Bir süredir Türkiye’de daha önce bir sebeple susan (genelde iftira/dava korkusu) kim varsa başta iptal edilen seçimler, haksız/hukuksuz gördüğü konularda konuşmaya, itiraz etmeye başladı.
Sanatçılar, sporcular, iş insanları… Tehditlere (kayıt adı altında fişleme yapan iktidar mensuplarına), iftiracı/hedef gösteren iktidar medyasına-trollere, tamamen siyasetin kontrolüne girmiş yargıya aldırmadan… Konuşuyor, itiraz ediyor, hakkını arıyor…
Kimi er ya da geç haksızlık sırasının kendine/yakınına/şirketine geleceğinin farkında… Ağır bir vergi cezasından itibarsızlaştırma çalışmalarına hatta cezaevine giden/gidebilen bir yol…
İtiraz seslerinin giderek yükselmesine ister iktidarla aynı düşünmediği-barış istediği-eleştiri hakkını kullandığı için bedel ödemiş/ödeyen binlerce gazeteci, akademisyen, iş insanı, avukat, siyasetçinin yanına her geçen gün yenilerinin fütursuzca ekleniyor olmasına isyan deyin… İster o günlerde sustukları/susturuldukları için vicdan azabı… Ya da daha realist bakın ‘ekonomik kriz’ deyin. Yetmedi mi ülkenin demokrasiden tamamen vazgeçme noktasına yaklaştığı hissiyatı diye okuyun… Belki de 31 Mart seçimlerinde CHP’nin, Ekrem İmamoğlu’nun yakaladığı başarının, tutturduğu dilin ülkede yeni bir umut yarattığı noktasından hareket edin. Ama şu anda birbirinden siyasi noktalarda farklı düşünen pek çok kişi sosyal medyada kamuya açık toplantılarda konuşuyor, itiraz ediyor, hakkını arıyor.
Böyle günlerde konuşurken, fikrini açıklarken ‘bir dönem memleketin en önemli yerinde/yerlerinde görev almış’ kişileri de insanın gözü arıyor. Mesela onuncu cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer… Kendisi 2 yılı başkanlık olmak üzere 12 yıl Anayasa Mahkemesi üyeliğinde de bulundu. Cumhurbaşkanlığı’nın intermet sitesinde hayat hikayesi şöyle anlatılıyor:
Dicle ve Yerköy Hâkimlikleri ile Yargıtay Tetkik Hâkimliği görevlerinde bulundu. Medeni Hukuk alanında 1977-1978’de Ankara Hukuk Fakültesi’nde yüksek lisans öğrenimi yaptı.
1983’te Yargıtay üyeliğine seçildi. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi Üyesi iken Yargıtay Genel Kurulu’nca belirlenen üç aday arasından cumhurbaşkanı tarafından 1988'de Anayasa Mahkemesi asıl üyeliğine atandı. Sezer, Anayasa Mahkemesi Kurulu’nca da 6 Ocak 1998’de Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’na seçildi.
5 Mayıs 2000’de Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye’nin onuncu cumhurbaşkanı olarak seçildi. 16 Mayıs 2000’de başladığı görevini 28 Ağustos 2007 tarihinde tamamladı.
Hem hukukçu hem bir devlet adamı. Cumhurbaşkanlığı’ndan ayrılalı 12 yıl olmuş. Peki bu sürede hiç konuşmuş mu? Doğrudan hiç… Arşivlerde biri ‘dolaylı anlatım’ biri ‘kısa yanıt’ iki kupüre rastladım. Biri 2008 yılına ait. Şöyle:
Ahmet Necdet Sezer Cumhuriyet gazetesi Ankara Bürosu’nun yeni temsilcilik binasına taşınması nedeniyle verilen açılış resepsiyonuna katıldı. TÜSİAD’ın “ortak payda” açılımı konusunu değerlendiren Sezer, “Açılımı izliyoruz. Ama ortak payda bulacak hal var mı? Başkaları için olabilir ama...” ifadelerini kullandı.
Diğeri de 2017 yılından ve şöyle:
“Onuncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer sanatçı Baykal Saran adına Ankara'da verilen ‘Tiyatro Ödülü’ gecesine katıldı. Ödül alan sanatçı Zeynep Ekin Öner'i tebrik eden Sezer, daha sonra kuliste CHP Mersin Milletvekili ve Kültür eski Bakanı Fikri Sağlar ile sohbet etti. Sağlar Sezer'e, tarihi olaylara tanıklık ettiğini belirterek, anılarını yazmasını önerdi. Sezer ise 2001 krizinin nedeni olarak gösterilen ‘Anayasa fırlatma' konusu gibi olaylar yaşadığını, ancak anı kitabı yazmayı düşünmediğini belirterek şunları söyledi: ‘O olayda da herkes bizim aramızdaki gerginliğin ve ekonomik krizin başlangıcının, Anayasa kitapçığı olayından kaynaklandığını zanneder. Ancak gerginlik, Fazilet Partisi'nin kapatılması davası nedeniyle başladı. Ecevit 2 kez bana gelip, Fazilet'in kapatılmamasını, bunun için arkadaşlarım olan Anayasa Mahkemesi üyelerine telkinde bulunmamı istedi. Hukukun üstünlüğüne inanan ve yıllarca AYM'de görev yapan bir kişiye söylediği bu sözlere kırıldım ve reddettim. Bir süre sonra yeniden gelip, aynı istekte bulundu. Yine reddettim ve o görüşmede aramızdaki gerginlik arttı. Bu durum sürerken, 19 Şubat'taki Anayasa kitapçığı olayı yaşandı. Gerginliğin asıl nedeni, Ecevit'in FP konusundaki isteğiydi. MGK'da yaşananlar da, bu gerginlikten kaynaklandı.” (Haber: Emin Özgönül-Sözcü)
Oysa… Hukukçu şapkasıyla…
Yüksek yargı mensupları siyasetçilerle çay toplamaya gittiğinde…
Anayasa Mahkemesi hukuka değil iktidara göre karar aldığında…
İlk derece mahkemeler Anayasa Mahkemesi’nin kararlarını ‘takmamaya’ başladığında…
Yüksek yargıçlardan kurulan Yüksek Seçim Kurulu 1950’den beri bir şekilde işleyen seçim sistemini güvenilmez kılıp, iptal gerekçesiyle kimseyi ikna edemediğinde…
Gazeteciler barış isteyen akademsiyenler hak savunucuları uyduruk iddianamelerle hapislere tıkıldığında…
Bir kaç cümle edebilseydi…
Ya da devlet adamı şapkasıyla…
Ayrıştırıcı-kutuplaştırıcı dilin ülkeyi uçuruma sürüklediğini…
Yeni Cumhurbaşkanlığı sisteminin kuvvetler ayrılığını yok ettiği için riskler taşıdığını…
İfade ve medya özgürlüğünün ayaklar altına alındığını, akademinin, sanat camiasının üretemez hale gelmesinin ülkeyi çölleştirdiğini…
Mühim olanın seçimleri kazanmak değil meşru kalmak/kalabilmek…
Eleştirilerini getirebilseydi…
Ahmet Necdet Sezer Cumhurbaşkanlığı sırasında oğlunu Çankaya Köşkü’nde sade bir törenle evlendirmiş, o günkü sayaçları not ettirip elektrik ve su faturalarını cebinden ödemiş, hediye kabul etmemiş bu davranışıyla hem örnek olmuş hem ne kadar dürüst bir devlet adamı olduğunu kanıtlamış bir isim…
Ancak Sezer’in hukukta ve devlette olanlara bu kadar sessiz kalması, fikir beyan etmemesi, herkes risk alıp konuşurken bir kenara çekilip sessizce izlemesi… Bu bana garip geliyor…