O yıllardaki adıyla Batı Almanya, 60’lar kuşağının hareketlendiği, beri yandan da ekonomik kalkınma başarısıyla semirmiş bir Alman toplumunun ulusal narsizminin pik yaptığı zamanlardı. Konkret adında bir dergide yazan çok başarılı bir kadın gazeteci, aynı zamanda derginin sahibi ile evli ve iki kız çocuk annesiydi. 1967 yılında İran şahı Pehlevi Almanya’ yı eşi Pers güzeli kraliçe Süreyya ile ziyaret etti. Konkret dergisinde şaha açık mektup yazan bu kadın gazetecinin yazısı çok ses getirdi. Şah yoğun protestolarla karşılandı. Şiddete katiyen başvurmayan protestocular, karşılığında polisin azgın şiddetiyle karşılık gördüler. Olaylar sırasında polis, Benno Ohnesorg adındaki üniversite öğrencisini vurarak öldürdü. Fotoğraf o an çekilmiş.
Bu korkunç olay, Alman 68’inin radikalleşmesi ve RAF’ın doğumuna yol açan en önemli simgedir. Ardından da Rudi’nin vurulması radikal direniş odaklarının birer volkan gücüne ve etkinliğine ulaşmasının da etkeni oldu.
Bu iki dram Almanya’ da yaşandı ama Vietnam’daki ABD katliamına dönüşen savaş, dünyanın her yerinde genç insanların önce konferans salonlarına, oralardan da bulvarlara, alanlara taşmasına mecra oldu. ABD, ne savaşın etik kurallarına, ne de merhamet göstermeye icabet etmeye lüzum görmeden napalm yağdırıyordu Vietnam’a. ABD, medya gücüyle dünyayı maniple ediyor, zafere doğru Vietnam halkının desteğiyle yürümekte olduğunun propagandasını her türden araç ve imkânı kullanarak yapıyordu. Taa ki MY LAI olayını bir ABD’li gazeteci dünyaya duyuruncaya kadar. 504 insanın, çocuk, kadın, yaşlı demeden katledilmesi ancak bir yıl örtbas edilebildi ve ortaya çıkarıldı.
Dünya ayağa kalktı. 68 kuşağı, bu olayla birlikte dünyayı hem de kaldıraçsız yerinden oynattı. MY LAI katliamından bir kare görülüyor.
İlk Yazı - 'Silahı Seçmek' romanı, Rudi Dutschke, Baader-Meinhof ve 68'in hüzünlü kareleri üzerine…
Ulrike Meinhof
Yüksek tirajlı, haber-yorum dergisi Konkret dergisinin, iki kız çocuk annesi yetenekli ve zeki gazetecisinde kalmıştık. Dünyada mücadele tarihine adını altın harflerle yazdıracak olan bu kadın Ulrike Meinhof’un ta kendisiydi. 2 Haziran 1967’de Benno’nun öldürülmesi, akabinde gelişen Alman devletinin şiddeti, Vietnam Savaşı günlerinde arkadaşları Andreas Baader’in yakalanması ve cezaya çarptırılması; silahı seçme dışında bir seçenek kalmadığı fikrini bir ortak irade tecellisi durumuna getirdi.
Burjuva düzeni, erdemleri gereksiz kıldı. O nedenle ? Kaos. Syf: 44
Harf yığınlarıyla yüklü zor okunan metinler; masumiyetle şiddet arasında seçim yoktur, seçim şiddetin farklı biçimleri arasındadır. Syf: 53
…ve geceleri
Öfkeyle ittifak yapıncaya kadar uysal. Syf: 72
Çünkü bu öldüren dünya, her canlının bildiği gibi sadece şiddetle değiştirilebilir. Bertolt Brecht – Önlemler oyunundan.:syf 81
Baader gözetim altında bulunduğu binadan silahlı bir eylemle kaçırıldı. Bu eylem RED ARMEE FRAKTİON’un kuvözden fırlayıp hayatın içine daldığı başlangıç oldu. Nazi sempatizanı – SS kökenli derin bürokrasi, ABD emperyalizminin Almanya’daki akrepleri, Vietnam katliamının destekçileri için korkulu rüyalar da başladı. Çünkü RAF, eylemleriyle artık sözün bittiğini deklare etti. Almanya’daki ABD üs ve tesislerine gizli faaliyet gösterdikleri binalara Nazi kalıntısı ve gizli Hitler hayranı devlet bürokrasisine… Emperyalizmi evinde vurmak, Vietnam Savaşı’nda yaşanan katliamlara karşı duyarsız kalan ve tepki vermeyen topluma napalm bombalarının yaydığı ısının yakıcılığını bir nebze olsun hissettirmek için aksiyonlar geliştirdi. Eylem yeri, telefon ile aranıyor ve suçsuz insanların zarar görmemesi için mekânı hemen boşaltmaları uyarısı yapılıyordu, RAF militanları tarafından. Her zaman her yerde hep en önde olan Ulrike Meinhof, bir tik sahibidir. Paket paket içtiği sigaraların paketlerinin jelatinlerini, gayri ihtiyari elinde yuvarlar, bilye haline getirir.
Silahı Seçmek romanındaki ismi verilmeden belirtilen bu jelatinin parmaklarla bilye haline getirmenin mucidi Ulrike Meinhof’tur, aşağıdaki gibi.
RAF ve toplum nezdinde kazandığı meşruiyet
İlk başlarda, kibirli Alman devleti , üç-beş çapulcunun işi diye pek de ehemmiyet vermediği bu eylemlerin arkası kesilmeyince, emperyalizme karşı cephe gün geçtikçe kalabalıklaşmaya başladıkça bir anket yaptırır. Sonuç Alman derin devleti ve operasyonel birimlerini irkiltir. Batı-Alman toplumunda RAF eylemlerine, talep ve eleştirilerine hak verme oranı % 56 gibi bir rakama ulaşınca Nazi kalıntısı bürokratlarıyla, sosyal demokratlarıyla, Hristiyan Demokratlarıyla topyekûn taarruz başlatılır RAF’a karşı.
Ele geçirilen önder kadro Stamheimm Hapishanesi’nde tecride alınır. Komple beyaza boyanan hücrelerde çok ince ve sistematik işkence uygulanarak akıl sağlıkları hedef alınır tutsakların. Bu eski bir Nazi işkence yöntemidir. Yıllar sonra da itiraf edilmiştir ki; çıldırmalarını sağlayıp ardından da bunların bozuk ruh sağlığına sahip, çıldırmış insanlar olduklarının propagandası amaçlanmıştır. Bu amaç için en ahlaksızca şey yapılmış, Ulrike Meinhof’un beyni kafatasından incelenmek üzere çıkarılmış, Ulrike o halde defnedilmiş, 25 yıl boyunca ailesinin taleplerine rağmen saklanmakta olan beyin, inceleniyor, kayboldu gibi yalanlarla Ulrike’nin kızlarına iade edilmemiştir. Tecritlerde çıldırtılamayınca bu insanlık dışı yönteme başvurulmuştur.
Şüphesiz tecrit, beyaz ışık ve bembeyaza boyalı hücre işkencelerin en etkili olanıdır.
Ama bu tecride duyarsız kalınmaz; hem 68’liler hem de dünyanın çeşitli yerlerindeki entelektüeller tepkilerini dile getirir. Jean Paul Sartre, Paris’ten kalkıp Stuttgart’taki Stammheim Hapishanesi’ne RAF liderleri ile görüşmek için gelir.
Kızıl Dany lakaplı Daniel Cohn Bendit mihmandarlık etmektedir Sartre’ a.
İzolasyonun protestosu ve dünyaya duyurulmasıdır bu eylem.
RAF önderleri duruşmalarda mahkeme heyetini rezil rüsva ederler. Ne domuzluklarını ne de yalancı faşistler olduklarını bırakırlar hâkimlerin, savcıların.
Aşağıdaki fotoğraf bir basketbol maçının tribününden bir enstantane değil, RAF mensuplarının mahkemedeki, sizi iplemiyoruz tavrının görüntüsüdür.
RAF, mahkemelerde emperyalizmi yargılar, mahkeme heyeti nezdinde. Başa çıkılamayacakları anlaşılır.
Gerçekten de bir kelebeğin bile giremeyeceği kadar yüksek güvenlik uygulamalarıyla alarme vaziyette olan hapishanede bir sabah RAF önderleri hücrelerinde ölü bulunurlar.
Andreas Baader tabancayla başından vurulmuş, Ulrike ve Gudrun paçavra bezlerle hücre pencerelerine asılmış, Jan – Carl Raspe de tabancayla vurulmuş vaziyette bulundular hücrelerinde.
Andreas solaktı, kafasına arkadan ateş edilmişti ve sol elle o zaviyeden atış yapabilmesi imkânsızdır, diye raporlara kayıt düşüldü.
Eğer benden geriye hiç mektup kalmadıysa ve ölü bulunduysam; suikasta uğramışımdır[. Gurdun avukatına öyle yazmıştı. Gurdun’un asılı olduğu havlunun onun bedenini taşıyamayacağı kanıtlandı.
Ulrike’nin asılmadan önce ölmüş olduğu İngiliz doktorlar tarafından deklare edildi
Bir gün önce, kaçırılan bir yolcu uçağı Mogadişu’da rehin alınan yolculara karşı, RAF militanlarının serbest bırakılması talep edilmişti. Yapılan operasyonla militanlar ölü ve yaralı olarak ele geçtikten kısa bir süre sonra RAF önderleri hücrelerinde ölü bulundular.
İşte böyle:
Tekrar hatırlatıyorum. Bu yazı bir RAF eleştirisi veya değerlendirmesi değildir. Olsaydı bana sayfalar yetmezdi. Belki ileride…
Baştan dediğim gibi; Silahı Seçmek romanında Judith’in zaman zaman başvurduğu soyutluğun, somut imgeleriyle okuru tanıştırmayı amaçlamıştım. Böylece hem roman imgesel ve tarihsel hakikatler açısından asıl bağlamına oturmuş olacaktı.
Aynı zamanda da demokrasi ve insan hakları dendiğinde her zaman akıldanelik yapan Alman devletinin derinlerindeki DNA’sından söküp atamadığı Nazi mantığıyla yansıtılan kasıtlı ve yalan yanlış RAF imgesi kendi anlamıyla ve hakikatiyle buluşacak; Red Armee Fraktion’a tarihsel rol ve misyonu hakkında Türkiye’den bir saygı duruşu gösterilecekti.
Silahı Seçmek romanı ve yazarı Judith de bu saygıyı hak ediyor.