Hafif gecikerek de olsa GEZİ Direnişi’nin 1. yıldönümü bir muhasebe yapmak için iyi bir zaman. Cumhuriyet tarihinde iki hafta boyunca İstanbul gibi bir megapolün en merkezi meydanını yüzbinlerin milyonların kendiliğinden ama kolektif seferberliği ile işgal etmesi eşi benzeri olmayan bir olaydır. Katılanlar da, hükümet de, sosyal ve politik kültürümüz de GEZİ ile birlikte az ya da çok değişmişlerdir, artık eskisinden farklıdırlar. Bu değişikliklerin tam olarak neye tekabül ettiğini henüz yeterince idrak edebilmiş değiliz; bu konularda daha çok kafa patlatmamız gerekecek. GEZİ’nin dinamiklerini kavradıkça Türkiye’de demokratik ve sol bir muhalefeti güçlendirebilmenin dinamiklerini de kavramış olacağız. Bu kısa yazıda başlıklar şeklinde bir giriş denemesi yapacağım.
Azim ve sebat
GEZİ Direnişi tabii ki birden bire başlamadı. Direniş günlerine gelene kadar birkaç yıldır, bir avuç GEZİ gönüllüsü, şehrin merkezindeki çok nadir yeşil alanlardan birinin Topçu Kışlası gibi anlamsız ve korkunç bir proje sonucu betonlaştırılmasına karşı mütevazı ama inatçı bir kampanya yürütüyorlardı. O kampanyanın birikimi, ilişkiler ağı ve İstanbulluların kulağına kaçırdığı kar suyu olmasaydı, şimdi modern Topçu Kışlası’nın yanından içinden geçiyor olabilirdik. GEZİ, ne kadar az olunursa olunsun, haklı bir dava için azim ve sebatla yola devam etmenin ne denli önemli olduğunu gösterdi.
Ekolojik bilinç
GEZİ Direnişi’nin ilk ve en merkezi halkasında halis bir ekolojik bilinç yatmaktadır. İçinde yaşadığımız doğa ve kent ile, kısacası çevremizle saygılı bir ilişkilenme olarak tanımlanabilecek ekolojik bilinç sayesinde insanlar, yeşilin, ağacın, çayırın, kuşun, nefes alabildikleri alanların kıymetini takdir edebilmekte, bunu yaşamsal bulabilmekte, bunun üzerinden türlü bedelleri göze alarak seferber olabilmektedir. Bugün Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanında kendiliğinden ya da düşünülmüş ekolojik duyarlılık üzerinden binlerce direniş örgütlenmektedir. GEZİ Direnişi, her şeyden önce, kar ve şan peşinde koşan muktedirlerin kent ve doğa talanına güçlü bir “hop dedik” itirazıdır. Ekolojik bilinç, yeni bir sol muhalefetin merkezi eksenlerin biri olmak durumundadır.
Zorbalık karşısında isyan meşru bir haktır
Sürekli itaat talep eden, farklılıklara ve muhalefete saygı duyamadığı ve kendine göre bir toplum mühendisliği peşine düştüğü için kendine-demokrat-topluma-otokrat bir iktidarın elinin altındaki polis teşkilatını nasıl bir fütursuzlukla kullanabildiğini, kendi halkının bir bölümüne karşı nasıl bir kin ve hınçla zorbalık yaptığını bir kez daha bütün açıklığıyla gördük. Zorbalık yeni değildi, ama zorbalığa karşı böylesi kitlesel bir itiraz yeniydi ve açıklanmaya muhtaçtır. İki faktör öne çıkıyor denilebilir:
- Dava (Gezi Parkı’nı betona karşı koruma davası) nereden bakılırsa bakılsın, %100 haklı ve meşru bir davadır. GEZİ öncesi, bir referandum yapılıp halka sorulsa “buraya park yerine Topçu Kışlası yapılsın” diyenlerin oranı çok küçük bir azınlık olarak kalırdı. GEZİ sonrası, AKP ve Başbakan yandaşlarının bir kısmı “yapılsın” tarafına geçmişlerdir, ancak yine de coşkuyla ve kendilerini/başkalarını ikna edebilecek derecede bunun iyi bir proje olduğuna inananların oranı çok çok düşüktür. Dolayısıyla, AKP Hükümeti bir yıl sonra tekrar Soma’da yakalanacağı gibi GEZİ’de de tam bir “Kral Çıplak!” durumu yaşamış, Kışla projesinin ne denli bir rant ve talan projesi olduğunu, kamusal çıkarla hiçbir ilgisinin olmadığını gizleyememiştir.
- Son referandum ve genel seçimlerden beri AKP hükümetinin katmerlenerek belirginleşen otoriter ve kibirli tavrının geniş kitlelerde giderek artan bir öfke birikimine yol açmış olması.
Bu iki faktör bir araya gelince, polisin GEZİ’yi bastırmak üzere uyguladığı dizginsiz şiddete isyan dalga dalga yayıldı. Geleneksel jop yerine biber gazı kullanılması sayesinde polis şiddetinin etkilediği ve dolayısıyla öfke ve nefret birikimine neden olduğu insan sayısı da kıyas kabul etmez derecede artmıştı. Başbakan’ın, Hükümet’in ve polisin marifetiyle çok kısa sürede çok geniş bir İstanbullu yurttaş grubu (ve sonra ülkenin başka birçok yerinde insanlar) ayrımsız bir şiddete maruz bırakıldılar. Evlerinden çıkmayan insanlar bile semtler çapında gazla tanıştılar. Polisin gaz kapsüllerini, her tür kuralı ihlal ederek, açıkça ve taammüden hedef gözeterek ateşlemesi ve bu nedenle ölümlere ve ciddi yaralanmalara yol açması öfke ve nefreti daha da kabarttı. Böylesi bir zorbalık karşısında geniş kitleler isyanın meşruluğunu ve kalabalık olmanın heyecanını/gücünü tattılar.
12 Eylül’ün yırtılması
Bu kitlesel isyan sayesinde 12 Eylül 1980 darbesiyle hem yasal/idari planda, ama daha önemlisi halet-i ruhiye alanında büyük ölçüde sessizleştirilmiş, itaatkâr hale getirilmiş toplum, üzerindeki ölü toprağını atıp, “ben de varım!” diyebileceğini gördü. Tabii hemen düzeltme yapalım, Türkiye’nin Kürtleri PKK’nın öncülük ettiği isyan sayesinde 12 Eylül’den çoktan çıkmışlardı. GEZİ sayesinde toplumun geri kalanı da kolektif bir itirazın mümkün ve meşru olduğunu keşfetmiş oldu. GEZİ, katılanları ve genel olarak toplumu özneleştirdikçe, toplumsal depresyon geriledi. Apolitik olduğundan şikâyet edilen genç kuşakların nasıl bir potansiyel taşıdıkları umutla görüldü.
Bir sonraki yazıda aşağıdaki başlıklarla devam edelim:
- Şiddetsizlik
- Çoğulluk
- Yaratıcılık ve mizah
- Anti-kapitalist nüveler
- Hangi GEZİ?
- AKP ve Erdoğan’ın ilk yenilgisi