1966 yılında, The Beatles artık zirvede idi. Hayallerinin ötesinde bir ün ve servete sahip olmuşlardı. 1966 yılının 29 Ağustosu’nda, San Fransisco’daki Candlestick Park’ta son konserlerini verdikten sonra George Harrison “benden bu kadar” diyerek, artık devam etmeyeceğini söyledi. John Lennon ve diğerleri de bu turne ve konserlerde yaşananlar nedeniyle, bıkkınlardı zaten.
Brian Epstein’in devreye girip bir daha asla konser vermeyecekleri söz ve güvencesini vermesi üzerine George döndü. Ama dördü de kendilerine zaman ayırmak istemiş ve biraz da kendi başlarına takılmışlardı; The Beatles olarak değil, 4 ayrı birey olarak.
John ve Paul’ün yakından ilgilendikleri Londra’daki Indica Gallery’de Amerika’dan gelen performans sanatçısı Japon asıllı bir kadının sergisini 9 Kasım 1966 tarihinde görmeye gider. John Lennon, Yoko Ono adındaki bu kadınla tanışır. Etkilenir.
George ise Ravi Shankar ile ve doğal olarak da Sitarla tanışır. Çok etkilenir.
John da, George da etkilendikleri bu insanlara daha fazla zaman ayırırlar.
Paul de kişisel gelişimine yönelir, avant-garde müzikle, tiyatroyla ilgilenir. Rene Magritte tablosunu satın alır, Afrika’da safariye gider. Artık grubun dağıldığı söylentileri ayyuka çıkar. Brian Epstein, basın açıklaması yaparak söylentilerin gerçek dışı olduğunu belirtir.
Yoko Ono da kıyısından köşesinden hikâyeye dâhil olmuştur. Daha ilk eşi ile resmen evli iken evlendiği ikinci eşiyle de anlaşmazlıklar yaşamaktadır. Aşırı hırslı ve çok inatçı bir kişiliğe sahip olan Yoko, aynı zamanda New York sanat çevrelerinde Fluxus akımının önemli üyelerinden biri olarak da ün yapmıştır. Şimdi bu noktada, Yoko Ono olayına biraz serinkanlı bakmaya çalışacağım; çünkü bu gerekli. Yoko Ono aslında çok zengin ve soylu bir sülaleye ait ailenin ABD’ye sanat okumaya gelmiş bir kızıdır. Burnunun dikine giden bir kadın. Ama bir sanatçı aynı zamanda.
Dâhil olduğu Fluxus akımı için erbabı şu bilgileri veriyor:
"Fluxus - Sanatta Devrimci Bir Akım" (Sühal Sağlan)
“Fluxus (Latince: akmak kelimesinden), ilk olarak 1960 yılında Litvanyalı-Amerikalı sanatçı George Maciunas tarafından John Cage ve çevresindeki sanatçı ve müzisyenleri tanımlamak için kullanılmış, uluslararası bir avant-garde gruba verilen addır. Maciunas'a göre Fluxus'un amacı “sanatta devrimsel bir gelgitin oluşmasını sağlamak, yaşayan sanatı ve karşı sanatı (anti-art ) yaymak” idi. Bu açıdan Fluxus, Dada ile yakından ilişkilendirilebilir. Zamanın çoğu avant-garde sanatçısı Fluxus içinde yer almıştır. Bunlar arasında Joseph Beuys, Yoko Ono, Nam June Paik sayılabilir. 1960'ların çoğulculuğuna yol açması açısından önemli olup etkisi günümüzde de sürmektedir.
Fluxus, çok sayıda devrimci sanat akımını doğurmuş olan bir gerilla döneminin, 1960'ların ürünüdür. Bu sözcüğü Amerikalı mimar ve grafik sanatçısı George Maciunos, 1961'de New York'ta A/G Galeri'deki bir dizi konferans için bastırdığı davetiye aracılığıyla tanıtmıştır. Fluxus sözcüğü, doğadaki ve insan yaşamındaki sürekliliği, değişimi ve yenilenmeyi, durağanlığa karşı koyuşu ifade eder. Buna bağlı olarak, sürekli değişim içinde olan bir evrende sanat eseri de tamamlanmış bir çalışma değil, sürekli değişen ve gelişen bir süreçtir. Fluxus, yaratımı ve yok oluşu, daha genel olarak da geçici olanı ön plana çıkararak yaşamın akışına gönderme yapar.
Fluxus sanatçılarında toplumsal kaygılar, estetik düşüncelerden önce gelir. Burjuva tavır ve tutumunun şemalarını kırmak isterler.
Fluxus'un amacı, popüler kültürü canlandırmak değildir. Fluxus, sanatçılara; müzisyenlere, avant-garde şairlere, ressamlara, heykeltıraşlara yepyeni kültür yaratma olanakları sağlamak ister.
Onu aynı dönemde ortaya çıkan sanat akımlarından farklı kılan yanı ise bir akımdan ziyade farklı sanat kategorileri arasındaki keskin sınırları kaldırmak ve onları alternatif kültürel formlar altında birleştirmek isteyen radikal yenilikçi sanatçıların oluşturduğu bir koalisyon olmasıdır.
1960 yılından 1978'e kadar çeşitli Fluxus etkinlikleri düzenleyen George Maciunas, ardında şu sözleri vasiyet bırakarak öldü:
‘Sanatta devrimci bir tufanı ve akıntıyı yükseltin. Yaşayan sanatın ve karşı sanatın ilerlemesini sağlayın ki, sanatsal olmayan gerçeklik sadece eleştirmenler, sanat meraklıları ve profesyonellerce değil, herkes tarafından kavranabilsin. Kültürel, toplumsal ve politik devrimci kadroları birleşik cephe ve eylemde kaynaştırın.’
Fluxus'da tıpkı diğer karşı-sanat akımları gibi akademik sanatı gülünçleştirerek onunla alay eder. Dönemin eylem ve ‘happening’leriyle benzerlik gösteren Fluxus hareketlerinde birbirine hiç uymayan tutarsız ama bilince doğrudan etki eden anlatım biçimleri sergilenir. Bir Fluxus hareketi kesinlikle önceden kararlaştırılmış değildir. Yaratma sürecinde rastlantıya büyük önem verilir. Bu nedenle Fluxus koalisyonuna katılanlar yaptıklarının gerçekte sanat olmadığını ve kendilerinin de sanatçı olmadığını ve sanatçı olarak tanımlanmak istemediklerini her fırsatta dile getirirler.”
The Beatles’ın en dikkat çeken yanı pop ile sanat arasındaki sınırı silmiş olmasıdır. Grubun önderi John Lennon’ın Fluxus akımına ilgisiz kalması düşünülemez. Tanışmalarından sonra görüşmeye başlarlar. Birbirlerini çekmektedirler, mıknatıs gibi. Yoko bu manyetik çekim için şunları söyler, 1996 yılında:
“Geriye dönüp baktığımda sizleri yaralamış olduğumu anlıyorum. Kahramanınızın yanında bir kadının, üstüne üstlük böyle bir kadının durması, sizler için zor olmuş olsa gerek.
John bir isyankârdı ve ben de onun isyankâr kadınıydım, yollarımız kesişince benimle her türlü çılgınlığı yapma fikri onu cezbetti. Bütün o inanılmaz şeyleri yapmak, John’un içinde vardı. Ve tüm o şeyleri yapan kadınla karşılaştığında, ‘işte bu, yapmam gerekenler bunlar’ dedi. Ona bir biçimde ihtiyaç duyduğu özgürlük alanını açtığıma inanıyorum.” (AŞKLAR VE ÇİFTLER – İLETİŞİM YAY. SYF:112)
John, ilk eşi Cynthia’yı artık neredeyse saf dışı bırakmış, hep Yoko ile birliktedir. Muhafazakâr ve kibirli İngilizler bunu çok yadırgarlar ve Yoko’ya karşı aşağılayıcı, hakaret dolu sözler sarf ederler. Ama onlar incinseler de, aşklarını yaşamaya kararlıdırlar. Başka hiçbir şey umurlarında değildir.
John artık The Beatles’ı bile boşlamaya başlamıştır.
Yoko, hala bugüne kadar The Beatles’ın dağılmasına neden olan kadın ithamıyla simbiyoz halinde yaşamını sürdürmektedir. Geçtiğimiz yıl yaptığı açıklamaya ben de aynen katılıyorum:
"The Beatles, çok güçlü kişilikli ve maço dört erkekten oluşuyordu. Onları dağıtmaya bir kadının gücü yetmezdi!"
Yoko&John, The Beatles tek tek diğerleri bir yığın sorunla uğraşırken 1967 yılı dünyada, Hippilerin muhafazakarlığa deprem etkisi yaşatan radikal çıkışları ile ve bir de The Beatles’ın muhteşem albümü SGT., Pepper Lonely Hearts Club Band ile bir daha yaşanması zor bir genel devasa ambiyansı yaşamaktadır. 1967 yazında Summer of Love nitelemesi verilir.
Hippiler, saçlarını uzatıp sistemin temel referanslarına her an saldırı halinde yaşamaktadırlar. Komünler, sanat, uyuşturucu, cinsel özgürlük, rock ve psychedelic âlemlerde huzur ve sükûnet arayışlarını üs haline getirdikleri San Fransisco – Haight Ashbury tepesinden Katmandu’ya gitmeye hatta Katmandu’ya yerleşmeye kadar vardırırlar.
Ama Kapitalizm, beklenmedik bir güçle, poplaşan Hippi akımını radikalliğini yok ederek giyim-kuşam modası haline getirir ve sisteme entegre eder. Hafta içi 8:00 – 17:00 çalışan insanlar hafta sonu Hippi giysileri, takıları, marihuana gibi hafif druglar da alarak modayı yaygınlaştırırlar. Bunun üzerine Hippi hareketinin önderleri 1967 ekim ayının altısında, San Fransisco’da büyük bir miting düzenleyerek, karşı kültür hareketi olan Hippiliğin artık özünü yitirdiğini, düzen içi olduğunu ilan ederler. Gerçek Hippiliğin ölümünü simgeleyen bir tabutu Kızılderili takıları ile süsleyip ve son kez Ooooommmm nidaları ile yakarlar.
Yani Hippi, 1967 yılında intihar etmiştir, bu yıldan sonrakiler ise nostaljik ve modanın etkileriyle sadece görüntüsel olarak Hippidirler. Sistem de zaten bunları ciddiye almaz.
1960’lar olarak anılan ve tarihte yerini alan o renkli dönem yaşanırken, Paul, son derece parlak bir öneriyle grubu toplayıp yeni albüm için provalara başlamaya ikna eder. Beri yandan da albüm kapağı üzerinde çalışmalar sürdürülür. Kapağıyla, şarkılarıyla SGT., Pepper Lonely Hearts Band albümü dönemin adeta tacı olur.
Kapağında kimler yoktur ki: Karl Marx, Marlon Brando, Edgar Allen Poe, Dylan Thomas,Tony Curtis, Stu, Lorel-Hardy, Bernard Shaw, Oscar Wilde, Bob Dylan, William Burroughs, Diana Dors, Gustav Jung, Marlene Dietrich, Gandhi albüm kapağında resmi olanlardan bir kısmı.
Bu albüm için şu analoji yapılır; Beethoven ile Mozart bir araya gelse ancak bunu yapabilirlerdi.
Gerçekten de mükemmeldir, mükemmelliği de milyonlarca dinleyicinin hayatına yaptığı katkı ile baştacı edilerek tescillenmiştir.
1967 yılının şubat ayında çıkartılan Strawberry Fields Forever, John’un yaratıcılığının şahikasıdır. O yıl bu şarkı ve bu albüm kasırga etkisi yapmıştır adeta.
1960’lar, rengârenk yaşanmaktadır. Şu tasvir dönemi en iyi biçimde anlatır:
“Altmışlı yıllarda büyüyen ve bu on yılı bu denli renkli kılan kişiler, her şeyden önce 1967 yılını anımsarlar. Onlar için bu yıl, pek çok tarihçi için olduğu gibi, uygarlığın yavaş yavaş karanlık ortaçağa geri dönüşü değil, gençliklerinin göz kamaştırıcılığının doruk noktasına ulaştığı tarihsel andır. 1967 yılı napalm ve ani ölümlerin yılı da olabilir. Fakat bir kuşak için her şeyden önce ‘Love’, ‘Peace’ ve Flower Power yılıydı. O yılın kalıntılarını içlerinde taşıyan, o yıllarda gerçek görünen ütopik çözümleri dillendiren ve kendilerine ‘Beatiful People’ dedikleri o yılların ardından gözyaşları döken binlerce insan var hala. Aslına bakılırsa 1967 yılı hiç de güzel bir yıl değildi, hele hele Vietnam’ da… Dünya, artık insanlığı komünizm tehlikesinden koruyan genç Amerikalılara inanmıyor, bunun yerine samandan yapılmış köy evlerini basan ağır silahlı helikopterleri, çocuklarının yanmış cesetleri başında ağlayan yumuşak ve zarif kadınları ve pirinç tarlalarının arasındaki bir yolda çıplak ve çaresiz halde topçu mevkilerine doğru şaşkın şaşkın koşan çocuğu görüyorlardı.” (Philip Norman – Aşklar ve Çiftler / İletişim Yayınları - Syf: 55-56)
Bir yanda mantra sarhoşu Flower Power gençliği, diğer yanda kan gölüne dönen Vietnam’ın suçsuz halkının katliamı, absürt bir eşzamanlılıkta yaşanıyordu.
'68 kuşağı, Newyork’taki Birleşmiş Milletler binasının önünde 500 bin kişiyle, günde 164 hava saldırısı yapılan Vietnam’a destek için toplanıyor, Londra’daki Trafalgar Meydanı’nda on binler savaşı protesto edip barış sloganları atıyordu.
Öte yanda müzik tarihinin en güzel melodilerini, The Beatles gezegene armağan ediyordu; Lucy In The Sky With Diamonds, A Day In The Life, George’un Hintli müzisyenlerle birlikte yaptığı şaheseri, Within’ You Without You...
‘68 Bigger Bang’e sadece bir yıl kalmıştı. Dünyanın gözü Vietnam ve Hippi üssü–Haight Ashbury’da iken 3M Paris– Sorbonne kampuslarından alanlara, fabrikalara doğru harekete geçiyordu. Artık ‘68’i iki üssü vardı biri San Fransisco – Haight Ashbury diğeri ise Marx-Mao-Marcuse ile harcı karılan ‘68 kuşağının infilakı ateşlediği yer olan Paris–Quarter Latin mahallesi idi.
Beatles bu her iki üssün yaratıcı ve isyankar öznelerinin ortak buluşma alanıydı.
Burada hak yemeyelim; Rolling Stones da saflardadır. O yıllarda Stones mu, Beatles mı olduğu başat tartışma konularından biridir.
Doors da zuhur etmiş, karizmatik ve yakışıklı solisti Jim Morrison ile isyan ve çılgınlık arasında yerleşik muhafazakârlığa obüsler fırlatmaktadır. Bir analoji de Stones ve Doors için yapılır:
“Uçmak isteyenler için Rolling Stones, çoktan uçmuş olanlar için Doors!”
LSD artık herkesin psychedelic uçuşlar için aldığı bilet gibidir.
‘60’ların karşı kültür ikonu Timothy Leary, LSD’nin zihin açıcı işlevine vurgu yapar, Beatles hayranıdır. Beatles üyelerini, “yeni ve gülen yüzlü bir kuşağın müjdecisi olarak Tanrı tarafından gönderilmiş mutanlar” olduğunu ilan eder. Timothy Leary, Harvard üniversitesinde ruhbilim doçentidir. Sözleri kaile alınmayacak, sıradan bir insan değildir.
Beatles, 1967 yılını Magical Mystrey Tours albümü ve kendilerinin çektiği aynı adlı filmle bitirir.
All You Need is Love şarkısı ilk kez yapılan uydu yayınıyla dünyaya duyurulur. Bu aslında, Flower Power neslinin deklarasyonudur aynı zamanda.
Magical Mystrey Tours albümünde de şaheserler insanları hayranlıkla yine şaşkına çevirir.
Artık yıl 1968’dir.