04 Mart 2013
Beatlemani’ya başlamadan evvel 1950’li yıllara hızla geri dönüp, John, Paul, George ve Ringo‘nun yaşamlarında derin izler bırakan çocukluk ve ilk gençlik dönemlerinde, dizinin ilk bölümünde vurguladığım ve sırası gelince anlatacağımı belirttiğim John ve arkadaşlarının yaşadıkları trajedilere değinmek gerekiyor. Çünkü müziklerinde, özellikle de 1966 – 1970 yılları dönemine damgasını vuran en önemli etkenlerden biridir, çocukluk döneminde yaşadıkları.
John, daha bebekken babasının evi terk etmesi nedeniyle babasız büyüdü. Beatles döneminde adına şarkı yazdığı annesi Julia, yaşamayı seven ve başına buyruk olmaktan hoşlanan bir insandı. Bu ve başka nedenlerle de küçük John’u, teyzesi Miami’ye bırakıp hayatını yaşamaya başladı. Anne ve babasız büyüyen John, belki de bu hissiyatı dünyada en iyi anlatan şarkısını, yıllar sonra yaptı: Mother.
John 15 yaşına geldiğinde annesi ile ilişkileri düzelmeye daha sık görüşmeye başladılar. Henüz baba ortada yoktu ama John, çok sevdiği annesini görmekle yetinmek durumunda kalsa bile mutluydu. Günler çok güzel geçiyordu ki bir gün sarhoş bir polis, annesini ezerek ölümüne sebep olduğu trafik kazasını yapana dek... John bir kez daha, ama artık ebediyen annesiz kalmaya mahkûm oldu. İyice dağıttı, kendisini içkiye vurdu, agresifleşti. Sığındığı bir tek yer vardı: Müzik. Diğerleriyle de zaten bu sığınakta buluştu.
Paul’da annesini kanserden kaybetti. Daha çocuk yaşındaydı ve annesi bir melek kadar iyi bir insandı. Çalışıyor, eve para getiriyor, evi çekip çeviriyordu. O’nu kaybetmek Paul’ü çok sarsmıştı.
Ringo ise 15 yaşına kadar günlerini hastanelerde hastalıklarla geçirdi. Biri düzelirken diğeri başlayan garip bir kaderdi Ringo’nun yaşadıkları da. En son 2 yıl kaldığı hastaneden çıktığında artık okul çağı da geçmişti.
George, bir otobüs şoförünün oğluydu ve Harrison’lar da hep maddi sıkıntı içindeydiler. George da küçük yaşlarda çalışmaya başlayıp çıraklık yaptığı bile oldu.
Bu travmalardan yıllar sonra bir araya geldiklerinde de, Stu’yu kaybetmeleri yeni bir ağır şok yaşattı, çocuklara.
Sıkıntılı ve çok sorunlu geçen, Beatles’ın doğum sancılarının çekildiği, 1962 yılında John ilk eşi olan Chnytia ile evlendi.
Brian Epstein ve George Martin’in yoğun uğraşları ve çocukların sınırsız yaratıcılıkları sonunda artık İngiltere dışında da duyulmalarının kapıları açılıyordu. İnfilâk gerçekleşmiş, magma dünyaya yayılmaya başlamıştı. She Loves You, Please Please Me ve I Want to Hold Your Hand ile 1963 yılında Beatlemania, Yeaah Yeaah çığlıkları ile başladı.
Kıta Avrupası’nda Faşizm yenilmiş, kapitalizm / burjuvazi parlamenter demokrasileri ile ekonomilerini hızla iyileştirmeye koyulmuş, endüstriye tüketim toplumunun harçları karılmaya başlanmıştı. Ekonomiler büyüyor, zenginlik artıyordu ama bu zenginleşmeden işçi sınıfı hak ettiğini alamıyordu. Sınıf savaşı, parlamenter demokrasi perdelemesine rağmen tarihin motoru olarak, çalışıyordu. Beatle'ler de kendilerini işçi sınıfı içinde sayıyorlardı. Çok sonraları John Lennon'ın yazdığı Working Class Hero (İşçi Sınıfı Kahramanı) isimli şarkı, John’un ölümünden 14 yıl sonra O’nun ham kayıtlarının Paul, George ve Ringo tarafından çalışılarak Beatles şarkısı haline getirdikleri Free as a bird adlı şarkının klibinde, liman ya da maden işçilerinin mesai sonrası yorgun, umutsuz, mutsuz ve bezgin bir halde işten çıkışlarının görüntülerinin içine çok zekice ve büyük bir etik anlayışla, Fab Four yani muhteşem dörtlünün görüntülerini, eğer talihleri yaver gitmese idi, birçok Liverpoollu hemşerileri gibi maden ya da dok işçisi olacaklarını resmeden bu eklemlenmeyi yapmaları, sınıf kökenlerine kendi yaptıkları vurgudur. O videoda dördü, aynı diğer işçiler gibi giyinmiş ve aynı onlar gibi yürümektedirler… Düşünceli, kaygılı, umutsuz..
2. Dünya Savaşı'nda doğmuş kuşak artık çılgınca eğlenmek, müzikle coşmak istiyordu. Elvis’in sade suya tirit şarkıları egemen düzenin tam istediği gibiydi. Ellilerden altmışlara böyle geçildi ama erken 60’larda bu Rock'n Roll etkisi 50’lerdeki gibi rüzgâr halinde sürmekte idi.
Rock'n Roll’a bu noktada biraz değinmek gerekiyor: Rock müziğin 60’ların 2. yarısından itibaren halen devam edegelen en büyük isimlerine bakıldığında hem Blues hayranı oldukları hem çok etkilendikleri hem de çok esinlendikleri görülür. Animals, Yarbirds, Cream, Rolling Stones, Doors, Pink Floyd, Greateful Dead, Who, Led Zeppelin, Deep Purple, Allman Brothers, Jethro Tull, CSN&Y, Simon and Garfunkel gibi rock devlerinin müziklerindeki rock cilasını sıyırın altından Blues çıkar.
Blues müziğin daha 20. yüzyıl başlarında, pamuk plantasyonlarında, Missisipi deltasındaki tarım arazilerinde çalışan zenciler tarafından çalınıp söylendiği ve bir kıymeti harbiyesinin görülmediği yıllarda bu kadar uzun süreli bir menbâ olacağı elbette öngörülemiyordu. Aşağılanan Zenci/siyahın müziği, algısı, Blues'u yok edemedi. Az sayıda enstrümanla yapılan Blues biraz hızlandırıldı, enstrüman ve vokal eklendi, buna Rythm&Blues dendi; beyazlar bu egemenliğe karşı, Blues’u yeniden üretmek üzere kolları sıvayınca, R&B daha ritmik ve daha hızlı yapmaya başlandı, buna da Rock'n Roll ismi uygun görüldü.
Rock'n Roll ile başlayıp öyle devam edenlerin kendi yaratıcılıklarını ve dehalarını da işe katarak daha sert gitar sololu, bas ve davulun da dikkat çekici bir rol üslendiği müzikleri Rock adıyla anılmaya başlandı. Beatles da ilk başlarda benzeri süreçlerden geçti ama Beatles müziği ya da soundu dediğimizde, cilanın altından Blues ya da başka bir akım çıkmaz. Eski deyimle nev-i şahsına münhasırdır. Taklit edilemez, yeniden üretilemez. Zaten böyle olduğu için, grup dağıldıktan sonra, üyelerinin on yıllarca yaptıkları müzikler, albümler asla Beatles'a benzememiştir bile.
Tabii bu yaklaşık 5 yıllık zaman içerisinde, yani, Rock'n Roll'dan Rock'a geçiş sürecinde artık şarkı sözleri de değişmeye başladı. Bireyin, kuşatıldığı yabancılaşmaya karşı, bu yabancılaşmayı üreten, kuran, kurumlara karşı, toplumun genel kabullerine, ahlâk, anlayışına, düşünme – algılama kalıplarına karşı ve nihayetinde savaşa ve sisteme karşı başkaldırmaya doğru evrildi.
60’ların ortalarına doğru 3M, telaffuz edilmeye başlandı gençlik içerisinde, kampüslerde, alanlarda. Bu 3M, Migros’un 3M’si değil; Marks, Mao, Marcuse‘un M’leri idi.1963‘te başlayan Beatleman’i infilâkı devam ederken, beş yıl sonra 3M ile 68 Bigger Bang’in çiçek tohumları serpiliyordu. Yani Flower Power kuşağını oluşturacak genç insanlar henüz dans ediyordu ama Vietnam’da, suçsuz, günahsız o narin yapılı kibar Vietnam köylülerinin üzerine, pirinç tarlalarında dizlerine kadar suyun içinde rızkları için çalışırlarken, tonlarca bomba yağıyordu, rüyalar ülkesi ABD ordusundan. Filistinli Fedaiyun gerillaları artık kalaşnikofları ile İsrail’in ölüm makinalarına karşı direnmek üzere, poşularını yüzlerine dolamaya henüz başlamak üzereydiler.
Elvis’in başlattığı, John’un ifadesiyle "o iğrenç kalça kıvırma" hareketini taklit ederek dans eden dünya gençliği (Burada şunu atlamamak gerekir: İşçi sınıfı gençliği de bu rüya ilüzyonuna büyük çapta kapılmış idi ve Elvis, onlar için de bir sınıf atlama ikonu gibiydi), Amerikan rüyası ve kozmik hayallerle meşgulken, ne Vietnam ile ne de Afrika ve Latin Amerika’da isyan hareketlerine kafa yoracak durumda değildi. O işlere henüz Ernesto Che Guavera isimli Arjantinli doktor, Küba devriminin unutulmaz gerilla önderi bakıyordu, peşinde, canını almaya programlanmış CIA ajanları ve diktatörlerin orduları olduğu halde. CHE, bir Bolivya dağlarında bir Afrika’da bir Mısır’da emperyalizme karşı devrimci mücadeleyi örgütlemek için görünüp kaybolurken, ileri sanayileşmiş kapitalist ülkelerin gençliği bir müddet sonra metropollerde 3M’nin tartışmalarının yanı sıra, Rock ile de kendilerini ifade etmeye başlamışlardı. Bob Dylan bu kendini ifadenin ozanı ve sesi idi.
Sadece Beatleler değil, Rock müziğinin diğer unutulmaz isimleri de aslında köken olarak çok da farklı yerlerden gelmiyorlardı. Bu vasıfları, dünyanın hali ve gidişatı, Rock müziğini giderek bir isyanın sesi haline ve hatta giderek isyanın kendisi haline getirmeye yetti.
Bütün bunlar yaşanırken peş peşe albüm çıkartan Beatles, seçimleri 21 yüzyılda yapılan, gelmiş geçmiş en iyi 500 albüm listesinin 1 numarası seçilecek Revolver'ın müjdesini, Rubber Soul ve Help albümleriyle vermişti.
Dünyayı allak bullak ediyorlardı, listeler ne ki?
Avangarde ve yeniliklere çok açık olmaları, Beatle’ları şarkı yaparken çok geniş ufuklu üretim yapmalarına olanak veriyor, usta birer şair/söz yazarı olan Lennon&McCartney'in yazdığı şarkı sözleri insanların beyinlerine ters takla attırıyordu adeta.
George Harrson, çocukken çıraklık yaptığı zamanlarda, biriktirdiği birkaç şilinle aldığı ilk gitarını çalabilmek için parmakları yara olup kanayıncaya kadar çalışmanın ve parmaklarının acısına ağlayarak tahammül edip yılmamanın mükâfatını, Beatles'ın müziğindeki derinliği ve bambaşka renkler veren tekniği ve ustalığı sayesinde Guitar Hero ünvanı payesiyle onurlandırılıyordu.
Ringo ise o yıllarda her Rock topluluğunun müziğinde mutlaka yapılan davul solosunu yapmıyor, sade ve yalın tekniğiyle hep gülümseyerek çaldığı baterisinin başında Beatles müziğini kendi enstrümanıyla yaratıyordu. Kendisine takılan yakın çevresine ve basın mensuplarına, "sen neden şarkı yazmıyorsun" diye sorduklarında, "istiyorum, çalışıyorum ama yapamıyorum, onlara soruyorum böyle mi olacak diye, ha evet evet onun gibi bir şey işte deyip işlerine bakıyorlar" gibi olağanüstü dürüstlükle itirafta bulunuyordu.
1966 yılında Revolver albümü yapıldı. Harikaydı ve alışılmadık ölçüde yenilikler içeriyordu. Dizinin en başında Klaus Voorman'a ileride döneceğimi söylemiştim. İşte şimdi dönüyoruz; Klaus Voorman, Revolver'ın o güne kadar müzik endüstrisinde hiç rastlanmamış, epey şaşırtıcı albüm kapağını tasarladı ve yaptı. Albüm, hem şarkılardaki hem sözlerdeki hem melodilerdeki yeniliklerle hem de 60’ların ve Beatles sihrini yansıtan irkiltici kapak tasarımıyla olağanüstü idi.
Revolver, aynı zamanda Psyhcdelic dönemlerinin ve o dönemki sanatlarının da habercisi oldu.
"Sürrealizmi, keşfedinceye kadar, delirmekte olduğuma inanıyordum" diyen John, bu dönemde seslerle, sözlerle adeta sürrealist ve psychedelic sanat icra ediyordu. Paul Mccartney de en büyük rakip olarak John'a aynı kalite ve düzeyde mukabelede bulunuyordu. İkilinin rekabeti sayesinde, insanlık ve sanat dünyası, zenginleştikçe zenginleşiyordu. Çektikleri filmler, oynadıkları sinema filmleri, o zamana göre şimdiki anlayışla video klipleri sayılacak çekimleri hep sürreel ve psychedelik idi. İşte tam bu dönemde George Harrison, Beatles'ın mistik yıldızı, Hint müziğini, Budizmi keşfetti. Hemen de derinlemesine daldı bu yeni keşiflerine. Avrupa ve Amerika metropollerinde saçları uzun gençlerin sayısı artıyor, genel toplum kurallarını hiçe sayan genç insanlar, cinsel tabuları yerle bir ediyor, kutsallığı sual edilemez askerlik ve vatan için ölüme gitme anlayışını yerle yeksan ediyordu.
George, diğer Beatleler ve arkadaş çevresi, doğruca Hindistan'a uçtular; Mick Jagger, Marianne Faithfull, Donovan, Mia Farrow bu çevreden bazıları.
Uzun entariler, ham keten rengârenk giysiler, giyildi, sakallar koy verildi. Ama elde gitarlar sürekli bir şeyler çalıp söylüyorlardı, bilhassa Lennon&McCartney.
Bu baş döndüren tempo sırasında yani, iki kırkım arası, George Harrison ömrünün sonuna kadar çok seveceği ve sayacağı Ravi Shankar ile tanıştı. Sitar'ı büyülü sesinden çok etkilenen George, artık provalar ve kayıtlar dışında gitarı eline bile almıyor, sürekli Sitar çalıyor, tekniğini ilerletmek için var gücüyle çalışıyordu.
Maharishi isimli bir gurunun çiftliğine yerleşip yoga yaptılar, dersler aldılar. Sonunda baktılar ki bu adam pek tekin değil. Dönmeye karar verdiler. John bu olayı şöyle anlatır:
"Artık bizim için inanılırlığını ve güvenimizi yitirmişti, uygunsuz davranışlar söylentisinin üzerine bir tecavüz girişimi de bardağı taşıran damla oldu, dördümüz toplanıp ayrılma kararını Maharishi'ye bildirip döneceğimizi söylemeye karar verdik. İş bunu kimin söyleyeceğine gelince bana baktılar, zaten ne zaman pis bir iş olsa üçü birden beni hep öne sürerlerdi, ben de gidip söyledim, 'neden dönüyorsunuz' diye sorunca, 'her şeyi bildiğini iddia ediyordun bunu da bilsene' dediğimde yüzüme olan bakışında anlam, 'seni piç oğlu piç' der gibiydi."
Her şey bir rüya gibi yaşanırken Beatleler aldıkları bir haberle tam anlamıyla donup kalırlar. Trajedinin en zor tahammül edilecek olanı yaşanır, çünkü Brain Epstein evinde ölü bulunmuştur. Yıllar sonra John, "aslında Beatles o gün bitmişti" der.
Bu Hindistan macerası, Beatles’ın ilk ve tek double albümleri, White Album'e epeyce malzeme ve esin sağlar.
Yaşadıkları her acı, trajedi, macera Fab Four'u müziğe daha fazla abanmaya daha fazla üretmeye sevk eder aynı zamanda.
Artık Brain'sız günler başlamıştır.
1967 yılında Beatles, Brian Epstein’siz kalmıştı, aynı yılın sonbaharında Che Guavera, CIA ajanları ve Bolivya ordusunun subaylarının gözetiminde katlediliyor, ABD’de de (caz müziğinin efsanevi ismi) John Coltrane yaşama veda ediyordu.
Ölümler ve trajedilerin ardı arkası kesilmiyordu.
Janis Joplin, Jimi Hendrix, Jim Morrison'un ölümlerine ise sadece birkaç yıl kalmıştı.
1960’ların başlarında Beatlemania'nın başlarında bir muhabir John Lennon'a "nasıl bir ölüm bekliyorsunuz?" diye sorduğunda Lennon, "manyağın biri tarafından haklanırım herhalde" diye kâhince bir yanıt vermişti.
Bu arada zayıf, sarı benizli, pek gülmeyen bir Japon sanatçı kadının ayak sesleri yavaş yavaş Londra’ya gelmeye başlamıştı.
Tahmin edileceği üzere gelen Yoko Ono idi.
Okyanus çocuğu, Londra’ ya ulaşmıştı bile.
Yoko Ono faslına ve 68’e girmeden hatırlatmak lazım. Dünyada da hâlâ bu hikâyeyi yazan, yazmaya devam eden, yazmaya başlayan onlarca insan var. Yüzlerce kitap çıktı, resmi antoloji yayınlandı ama bitmiyor. Hâlâ araştırılan zamanlar, şarkılar, dönemler üzerinde çalışılıyor. O nedenle bu yazı kapsamında tüm Beatles'ı anlatabilmek imkânsız; atlamalar, iç içe geçmeler kaçınılmaz oluyor.
Bir sonraki bölümde Yoko Ono, Beatles içindeki çatırtılar ve Rock tarihinin en çok konuşulan beğenilen, gıpta edilen, olağanüstü albümleri SGT. Pepper Lonely Hearts Club Band, San Fransisco, Summer Love yazı konusu olacak.
Mali'den gelen 21 telli arp benzeri bir enstrüman olan kora, merak uyandıran ve meydan okuyan bir ses karmaşıklığına sahip...
Kızıldere’de katledilen devrimcilerin tümünün isimleri, Gülten Akın’ın şiirlerinde anılır ama en çok Sebo’nun adı geçer
Düğünlerdeki aşırı alkol tüketimi ve sefahat ortamı düğün çalgıcılarının ruhsal ve bedensel olarak hızla yıpranmalarına, ciddi sağlık sorunları yaşamalarına neden olur...
© Tüm hakları saklıdır.