Bir süredir tartıştığım geçmişle-kendimizle-yüzleşme ve çatışan-iki-tarafın-uzlaşması süreçlerindeki ögeleri / aşamaları bu yazıyla tamamlıyorum.
Daha önce tartıştığım ilk beş ögeyi / aşamayı hatırlarsak:
- Güven / güvenlik: Taraflar birbirlerine asgari güven duyacaklar ve kendilerini güvende hissedecekler.
- Eşdeğerlilik ve saygı: Taraflar birbirlerini eşdeğer olarak görecek ve asgari saygı gösterecek.
- Bilgi: Toplumun yakın ve / veya uzak tarihindeki tartışmalı kara sayfalara dair olgusal hakikatler bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkartılacaktır. Ne, ne zaman, nasıl, neden olmuştur? Failler ve mağdurlar kimlerdir? Cezalandırıcı ve / veya onarıcı adalet mekanizmaları devreye girecektir. Ortaya çıkan bilgiler tüm toplumla paylaşılacaktır.
- Duygu: Ortaya çıkan hakikatlerin / mağduriyetlerin kuru bilginin ötesinde hissedilebilmesi için sanatsal yaratımlar ve insani temas sağlayabilecek ortak projeler yapılacaktır.
- Anlam: Bütün bu bilgiler ve duygular nasıl anlamlandırılacaktır? Olan bitenlerin neden olduğuna dair bütünlüklü cevaplar üretilecektir.
Şimdi diğer beş ögeye / aşamaya bakalım:
Özür ve Bağışlanma Talebi
Önceki aşamalardan geçildikten ve bu süreçte toplum hazırlandıktan sonra sıra, en yetkili resmi merciinin ağzından işlenen suçlar için mağdurlar ve yakınlarından açıkça, samimi bir özür dilenmesi ve bağışlanma talep edilmesidir. Yapılan zulümlerin ötesinde mağduriyeti kat be kat arttıran şey, bu mağduriyetlerin tanınmamasıdır. Mağduriyetleri tanınıp, mağdurlar onurlandırılmadıkça, mağdurlar açısından travma döngüsü kapanmaz, travmatik geçmiş bugünde yeniden yaşantılanmaya devam eder.
Samimi ve resmi bir özür, geçmişle bugünü ayırmaya yardım eder. Özür sayesinde travmatik geçmiş, gerçekten geçmiş, tamamlanmış sayılabilir. Ancak ondan sonra yeni ve ortak bir gelecek için bir yol arkadaşlığı mümkün olabilir. Failin özrü, mağdurun incinmişliğini bağışlayıcılığa çevirme potansiyeline sahiptir.
Ancak özür, Türkiye’de gerek sağda gerek solda sıkça anlaşıldığı haliyle öyle basit ve kolay bir şey değildir. Ciddi bir hazırlık gerektirir; kapsamlı, sahici ve samimi bir mesaj içermesi gerekir; gözle görünür, elle tutulur sonuçlar üretmesi gerekir. Dolayısıyla özür, Türkiye’de sanıldığı gibi geçiştirici bir laf değil, politik ağırlığı olan geniş bir paketin içindeki kritik bir parçadır.
Daha önce bahsettiğim beş yüzleşme aşamasında epey bir mesai harcanıp toplum belli bir kıvamda hazırlandıktan sonra, örneğin Türk-Kürt, Türk-Ermeni, Sünni-Alevi meselelerinde, bir gün başbakan veya cumhurbaşkanı çıkıp, tüm yurttaşlara ve dünyaya seslenerek şöyle bir mesaj verebilmelidir:
“Bildiğiniz gibi bir süredir Kürt (veya Ermeni veya Alevi veya mağduriyet yaşamış diğer kimlikler) yurttaşlarımızın bu kimliklerinden ötürü tarihimizde ne tür mağduriyetler yaşadıklarını şu ve şu kanallar (örn. hakikat komisyonları) vasıtasıyla araştırmaktaydık. Bütün bu araştırmalardan, yüzleşmelerden elde ettiğimiz sonuçlara göre, bugün artık reddedilemez bir hakikat olarak ortaya çıkmıştır ki devletimiz Kürt yurttaşlarına, şu ve şu nedenlerle, şu ve şu tarihlerde, şu ve şu yöntemlerle, hiçbir şekilde kabul edilemeyecek olan şu ve şu suçları işlemiştir. Bu suçlar şu ve şu tarz bir devlet zihniyeti tarafından meşrulaştırılmış; şu ve şu gibi failler eliyle işlenmiştir. Şu ve şu kadar Kürt yurttaşımız bu işlenen suçlar neticesinde şu ve şu şekillerde mağdur olmuşlardır. Bütün bu işlenmiş suçlar nedeniyle, oldukça gecikmiş de olsa, devlet ve hükümet adına, başta mağdurlar ve yakınları olmak üzere, tüm Kürt yurttaşlarımızdan ve de şimdiye kadar hakikati bilme hakkı gasp edilmiş olan bütün yurttaşlarımızdan ÖZÜR diliyorum. Hükümetimiz, şimdiye kadar bu suçlarla ve mağduriyetlerle yüzleşilmesi, mağdurların onurlandırılması, yaraların kısmen de olsa sarılabilmesi ve bir daha böylesi suçların işlenememesi için şu ve şu adımları atmış; bundan sonra da şu ve şu adımları atacaktır. Bu suçların yarattığı yaraları sarmak ve bütün bunlardan öğrenerek demokratik bir toplum olma yolunda daha da ilerlemek için sürekli ve sistematik bir çaba içerisinde olmalıyız. Bir daha asla!”
Ancak böylesi bir özür anlamlıdır ve Türkiye’nin bütün ciddi meselelerinde bu tarz bir özürden ne denli uzak olduğu ortadadır.
Tazminat
Yüzleşme sürecinde, mağdurların maddi ve manevi kayıpları imkânlar elverdiğince karşılanmalıdır. Tazminat, verilen zararın sorumluluğunun üstlenildiğini ve mağdurun travma öncesi eski haline dönmesinin önemsendiğini gösterir. Bu sayede mağdurlar ve onların ait oldukları toplumsal kesim, tekrar içerildiklerini hissedebilirler.
Tamirat
Kitlesel politik şiddet ve baskı tarzı travmatik durumlar, mağdurlarda ciddi hasarlara neden olabilirler. Bu hasarların giderilmesi de yüzleşme faaliyetinin bir parçası olmalıdır.
Tıbbi ve psikolojik hasarlara yönelik rehabilitasyon faaliyetleri mağdurlara ücretsiz olarak sunulmalı; bu konularda uzman sivil toplum kuruluşlarıyla ortak projeler geliştirilmelidir.
Kolektif düzeyde tamiratın en önemli araçları sembollerdir. Örneğin, eskiden kahraman sayılan, ama yüzleşme sürecinde aslında katil olduğu anlaşılan birilerinin isimlerinin çeşitli caddelere ya da binalara verilmesine son verilmelidir. Onların yerine mağdurların, mağdurlara yardım edenlerin ve şiddete direnenlerin isimleri ön plana çıkarılmalıdır. Travmatik olayları hatırlatan, mağdurları onurlandıran, gelecek kuşakları uyaran anıt ve müzeler de sembolik ve kolektif tamirat araçları olarak anılmalıdır.
Örneğin, Diyarbakır 5 nolu Askeri Cezaevi, Türk-Kürt meselesiyle yüzleşme mekânı olarak işlev görecek bir ibret müzesine mutlaka dönüştürülmelidir.
Hakların yeniden tanımlanması – Yasal düzenlemeler
Yüzleşme / uzlaşma süreçlerinin olmazsa olmaz ögelerinden biri de kuşkusuz tüm baskıcı / ayrımcı yasaların ve mevzuatın, eşitlikçi ve barışçıl uzlaşı temelinde elden geçirilmesidir. Uzlaşı için anayasal değişiklik gerekiyorsa yine bu kapsamda değerlendirilmelidir. Eskinin baskı, ayrımcılık ve çatışma üreten yasal çerçevesi, yüzleşme / uzlaşma sürecinin getirileri ile harmanlanarak, eşitlik, adalet ve barış gibi değerler temelinde yeniden tanımlanmalıdır.
Yine bu çerçevede, tüm ders kitaplarının aynı şekilde elden geçirilmesi ve nefret söylemini / ayrımcılığı cezalandıran yasal düzenlemeler yapılması gereklidir.
En az bu düzenlemeler kadar önemli başka bir konu da toplumun ayrımcılık konusunda aktif ve sürekli bir biçimde eğitilmesidir. Tarihsel eşitsizliklere / adaletsizliklere dayalı kronik çatışmalardan / anlaşmazlıklardan çıkış, maalesef iki tarafın yapabileceği bir anlaşma ile sonuçlanmamakta, eski alışkanlıklardan kurtulabilmek için sosyal ilişkilere nüfuz edebilen ayrımcılık-karşıtı çok yönlü bir kampanyanın uzun bir süre aktif olması gerekmektedir. Bu tarz bir sosyal ilişkilenme dönüşümü yaşanmadığı takdirde mevcut alışılageldik eşitsizlik ve ayrımcılıkların sosyal düzeyde sürmesi kaçınılmaz olacaktır.
Yeniden ilişkilenme – Sosyal Adalet
Yüzleşmenin nihai amacı, kendimizle ve Öteki saydıklarımızla daha olgun, etik ve sahici bir tarzda yeniden ilişkilenebilmek ve eşdeğerliliğe dayalı ortak insani zeminler geliştirebilmektir.
Barış, genel olarak iki düzeyde tanımlanır (Galtung). Açık şiddetin yokluğu negatif barıştır. Açık şiddetin giderilmesi çok önemli ve gereklidir, ancak barışa ulaşmak için yeterli değildir. Çünkü açık şiddete gebe olan zeminde yapısal eşitsizlikler, sembolik şiddet ve ayrımcılık üzerinden yürüyen toplumsal adaletsizlik sürüyorsa barışa ulaşamamışız demektir. Toplumsal adaletin varlığı ise pozitif barıştır. Meselenin toplumsal adalet ve hakikat boyutlarını çok ciddiye almak zorundayız.
Türkiye, son 30 yılın en sıcak gündemi olan Türk-Kürt meselesinde de, birkaç hafta sonra 1915 Ermeni Soykırımı vesilesiyle yüzüncü yıldönümünü anacağımız Türk-Ermeni meselesinde de, bir türlü kaşınmaya ve kanatılmaya doyulamayan Sünni-Alevi meselesinde de, en fazla açık şiddetin yokluğu anlamında negatif barışa – o da kısmen - ulaşabilmiş gözükmektedir. Negatif barış, toplumsal adalet ve hakikat boyutlarını içermediği, bu nedenle sahici bir toplumsal dönüşüme tekabül etmediği için çok kırılgandır; huzursuzluk üretmeye devam eder; her an bozulabilir.
Türkiye’nin eski ve yeni muktedirlerinin ise hakikat arayışı ile araları hep arızalı olmuştur. Hakikatlerle yüzleşmeyen ve sosyal adalet peşinde olmayan bir barış ise ham hayalden öte bir şey değildir.
Son not:
“Yüzleşme” meselesi üzerine T24’te çıkan yazıları sırayla okumak isteyebilecekler için rehber:
- 21 Eylül 2014: 'Yüzleşme' bahsine giriş
- 30 Kasım 2014: Bireyselden sosyo-politiğe 'yüzleşme'
- 15 Mart 2015: Yüzleş → Uzlaş → Barış
- 25 Mart 2015: Yüzleşme süreçlerinde bilgi, duygu ve anlam
- Son parça: Yukarıdaki yazı (Yüzleşme süreçlerinde özür, tazminat, tamirat…)
[email protected]
@PakerMurat
* * *
Etiketler: