyen çok çalışan bir isim oldu. İstanbul’daki seçim galibiyetinin en büyük mimarlarından diye tarif edebiliriz Kaftancıoğlu’nu. Ve bunun ‘cezası verilmeye’ çalışıldı. Ama O’nun seçim galibiyeti dışında bunun ötesinde de anlamı var. Ötekileştirilen herkes için sadece sözde değil alanda da mücadele eden bir isim o. Ve bu yüzden hedef idi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu karar üzerine Ankara’dan tüm milletvekilleriyle İstanbul’a geldi. İl başkanlığının önünde heyecanlı bir kitleye iyi bir konuşma yaptı. Şöyle dedi:
Cezalandırmaya çalıştığın Canan’ın arkasında koca bir halk var. Bunu bir an bile aklından çıkarma. Unutma Erdoğan, bugün Canan nezdinde vücut bulan halkın sesi, halkın iradesi senden büyüktür. Canan yüreklidir. Canan cesurdur, Canan bizimdir. Herkes duysun.
Kılıçdaroğlu 21 Mayıs’ta Bursa’da yapmayı hedefledikleri mitingi de İstanbul’a aldıklarını duyurdu. Bu arada altılı masanın tüm liderlerinden Kaftancıoğlu’na büyük destek geldi. Aslında İstanbul mitingi sadece Kaftancıoğlu için değil tüm adaletsizlikler için düzenlense ve tüm liderler katılsa çok daha etkili olur. Adalet Yürüyüşü’nden Adalet Mitingi’ne…
Ve o miting de:
‘Can da bir Canan da…Demirtaş da Kışanak da…Yanlış tartan terazi sadece bir kesimi değil herkesi yanlış tartar’ denilebilse keşke…
Selahattin Demirtaş’ın ‘çiçek bahçesi’ hayali…Yüzümdeki papatyalar…Silivri’de ya da memleketin dört bir yanında siyasi görüşleri nedeniyle özgürlükleri çalınmış insanlar…Osman, İdris, Çiğdem, Mücella, Hakan… Daha kaç anne, baba, eş, kardeş, evlat yol gözleyecek?
Canan Kaftancıoğlu’na siyaset yasağına gelince…Manşetlerle savaşarak iktidara geldiğini söyleyen, okuduğu bir şiirden hapse girip ‘muhtar bile olamaz’ denilen Erdoğan, attığı tweet’ler yüzünden Canan Kaftancıoğlu’nun bir daha siyaset yapamaz hale geleceğini mi sanıyor?