Her roman arkeolojik bir kazı alanıdır benim için..
Elimde kazma, spatula ve fırça kitabın kahramanları arasında keşfe çıkarım.
Yazarın karakterlere ruh verirken yaşadıkları ya da hissetiklerini anlamaya çalışırım.
Benim için alanın bütünü değil, o alandan çıkan küçük parçalar daha değerlidir.
Yani...
Kitabı okurum ama cümleleri biriktiririm.
Okuduğum tüm kitapların ilk sayfaları beni etkileyen cümlelerle doludur.
Ahmet Altan’ın son kitabını da aynı şekilde okudum.
Kitabımın ilk sayfasını ilk kez paylaşacağım.
Yani bu bir kitap eleştirisi değil benim notlarım.
Bir romancı tesadüfen gittiği bir kasabada, var olup olmadığı belli olmayan bir hazinenin peşindekileri izleyerek, zaman zaman işlerin içine dahil olarak; şiddeti, şehveti, tesadüfi ve ölümü yaşıyor.
Bir kısmı gerçek bir kısmı sanal alemde gerçeklikle hayal arasında ince bir çizgide hayatlar gidip geliyor.
Kitapta; romancı, iki erkek arasında kalan baş kadın kahraman Zuhal, belediye başkanı Mustafa, başkanın muhalifi Raci Bey ve eşi Kamile Hanım ana kahramanlar. Onlar üzerine yazılacak çok şey var...
Ama ben kitapta daha geride duran iki karakterden özellikle onların birkaç cümlesinden bahsedeceğim.
Önce tahtacıdan... Beşik yontan, herkesin peşinde olduğu hazineyle ilgilenmeyen, bilge kişiden...
Güzel bir zenginlik tarifi var tahtacının... Diyor ki:
"Zenginlik bu dünyada olmak, Tanrı’nın sana lütfettiği iş her ne ise onu yapmak payına razı olmak, zenginlik bu. Hepimiz aynı bütünün parçasıyız bir insanı öldürdüğünde kendi parçanı öldürüyorsun, hangi zenginlik insanoğlunun kendi parçasını yok etmeye değer."
Kitapta Ahmet Altan’ın yarattığı romancı karakter sık sık Tanrı ile konuşuyor. Tanrı’yı da aslında yarattıklarının romancısı olarak tasvir ediyor. Hatta bir yerde diyor ki:
"Belki onun için yarattın bizi kendi bilmediğin duyguları öğrenmek için korkuyu, çaresizliği, güçsüzlüğü sana biz öğretiyoruz senin yarattıkların.."
Tahtacının romancıyla yaptığı başka bir konuşma günah üzerine:
"İnsanların günahı onları biraraya getiriyor. Günahları paylaşmak, günaha karşı daha dayanıklı olabilmek birbirlerinin günahkarlığını görebilmek için toplanıyorlar. Günah olmasaydı her bir insan tek başına dağın başında otururdu. Günah onları birbirine çekiyor."
Günahtan bahsetmişken..
Kasabada yaşamaya başlayan romancı o kasabadakilerin farklı rumuzlarla internette yaşadıklarını sansürsüzce anlattıklarını keşfediyor. Oradaki tanımlama ilginç:
"Söylemek istiyorlardı, tek başlarına taşıyamadıkları günahlarını, hiç tanımdaıkları ve onları tanımayacak birileriyle paylaşmak istiyorlardı."
Ve zaten romancı başka bir adama aşık olan kadın kahramanla "ilişkisinin çoğunu" evimiz dedikleri chatte geçiriyor:
"Yalnızca bir ekranda beliren yazılardan ve hayallerden ibaretti ilişkimiz. Bu ekranda çok yakındık. Bu ekran olmadan önce yaşanan her şeyde düşünceler ve duyular birlikte hareket ediyordu. Birbirlerini etkiliyordu ama bu ekran düşüncelerle duyuları birbirinden ayırmıştı. Düşüncelerimizle yarattığımız hayat mükemmeldi. Gerçek hayatın fazlalıklarını, çirkinliklerini, bozukluklarını atıyor ve kendimize kusursuz bir hayat yapıyorduk."
Etkilendiğim bir diğer karakter para karşılığı kasabadaki erkeklerle ilişki kuran kadın; Sümbül... Romanda bir kabadayı ile ilgili anlattığı:
"Adam gelir, beni karşısına oturtur. Bana bakar, ağlar. Hiç konuşmayız. Hiçbir şey yapmayız. Sadece bakıp ağlar. Kana kana ağlar. Sonra parayı verip gider. Bir keresinde ona niye ağlıyorsun, diye sordum, sana bunu söylersem bir daha gelmem dedi."
Abartılı erkeklik halleri içinde ağlayan bir "kabadayı." Ya da kitabın ana karakteri Zuhal’in "erkeklere sanki sakat çocuklar gibi" davranması. Onların kimselerin farketmediği anlarda bundan aldığı zevk...
Ve kadınlık halleri tabii...
Yasak bir aşkın izini taşımak istediğinde:
"Bana bi şey al... Kimse fark etmesin ama ben senin aldığını, bileyim hep üstümde taşıyabileyim."
Kimi zaman ortaya çıkan aslında hep var olan:
"Her kadının ay ışıklarıyla gümüşlenmiş bir denizde sedef kaplı bir istiridyenin içinden sıyrılıp çıkan bir deniz kızı gibi sahip olduğu bütün sıfatlardan; annelikten, kardeşlikten, teyzelikten, avukatlıktan, doktorluktan sahip olduğu ne varsa onların hepsinden çıkıp bir dişi olup kendini bütün yumuşaklığı ve doğallığıyla teslim ettiği anlar..."
Cümleler... 408 sayfaya yerleşmiş binlerce cümleden ayıkladıklarım...
Kimileri var buraya yazmadıklarım.
Ama yine de bitirirken, kitaptaki bir kahramanın söylediği gibi yani "gerçeklerle okuduklarımı birbirine karıştırıyorum, hangisini okudum hangisini yaşadım bilemiyorum" diyenlerdenseniz. Bu da sizin için:
"Hayatım boyunca kadınların içinde saklı belayı aramış her zaman bulmuş tadını çıkarıp bedelini ödemiş ve aramaya devam etmiştim."