Murat Paker
15 Mart 2015
Daha önceki yazılarda, Türk-Kürt meselesinde her iki tarafın da kabul edebileceği, makul bir çözüm yolunun mutlaka bir yüzleşme mekanizmasını içermesi gerektiğini vurgulamış (bkz: 11 Eylül 2014 tarihli yazı) ve yüzleşme konusuna bir giriş yapmıştım (bkz: 21 Eylül 2014 tarihli yazı). Yüzleşme nedir, nasıl bir şeydir, ne işe yarar, katmanları nelerdir gibi soruları tartışmıştım.
Yüzleşme konusunda daha da ayrıntıya girmeye niyetliyken arada Kobane protestoları patladı ve bu sefer Kobane aynasında çözüm sürecinin kofluğuna tanık olduk. Kobane olayları ile birlikte, bu meselenin toplumda nasıl algılandığına dair bir kamuoyu yoklamasına da dayanarak “kendimizi kandırmayalım, böyle barış olmaz” demiştim.
Özetle: “…12 yıldır iktidarda olan ve birkaç yıldır büyük iddialarla bir çözüm süreci yürüten AKP, Kürt meselesinin dinamikleri konusunda kendi tabanını bile iç-dış-düşmanlar ezberinin ötesine geçirememiştir. Böyle bir iktidarın çözümü eşitlikçi reformlar ekseninde derinleştirilecek kalıcı bir barış süreci olarak formüle etmesi mümkün görünmemektedir. Öyle bir derdi ve ufku olsa en azından kendi tabanını (ve tabii genel olarak toplumu) buna hazırlayacak bir vizyonla hareket etmesi gerekirdi.”
Sonra bir gayret yüzleşme meselesi üzerine bir kez daha değinip, bireysel ve sosyo-politik düzeylerde yüzleşmenin anlam çerçevesini tartışmıştım (bkz: 30 Kasım 2014 tarihli yazı). Bir sosyo-politik yüzleşme sürecinin ögeleri ve aşamaları ile devam edecektim ama malum, Türkiye’de gün geçmiyor ki yeni bir skandal patlamasın ya da trajik bir olay gerçekleşmesin, o yüzden bu konuyu ertelemek zorunda kalmıştım. Kısmet bugüneymiş.
Temel ve Basit Sorular
Önce bazı temel ve basit sorular soralım:
Barışmak istiyor muyuz? Bu barışın geçici, yüzeysel, hemen bozulabilir bir barış değil de kalıcı ve adil bir barış olmasını istiyor muyuz? Örneğin bu toplumun kendisini Türk sayan çoğunluğu Kürtlerle ve Ermenilerle barışmak istiyor mu? Yoksa eskiden beri gelen çatışmalı durumla bir problemi yok mu? “Kanımızın son damlasına kadar…” mı? Eğer öyleyse zaten konuşacak çok bir şey yok. Ama çoğunluk tabii ki en azından görüntüde barış istiyor. Barış derken de temel olarak kimse ölmesin, kaynaklar savaşa / gerginliğe akıtılmasın, canımız sıkılmasın istiyor.
İyi de nasıl olacak bu barış? Bir çatışmanın sona erebilmesinin iki yolu var. Ya taraflardan biri net bir üstünlük sağlayıp diğer tarafa koşullarını zorla kabul ettirecek ya da bir şekilde yenişemediklerini düşünüp bir uzlaşmaya varacaklar. Türkiye şimdiye kadar bütün iç gerginliklerini savaşçı denilebilecek bir yolla halletmeye çalışmayı tercih etti. Türk-Kürt meselesinde iktidardakilerin ve toplumun çoğunluğunun bu işin savaşla çözülemeyeceğine ikna olabilir (“olmuş” demek için erken hala) hale gelmesi maalesef 50 bin civarında insanımızın öldürülmesinden sonra olabildi. Türkler ve Kürtler dâhil bu toplumun büyük çoğunluğu bu meselenin savaşla çözülemeyeceğini artık en azından hissediyor, önemli bir kesim de savaşsız çözüme epeyce ikna olmuş durumda.
Peki ama savaşsız çözüm, uzlaşma olmadan mümkün olabilir mi? Madem yenişemiyoruz ve / veya yenişmeye çalışmanın anlamsız derecede büyük yıkımlar getireceğini düşünüyoruz, o zaman orta bir yol bulmaktan başka çaremiz var mı? Dikkat ederseniz, savaş olmasın diyenlerin belki de çoğunluğu iş uzlaşma bahsine geldiğinde yan çiziyor. Bu da aslında anlaşılmaz bir şey değil, zira uzlaşmak zor bir iş; özellikle de avantajlı / üstün / hâkim konumda olanlar için pek arzulanır bir şey değil.
O zaman geniş kitleler uzlaşmaya nasıl ikna edilebilecekler? İşte bu noktada yüzleşmenin kritik önemi ortaya çıkıyor. Hem bireysel hem de sosyo-politik düzeylerde, bir meseleyle ve meseledeki taraflarla ne kadar fazla yüzleşir ve meselenin kökleri ve boyutları konusunda ne kadar fazla bir kavrayış geliştirirseniz, uzlaşmaya da o kadar yatkın olursunuz.
Dolayısıyla formül çok karmaşık değil: Önce yüzleşeceğiz, sonra uzlaşacağız ve ancak bu sayede kalıcı / adil bir barışa ulaşabileceğiz.
Yüzleşme / Uzlaşmanın Ögeleri / Aşamaları
Bu sürecin ögelerini / aşamalarını on başlık altında toplayabiliriz:
1. Güven ve güvenlik
Yüzleşme / uzlaşma literatürü, genellikle çatışma-sonrası, (demokrasiye) geçiş dönemleri için kavramsallaştırıldığı için güven ve güvenlik ihtiyacını verili sayar. Kapsamlı, nitelikli ve kalıcı bir yüzleşme / uzlaşma çabası için aktif silahlı çatışma ve şiddet ortamının sona ermiş olması büyük kolaylık sağlar. Toplumların geniş çoğunluğunun kendisiyle yüzleşebilmesi için temel güvenlik ihtiyacının karşılanmış olması ve Öteki tarafa asgari bir güven duyması gerekir. Ancak aynı zamanda, toplumun küçük bir azınlığı tarafından gayri resmî düzeyde yürütülen yüzleşme faaliyetlerinin, tarafları kalıcı bir uzlaşma çerçevesi içine girmeye ve dolayısıyla ateşkes ilan etmeye ikna etmesi de mümkündür. Dolayısıyla gayri resmî düzeyde belli bir kıvama getirilen yüzleşme faaliyetlerinin taraflar arasında bir uzlaşma niyetini ortaya çıkarması, bunun ateşkes ve bir çerçeve anlaşmasıyla geliştirilmesi ve devamla çok daha kapsamlı resmi bir yüzleşme adımına doğru evrilmesi mümkündür.
Bu açıdan Türk-Kürt meselesine bakarsak, iki yıldır bu aşamada epey bir yol alınmış olduğunu ve bunun çok önemli olduğunu teslim etmemiz gerekir. Ateşkes durumu ve ölümlerin durmuş olması, kimi kırılganlıklara rağmen bu durumun büyük ölçüde sürdürülebiliyor olması, barış süreçlerinin temel aşamasıdır. Ateşkes, barış için gerek koşuldur, yeter koşul olmasa da.
2. Eşdeğerlilik ve saygı
Yüzleşme / uzlaşma sürecinin sağlıklı ve derinleşerek sürebilmesi için iki tarafın birbirini eşdeğer olarak görebilmesi ve de birbirine saygı duyması gerekir. Fail olarak, geçmişte ve / veya halen mağdur ettiklerimizle (ve dolayısıyla kendimizle) yüzleşirken, mağdurlarda nelere yol açtığımızı, onların neler yaşamış olabileceklerini anlayabilmemiz için, onları bizimle aynı düzeyde / değerde insanlar olarak görüp, empati kanallarımızı açık tutmamız gerekir. “Bana / bize yapılsaydı ne hissederdim / yapardım?” sorusu bu aşamanın temel sorusudur. Öteki’ni bize eşdeğer görüp, saygı duymadıkça kendimizle yüzleşme ihtiyacı duymamız bile pek mümkün değildir.
Bu açıdan Türk-Kürt meselesine bakarsak, durum karışıktır ve henüz bu aşamanın yeterli bir olgunluğa gelmiş olduğu söylenemez. İki yıldır, başta şimdiki cumhurbaşkanı olmak üzere, AKP hükümeti sözcülerinin süreçteki muhataplarıyla ilgili sık sık kullandıkları üslup epeyce saygısız ve aşağılayıcıdır. Hakaret ederek barışamazsınız. Mevcut sürecin en acil meselelerinden biri bu üslup meselesidir.
Ayrıntılarına sonraki yazılarda girmek üzere diğer sekiz ögeyi şimdilik başlık düzeyinde sıralamakla yetinelim.
1. Bilgi ve Hafıza: Hakikatin ortaya çıkartılması
2. Duygu
3. Anlam
4. Özür ve bağışlanma talebi
5. Tazminat
6. Tamirat
7. Hakların yeniden tanımlanması – Yasal düzenlemeler
8. Yeniden ilişkilenme – Sosyal Adalet
Sosyo-politik çatışmalı durumlardan kalıcı / adil bir barışa ulaşmak için geçilmesi gerektiğini düşündüğüm bu ögelere / aşamalara Türk-Kürt meselesi için baktığımızda iki yıldır sadece birinci aşamada yol alındığı, ikinci aşamada epeyce patinaj yapıldığı ve bir türlü diğer aşamalara geçilemediği (ya da geçilmek istenmediği) söylenebilir.
Yakınlarda AKP Hükümeti temsilcileriyle HDP heyetinin yan yana durarak yaptıkları Dolmabahçe açıklamasından sonra “çözüm süreci”ne anlamlı bazı yüzleşme mekanizmaları eklenip eklenmeyeceğini göreceğiz. “İç güvenlik yasa tasarısı”ndaki ısrarıyla hükümet, çözüm / barış süreçlerinde olması gereken güvenilirlik arttırmayla değil, tam tersine güvensizlik yaratmayla ilgili olduğunu göstermiş durumda. Böyle bir zihniyetle barışçıl bir çözümden çok, kendi dar çıkarları için günü (ve seçimi) kurtarmak yolunda ilerlenebileceği söylenebilir.
Bunun alternatifi ama, AKP’nin muhaliflerine atfen iddia ettiği gibi tabii ki savaş çığırtkanlığı değildir. AKP’nin beceriksizliği (veya çapsızlığı veya gönülsüzlüğü veya hinliği veya hepsi) yüzünden doğru düzgün yürümeyen bu sürecin alternatifi savaş değil sahici, samimi, eşitlikçi, demokrat ve bunlar yüzünden becerikli bir barış sürecidir. Genel seçimler yaklaşırken Türkiye’deki politik mücadelenin önemli ayaklarından biri beceriksiz bir “çözüm süreci”ni temsil eden AKP ile becerikli bir “barış süreci”ni vaad eden HDP arasındaki mücadeledir.
(*) Bu yazı dâhil, yüzleşme konusunda T24’te yazdığım ve yazacağım yazıların arkaplanına dair daha akademik merak sahibi olanlar, 2013 yılında İletişim Yayınları’ndan çıkan Bir Daha Asla: Geçmişle Yüzleşme ve Özür başlıklı derleme kitaptaki Yüzleşmenin Psiko-politiği başlıklı makaleme bakabilirler.
[email protected]
@PakerMurat