Multimedya ve performans sanatçısı, John Lennon'ın dul eşi Yoko Ono, aynı zamanda bir feminist ve barış & çevre aktivistidir. Ono, geçen hafta İngiltere'nin farklı şehirlerinde bilboardlara astırdığı, I LOVE EARTH (SENİ SEVİYORUM DÜNYA) yazısı ile bir performans gerçekleştirdi. Aşağıdaki sözler Ono'ya ait:
"Dünyada artık uyanmış, dünyamızı kurtarmak için harekete geçmeye hazır olan pek çoğumuz var. Öyleyse bu gezegeni kurtarmak için birlikte çalışalım. Birlikte. Dünyayı böyle değiştireceğiz. Biz değişiriz ve dünya değişir. Yapabileceklerinize güvenin. Dünyamızı daha iyi hale getirmek için ne kadar hızlı değiştirebileceğimize güvenin. Neden? Çünkü mecburuz. İnanın biz biriz ve birlikte başaracağız. Aşk, dünyadaki tüm yaşamları birbirine bağlayan şeydir."
I LOVE EARTH (SENİ SEVİYORUM DÜNYA), onu görenlere kendilerine şunu sormalarını hatırlatıyor: Dünyayı seviyor muyum? Bu sevgiyi nasıl ifade ediyorum? Daha fazlasını yapabilir miyim?
Dünyanın iki ayrı kıtasında, biri çok yaşlı diğeri daha genç iki kadın birbirlerinden habersiz ama eş zamanlı eylemleriyle neoliberalizmden bizar ve müşteki olan insanlığa umut zerk ediyorlar. Artık hayatlarımız için, dünyanın, biyosferimizin geleceği için harekete geçmenin vaktinin geldiğini, adeta, omuzlarımızdan sarsarak gösteriyorlar. Büyük toplumsal devrimler tarihin akışını, istikametini değiştiren dönüşümler, kadınların ön saflara geçmeleriyle gerçekleşti hep. Fransız devrimi, Bolşevik devrimi, 68 isyanı bize bu sonucu veren tarihsel laboratuvarlardır. Kadın duyarlığı yeter ki pusulayı eline alsın…
88 yaşındaki Yoko Ono bu duyarlığı gösterip eyleme geçiyor, Beyza Üstün, aşağıda değerlendirmesini yapacağım çok önemli kitabını yazıyor. Yayın dünyasının yüksek prestijli yayınevi İletişim Yayınları bu kitabı yayımlıyorsa, umutlu olmamız için epeyce nedenimiz var demektir. Yoko'nun bu performansı geçen hafta gerçekleşti. Beyza Üstün'ün kitabı da geçtiğimiz günlerde çıktı.
Son üç gün içerisinde, Batı'da ve Türkiye'de ekolojik mücadele ve Yeşiller'in tarihini eksikleri olmakla birlikte iki bölüm halinde ve ancak özetler halinde hatırlattım, anlattım. 35 yıl evvel katıldığım Yeşil hareketin her evresinde bulundum. Gözlemlerim, deneyimlerim ve arayışlarımın müşevvik olduğu zihinsel çabalardan süzerek gayet özetle yazdığım ekolojik mücadelenin tarihi ve geçtiği evrelerden sonra bu son bölüm Beyza Üstün'ün aktivist kimliği, ve ekoloji politik yazılardan oluşan Doğayı, Emeği, Yaşamı Korumak kitabına ayrıldı.
Kitap, İletişim Yayınları tarafından bu ay yayımlandı. Yani çok yeni bir çalışma. Kitap, çok güncel ve çoğumuzun haberdar olduğu eko-politik eylemler, direnişler, etkinlikleri de içeriyor. Ama bunlarla yetinmiyor Beyza Üstün. Ekolojik sorunların kaynağına nereden ve nasıl türediğine de odaklanıyor. Sakınımsız, çok net bir ideolojik tavırla patriyarkal emperyalist sistemin bu sorunların kaynağı olduğunu ifşa ederken, vahametin salt ekolojik meselelerin geldiği facia boyutu gerçekliğiyle sınırlamıyor kendisini. Kapitalizmin ve faşizmin doğayı olduğu gibi canlıların hayatlarını da kıskaca aldığına dikkat çekiyor, tanıtlıyor.
Alarme eden söylemiyle, tepkisiz, sadece seyretmekle ve nasıl olsa bir şey değişmez edilgenliğine hapsedilmiş modern zamanlar bireyini, hayatına sahip çıkmaya, boyun eğmemeye çağırıyor. Bulunması gereken her yere izahı güç bir enerjiyle koşturuyor. Yazıyor, mülakat veriyor, konferanslara katılıyor. Sağlam ve güçlü teorik alt yapısıyla reel politik gerçekliğin yeri gelince susma, sesini alçaltma, vaziyete göre görmezden gelme ananesini boşa düşürüyor -gıpta edilesi cesareti bu atılganlığının başat etmeni.
Yani hep karşılaşılan kuram ve kılgı düalizmini yaşamında birebir uyuşum içinde örtüştürmeyi gerçekleştiriyor; dürüstlüğüyle ve inanmışlığıyla.
Bu sayede, "O ancak yazar, konuşur ama eylemde görünmez", "Her eyleme katılır ama teorik olarak zayıftır" argümanları Beyza Üstün'e değmiyor bile. Mükemmel bir tutarlılığı gerçekleştirmiş. Bu ne o kadar kolay kotarılabilecek ne de sık rastlanabilecek bir şeydir. Kaybolan bu hasletin küresel ölçekte en güzide örneklerini 68 nesli vermişti. Şimdi bu kaybolmuş altın ilkeyi Beyza Üstün yeniden bilince çıkarıp kıratını tartıya vurarak değerini gösteriyor.
Beyza Üstün
Bir Fransız atasözü "Kıyaslama, kanıtlamak değildir"der. Rudi Dutschke'nin katılmasıyla beraber 1980'den itibaren takibe alıp 1981 yılında da üyelik başvurusunda bulunduğum Die Grünen (Almanya Yeşiller partisi) kurucu üyelerinden 68 militanı Petra Kelly ile ortak meziyetleri çok fazla. Kıyaslamıyorum ama Petra ile Üstün'ün bu meziyet benzeşikliğinin bilinmesi gerektiği kanaatini taşıyorum.
Petra'nın, hayranlık duyduğumuz ve hâlâ unutamadığımız çalışkanlığı, belagati, vukufiyeti, dürüstlüğü, cevvaliyeti Beyza Üstün ile çok benzeşiyor. Petra 1947 doğumlu, 1992'de öldürüldü. Üstün ise 1960 doğumlu; aynı yıl doğmuşuz. Petra tipik bir 68 kadın militanı, bizleri en çok etkileyen tarihin o döneminin öznesinin mühim bir eylemcisi ve kuramcısı. Ama Beyza Üstün'ün sahip olduğunu yukarıda vurguladığım bir başka meziyeti daha var: kırılamayan cesareti. Bu da bana bir başka 68'li Alman kadın militanı hatırlattı: Unutulmaz Ulrike Meinhof.
Ulrike Meinhof
Ulrike ve Petra'nın tek kişide bir araya gelmiş erdemleri önemlidir. Kadınlar, cinsiyetlerinden ne kadar gurur duysalar azdır. Bu trio'ya Fransız devrimi günlerinden kalma bir sözcük tanımlayıcı özgücü nedeniyle çok uygun düşüyor: "Incorruptible" (Bozulmaz, satın alınamaz, yıkılmaz)
Petra da, Ulrike de Beyza Üstün de ve aynı yolun yolcusu bizler de reel politiker pragmatizmi Covid-19 gibi görürüz. "Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz’' şiarı bizim neslimiz için önemlidir. O nedenle teori & pratik uyumunu etik bir ilke olarak benimseriz. Bir başka etik sadakatimiz daha vardır altın değerinde: Ütopya.
Bu son kırk yılda birçok şeyden vazgeçmişliğimiz oldu ama ütopyamızdan asla. Peki nedir bu ütopyanız? Bu soru ile sık karşılaşırız; yanıtımız ikirciksiz, gayet net ve somuttur: "Sabahları balık tutup, öğlenleri piyano çalıp akşamları da roman eleştirisi yaparak yaşamak. En sıradan insanın bir Marx bir Goethe bir Van Gogh olacağı; toplumsal iş bölümünün ve hiyerarşinin olmadığı bir dünya…" İşte ütopyamız budur.
Şimdi bu ütopyanın önündeki engel nedir? Patriyarkal kapitalizm ve onun bir devlet biçimi olan faşizmdir. Ve tarih göstermiştir ki sınıf mücadelesinde uzun vadede kazanan hep vakti gelen devrim olmuştur. Kapitalizm de tarihin çöplüğüne atılacaktır. Ama o zamana değin doğaya verdiği zarar artık yerküreyi geri dönüşü mümkün olmayacak ekolojik yıkım eşiğine getirmiş olacaktır. O halde kapitalizmi def etme mücadelesi aynı zamanda ekoloji mücadelesini de içerir. Biri diğerinden daha öncelikli değildir; diyalektik bir bütünsellik içinde ve birbirinin ayrılmaz parçası olarak savaşılmalıdır.
Kitap bu temelde önermeler, eleştiriler, tahliller, çağrılardan oluşuyor. Ya kapitalizmin sonu ya dünyanın, ikilemine dikkat çeken Üstün, ekoloji politik mücadeleyi sınıf mücadelesi bağlamında tanımlıyor ve cenahını böylece net olarak belirliyor. Yazımın ilk bölümünde sınıf konumlanmalarını Sezar ve Spartaküs ile sembolize edebileceğimizi belirtmiştim. Üstün Patriyarka karşıtı anti kapitalist ekoloji mücadelesini Spartaküsyen cenahın bir bileşeni olarak kabul ediyor ki benim de katıldığım bir görüştür bu.
240 sayfalık bu çok değerli kitap üç ana başlık altında; çevre, ekoloji, kapitalizm, patriyarka, yerel mücadeleler ve küresel salgını tartışıyor. Başlıklar şunlar:
- Doğayı korumak: Ekoloji politik
- Suyu korumak
- Yaşamı korumak için siyaset
"Doğayı, Emeği, Yaşamı Korumak – Ekolojik Politik Yazılar" kitabı arşivlik bir özelliğe sahip. Çünkü bir dönem mücadelesini somut olaylar ve ampirik olanın kuramsal analizlerini de içeriyor. 30 yıl sonra eskiden neler olmuş diye bu yıllarını merak edenler için bir başvuru kaynağıdır.
Kitap; Mesele (iki adet), İktisad ve Jineoloji dergilerine verilmiş birer mülakat, Yeni Yaşam gazetesinde yayımlanmış farklı konular içeren 14 köşe yazısı ve iki kitap derlemesine yazdığı makalelerden oluşuyor. Bunların dışında ayrıca kitabın içinde bölümler yazmış Üstün. Kitabın 96 ve 97. sayfalarındaki "Biz çevreci değiliz…" cümlesi ile başlayan pasajlar ibretlik bir karşı söylemin belagat örneğidir ve hemen okunmalıdır. Akla Ulrike'nin Federal Almanya mahkemelerindeki haykırışını getiriyor: "Ben Ulrike Meinhof, beni teslim alamayacaksınız."
Ulrike, Petra, Yoko ve Beyza… Sizi hiç unutmuyoruz ve size müteşekkiriz.