21 Aralık 2012
7 Nisan 1920 yılında Hindistan’ın bütün mistisizmini barındıran ve yeniden üreten şehri, tanrı Şiva’nın kenti Varanasi’de doğan Ravi Shankar - asıl adı, Robinda Shankar - Bengal kökenli bir ailenin 5 çocuğunun en küçüğüdür. Abisi, dans sanatçısı ve koreograf Uday’ın (d: 1900-ö: 1977) kurmuş olduğu dans kumpanyasında 18 yaşına kadar dans eder. Ancak daha sonra duyduğu ilgi nedeniyle sitara yönelir.
Üstad Allauddin Khan'dan (d:1862 - ö: 1972) sitar dersleri almaya başlar. Adeta bir klasik Hint müziği okulu olan Allauddin Khan’ın sıkı disiplinine dayanamayıp, dansçı olarak sahneye çıktığı Paris’teki renkli ve bohem yaşamına kaçarsa da sonunda döner ve Allauddin Khan’ın, geleneklerin ritüelini de yerine getirip önünde secdeye varır, sonra da eğitimine tekrar başlar ve başarıyla tamamlar. Allauddin Khan, Ravi Shankar’ın daha sonra birlikte çalıştığı ve unutulmaz eserler verdikleri, Bangladeş konserinde de aynı sahneyi paylaştığı, sarod virtüözü Üstad Ali Akbar Khan'ın (d: 1922 - ö:2009) babasıdır.
Üstad, Pandit gibi sözcükler, klasik Hint müziğinde, yüksek derecede ustalığı, çok yetkin virtuöziteyi ifade eder.
Ravi Shankar’ın tanınması George Harrison ve Beatles mitiyle açıklanır. 1966 yılında ünlü İngiliz keman virtüözü Sir Yehudi Menuhin (d: 1916 - ö: 1999 ) ile yaptıkları WEEST MEETS EAST adlı görkemli çalışması, 1967 yılındaki Monterey festivali ve 1969 yılındaki tarihi Woodstock festivaline katılmasıyla ününün pekiştiği, zaten daha sonraki on yıllar boyunca da önce Batı’da, daha sonra tüm dünyada tanındığı ve bilindiğini belirtilir. Kronolojik olarak bu evreler doğrudur ama Batı, Ravi Shankar’ı tanıması öncesinde, 1940 ve '50’lerde dünya sinemasında çok önemli bir yeri olan Hint sinemasıyla, özellikle de efsanevi sinema sanatçısı Raj Kapoor’un (d: 1924 – ö: 1988) Avare filmiyle Hint müzikleri ve danslarına aşina hale gelmiştir. Shankar müziği de böylesi bir tanışıklığın üzerine gelir. Doğu; mistisizmi, dinleri, hikâyeleri, tapınakları, mimarisi, inanışları ile Batı’nın ilgisini öteden beri çekmektedir. O büyülü ‘60’larda sitarın sihirli sesinin, ‘60’lı yılların sadasında çok önemli etkisi ve yeri olmuştur.
Ravi Shankar, tutku ile bağlı olduğu kültürüne, geleneklerine yaptığı müzikte de - MÖ. 2000'lere dayandığı araştırmalarda belirtiliyor - titizlikle riayet eder. Ama tekrar etmek değil, yeniden üretmektir Ravi’nin yaptığı. O yüzden her eseri ayrı bir değer taşır, o yüzden bitip tükenmez bir menba gibidir. Geniş ufku onun, farklı kültürlere ait müzisyenlerle çalışma yapmasına ve birlikte mükemmel yapıtlar ortaya çıkarmasına imkân verdi.
Bir diğer önemli özelliği de yeni ve yetenekli müzisyenlere dikkat etmesi, genç müzisyenleri de grubuna alması ve onlara ders de vererek önlerini açma çabasını ölünceye kadar sürdürmesidir. Bu bilgece tutumu ve anlayışını bir anlamda kurumsallaştırmak isteğiyle, Yeni Delhi’de muazzam mimarisiyle Ravi Shankar Centre inşa ettirir; artık öğrencileri, burada çalışırlar, üretirler. Sıkı çalışma ve disiplin hem okulun, hem Shankar’ın çok dikkat ettiği iki vasıftır.
Konserlerinde, resitallerinde çoğunlukla sitar, tabla, tanpura üçlüsü olarak yer alırlar, Shankar ve arkadaşları, bazen de sarod olur.
Bazı konserlerinde ise Ravi Shankar - Family&Friends adıyla, kalabalık bir grup olarak yer alırlar ve izleyicileri apayrı âlemlere yolculuğa çıkartırlar. Böylesi gruplarda hep genç ve yetenekli müzisyenleri görürüz.
İster Family&Friends, ister üç ya da dört kişilik resitallerinde olsun mutlaka tabla olur ve yanında çoğunlukla Alla Rakha (d: 1919 - ö: 2000) on yıllarca birlikte plak yaptığı, konserlerinde hep yanında bulunan tabla üstadı olarak yer alır. Alla Rakha, kendi stil ve yeteneğini adeta şırınga ettiği tabla ve perküsyon yeteneği ile dünyaca tanınan Zakir Hussain'in (d: 1951) babasıdır.
Ravi Shankar’ın kompozitörlüğü ve müzisyenliği için çok yakın arkadaşı George Harrison, “Ravi, gezegenimizin en büyük müzisyenidir” derken, Yehudi Menuhin “O, ancak Mozart’la kıyaslanabilir” diyerek, bu büyük deha ve büyük insan için en özlü tanımlamaları yapmışlardır.
Ravi ile kadim dostu George Harrison 1966 yılında tanışırlar. Sitarı ilk dinlediğinde büyülenen ve hayran kaldığını söyleyen Harrison, Shankar’dan ders almak için Bombay’a gelir. Gelişi gizli tutulmak istenir ama...
Harrison anlatıyor:
“Beatles dünya turnesinin son ülkesi Yeni Zelanda’da gruptan ayrıldım ve Hindistan’a uçtum. Tanınmamak için de bıyık bıraktım, eh ne de olsa bir Beatles bıyıklı tahayyül edilemez diye düşünmüştüm, ama otelde asansörcü çocuk beni tanıdı ve sonra da kıyamet koptu. Bir anda otelin içi, önü gazetecilerle, meraklılarla dolunca bir basın açıklaması yapıp, Hint kültürüne ilgi duyduğumu ve bunun için geldiğimi, söylemek zorunda kaldım. Ravi, derslere başlamadan evvel, bana nota bilip bilmediğimi sordu, bilmiyordum ve bilmediğimi söyledim ama ödüm koptu, Ravi ders vermeyi reddederse diye. Ama bana, daha iyi bilseydin kafan çok karışırdı deyince rahatladım. Ravi’nin sadece müziğinden değil, aynı zamanda kişiliğinden de çok etkilendim. Beatles ile dünya da krallar-kraliçeler, devlet başkanları, prensler-prensesler ve daha birçok önemli insanla tanıştık ama ‘O’ndaki sahici tevazu, nezaket, zariflik, bilgelik, samimiyet ve dürüstlük hiç kimsede görmediğim kadardı. O’ndan çok şey öğrendim.’’
Ravi Shankar da Harrison için “O benim oğlum, babam, kardeşim, arkadaşım, öğrencim, öğretmenim…’’ sözleriyle ifade eder, duygularını. Harrison’un içtenliği, dürüstlüğü ve mütevazi kişiliği de Ravi için çok kıymetli bir vasıftır. "Modern müzikte beni en çok rahatsız eden şey, tümüyle egolar üzerine kurulmuş olması, bunun iyi bir tarafı da var ama. Sesi kapatıp sadece seyredebilirsiniz!" diyen Harrison'a sanırım en fazla Shankar hak verecektir.
Klasik Hint müziği şüphesiz Ravi Shankar’dan ibaret değildir. Çok köklü gelenekleri olan bir umman gibidir. Sitarı da Ravi’den başka birçok Hintli virtüöz çalmaktadır ve epey sayıda Pandit/Üstad unvanı verilmiş ve bu unvanı hak etmiş müzisyen bulunmaktadır, ama Ravi’nin sitar stili daha ilk tınılarda, ilk notalarda hemen fark edilir. Sahnedeki performanslarında, tabla veya sarod çalan arkadaşları ile insanı lâl eden öyle düetler yaparlar ki, düet pasajları Ravi’nin konserlerinde izleyicilerin en coştuğu an olur.
Eric Clapton’un "My Hero" (Kahramanım) dediği Shankar’ın vasat bir çalışması yoktur, ama Yehudi Menuhin, Philip Glass ve tabii George Harrison ile yaptıkları albümler, kıratı tayin edilemez evsaftadır.
Jan Garbarek, John Coltrane, Buddy Rich gibi caz tarihinin ağır isimleri de Shankar’dan hem etkilenmiş hem de esinlenmişlerdir. Öyle ki Post-bop akımın en önemli ismi olan John Coltrane, sonradan kendisi gibi caz müzisyeni olan oğlunun adını Ravi koymuştur.
Film müzikleri de yapan Shankar’ın en bilinen film müziği Gandhi filmininkidir. Zaten öyle bir filmin müziğini de ancak Shankar yapardı.
Son günlerde vefat sonrası çıkan yazılarda Ravi Shankar – Hippi ilintisi gözüme ilişiyor. Ravi hiç Hippi olmadı ama Hippiler Ravi’nin müziğini çok sevdiler. Shankar’ın Hippilerle ilk karşılaşması Monterey festivalinde oldu ise de asıl Woodstock’da tam anlamıyla yüz yüze geldiler (Shankar, festival alanı için, “Küçükken Hindistan’da yaşadığım köyde çamur içinde yuvarlanan bufalolar olurdu. İzleyicilere bakarken onları hatırladım ve çok korktum” dediği biliniyor.) Woodstock’tan uzun yıllar sonra Shankar bir söyleşisinde, orada bulunan genç insanların aldıkları uyuşturucuların etkisiyle esrik bir vaziyette, tuhaf ve ürkütücü sesler çıkardıklarını, müziği ile ilgilenemeyecek kadar esrik vaziyette olduklarını ve buna çok üzüldüğünü söylemişti. Hippiler ve Hippilik akımı ile ilişkisi bu kadar. Umarım buradan Hippilik kötü ve lanet bir akımdır, anlamı çıkmaz; endüstriyel – kapitalist tüketim toplumuna radikal bir karşı çıkış ve alternatif yaşam kurma hareketidir çünkü Hippilik.
Bu yarı didaktik kısmı bitirmeden Raga kavramı hakkında da söz etmek gerekiyor. Klasik Türk müziğindeki makam gibi klasik Hint müziğinde kullanılan ama makamdan çok farklı anlam ve işlevi olan bir disiplindir, denilebilir. Günün her anına uygun Raga’lar vardır, sabah Ragası, ışık Ragası gibi. Doğaçlama ve Raga, Shankar gibi bir dehanın yaratıcılığına en uygun mecrayı hazırlayan etkenlerdir demek mümkündür. Klasik Hint müziğinde kullanımda olan yüzü aşkın Raga vardır ama teorik olarak binlerce Raga üretilebilir.
Artık Ravi Shankar’ın Türkiye’de ki serencamına gelebiliriz: Aslı tanınması ‘80’lerde oldu ama yine de daha çok, büyük şehirlerde yaşayan, dil bilen, yurt dışına gidip gelen ve müzikle daha derinlemesine ilgilenen üst tabaka aydınlardan oluşuyor gibiydi. Bunlara bir de Beatles ile çok yakından ilgilenen bir kesimi de ilave etmek gerekir. Adı konuşuluyor, biliniyordu ama plağını bulmak neredeyse imkânsızdı. Henüz longplay zamanları idi ve boş kasetlere longplaylerden kayıt yaptırılırdı. Cd, dvd henüz dünyaya gelmemişti.1983 yılında, Ankara’da, Onur çarşısında bir plakçıda ilk Shankar kaydımı yaptırmıştım. O kadar ısrarıma ve 2-3 kat fazla fiyat teklif etmeme rağmen plağı, bunun özel dinleyicileri var, satamam, cevabıyla satmayı kabul etmedi dükkân sahibi. Birkaç yıl bu kasetlerle yetinmek zorunda kaldım. Bir kış akşamı, İskenderun’da patlayan Yarıkkaya fırtınasının coşturduğu Akdeniz’in dalgalarını ve iki büklüm olan Palmiye ağaçlarını seyredip Buzbağ şarabıyla sıkıntımı gidermeye çalışırken, bulunduğum lokalde İstanbul’dan telefonla arandığım söylendi. Arayan kadim dostum, Hami Çağdaş, “Az evvel ne oldu biliyor musun? İnanamayacaksın ama Ravi Shankar İstanbul festivaline gelmeyi kabul etti ve gelişi kesinleşti” deyince bir an konuşamadım. İnanılır gibi değildi… Shankar’ı İstanbul’da izlemek… Nihayet resital günü geldi ve ben otoyolların olmadığı, otobüslerin şimdiki gibi konforlu olmadığı 28 yıl öncesinin Türkiye’sinde, 21 saat süren otobüs yolculuğunu göze alarak İstanbul’a gitmiştim. Hami, müthiş bir sürpriz yaparak beni basın toplantısına da götürdü. Ravi Shankar ve Alla Rakha işte karşımdaydılar.
Basın toplantısında çevirmenliği Nejat Eczacıbaşı yapıyordu. Shankar’a şu soruyu sormuştum:
“Geleceğin müziğinin Batı merkezli olacağı, Doğu müziğinin Beatles ve Shankar’ın her ne kadar iyi çalışmaları varsa da bunun esasında yama olduğu ve gelecekte var olamayacağı iddiası hakkında ne dersiniz ?”
Nejat Eczacıbaşı, yama kelimesini söylememenin daha doğru olacağını Ravi Shankar’ın bir misafir olduğunu söylemesi üzerine “Bu zaten benim fikrim değil, birkaç gün evvel ki Cumhuriyet gazetesinde çıkmış bir haberdi” diye yanıtladım. Eczacıbaşı yine de uygun gördüğü şekilde çevirdi, Shankar’ın yanıtı şu olmuştu:
“Batı müziği din kökenli, kilise çıkışlıdır. Bizim müziğimizde de benzeri özellikler vardır ve müziğimiz hep var olacaktır.”
Daha sonra Murat Belge (mealen aktarıyorum, çünkü üzerinden 28 yıl geçti) şöyle bir soru sordu:
“Klasik Hint müziğinde bir devamlılık ve süreklilik var, çok eski gelenekleri olmasına rağmen nasıl hâlâ var olabiliyor. Hint müziğinde bu nasıl gerçekleşiyor? Mesela, Bizim müziğimizde bunu göremiyoruz yani Dede Efendiler, Itriler o zamanlarda kaldılar, artık yoklar.”
Nejat Eczacıbaşı yine “nasıl yoklar” diye ses tonunu yükseltince Murat Belge de, “Yani yeniden üretilemediler, olduklarıyla kaldılar,” diye cevap vermişti. Soru karşısında Shankar, kültür ve geleneklerine çok önem verdiklerini, kutsallık boyutunun önemli rol oynadığını ve çok sıkı eğitimlerle o geleneklerin kurallarının öğretildiğini, söylemişti.
Zaten basın toplantısı ve sonrasındaki Shankar ve Alla Rakha ile ayakta yapılan sohbetler resital kadar renkliydi. O yıllarda İletişim Yayınları Yeni Gündem isimli bir siyasi kitle haber dergisi çıkarıyordu. Murat Belge de yazıyordu doğal olarak. İşte o basın toplantısında Ravi Shankar ile tanışıklığı olduğu belli olan Zeynep Oral, Murat Belge’yi Shankar ile tanıştırdı ve Shankar, otelde görüşmek üzere randevu verdi Belge’ye. Bir hafta sonra çıkan Yeni Gündem dergisinde de Murat Belge’nin Ravi Shankar ile yapmış olduğu söyleşiyi okuduk.
Resitalde, Ravi Shankar müziği ve Hint müziği hakkında kısa bir konuşma ile bilgi verdi, müziğindeki ritmin rolüne dikkat çekti ve çalmaya başladı. Olağanüstü idi, ama etrafımda sıkılma emareleri gösteren epeyce insan olduğunu hayretle fark ettim. Çünkü o yıllarda, İstanbul entelijensiyadükalığı, Türkiye’ye sürpriz yaparak gelecek olan Shankar’la ilgili konuşmaya başlamıştı. Dükalığın çekim alanında devinen epeyce insan da Shankarist olmuşlardı. Eee hatır için çiğ tavuk yenir derler ama eğer sevmez isen Shankar’ın müziği de insanı bayıltır, çünkü hep akort yaptığı sanılır, oysa ilk eserin ortasını icra etmektedir Ravi.
Resital bitti, biz bis beklerken Shankar ve arkadaşları selam verdiler ve programı bitirdiler çünkü alkışlar bis için yeterli değildi ve salonun yarısı daha resital bitmeden boşalmıştı. Resitalin ilk yarısında hemen önümde oturan çevirmen ve o zaman yazı işleri müdürü olan önemli bir aydının koltuğu ikinci yarıda boştu. İlk yarıda arka sıradan bir kadının yorumunu duyuyordum, “Ya bunu plakta dinlemek daha güzel dii miiii?”
Hami Çağdaş ile resitalden çıktığımızda uzun süre konuşamadım. Çünkü düşündüğüm bir olay vardı aklımda, duygularımı tam işleyen; Beethoven’ın, kendisinin de en beğendiği eserlerinden biridir, opus 141 yaylı çalgılar için yazdığı eseri. İlk çalınış konserinde giden ve eseri hayranlıkla dinleyen Berlioz, dostu Franz Lizst’e hemen mektup yazar ve konseri ve duygularını anlatır. Der ki “Sizce Beethoven bizimle aynı insan soyundan mıdır?”
Ben, Ravi Shankar’ın resitalinden sonra da, 30 yılı aşkın geçen bu zaman zarfında da, O’nu her dinlediğimde Berlioz’un sözlerini hatırlar ve hissiyatını çok derinden anlarım.
Peş peşe çok değerli dehaları kaybetti. Klasik Hin müziği; Ali Akbhar Khan, Alla Rakhan, Ravi Shankar. Bu müziği ve bu ustaları sevenlerin artık tek tesellisi, Alla Rakhan’nın oğlu Zakkir Hussain’in tabla, Ravi Shankar’ın kızı Anoushka Shankar’ın sitar virtüözitelerinin göz kamaştıracak boyutlara ulaşması ve bir de artık Türkiye’de Shankar’ın cd ve dvd’lerinin bulunması olacak.
NOT: Beatles’ın Hint müziğini keşfi, tanışması ve etkilenmeleri hep vurgulanır. Hâlbuki bu ülkede o keşfi Beatles’tan çok önce yapmış bir gitar dehası var: ERKİN KORAY.
T24 için yazılıyor, az sonra!
Mali'den gelen 21 telli arp benzeri bir enstrüman olan kora, merak uyandıran ve meydan okuyan bir ses karmaşıklığına sahip...
Kızıldere’de katledilen devrimcilerin tümünün isimleri, Gülten Akın’ın şiirlerinde anılır ama en çok Sebo’nun adı geçer
Düğünlerdeki aşırı alkol tüketimi ve sefahat ortamı düğün çalgıcılarının ruhsal ve bedensel olarak hızla yıpranmalarına, ciddi sağlık sorunları yaşamalarına neden olur...
© Tüm hakları saklıdır.