İnsanoğlu modern zamanlardan çok önce de mit, efsane yaratmaya; yaratılmış olanlara ekleyerek anlatmaya ve dinlemeye sonra da inanmaya hevesli olmuş.
Yaratılan mitler, efsaneler zaman içinde gerçeklikten iyice kopartılarak neredeyse kurgu masallar haline getirilip, ilk ortaya çıkışından hayli farklılaşmış nitel dönüşümlerle yeniden de üretilebilmiş formlar almışlar.
Yazıma konu olan Syd Barret, müziğe meraklı, ilgili çok kimse tarafından bile bilinmiyor; bir zamanlar bilmiş olanlar da zaten artık ya yaşamıyor ya da hafızalarında silinmiş bir portre olarak kalmış.
Syd Barret' in gerçek yaşamı, mitleştirmeye, efsaneleştirmeye çok uygun; yani zahmet edip mübalağa icra etmeyi gereksinir bir eksikliği, bu nedenle de doldurulması gereken bir boşluğu bulunmuyor. Olduğu gibi anlatılması yeterli. Sonbahar ayında düşen bir yaprak gibi değil de düşmemesi gereken bir mevsim de hatta ilkbaharda, o yüzden zamansız düşen bir hazan yaprağı gibi, güzel, alımlı, eşine az rastlanır renk ve biçimde, aynı zamanda da düştüğü ağacın dalında da, ağacın kendisinde de yeri hep boş kalmış hazin bir vakadır Syd Barret.
Evet! Syd? dediğim zaman çoğu kişi bilmiyorum, yanıtını verecektir ama, peki Pink Floyd? Sorusuna aynı çoğunluktan, tabii ki duydum, biliyorum hatta, hâlâ dinliyorum cevaplarını duymak olası.
Syd Barret; Pink Floyd' un kurucusu, grubun ismini seçen, ilk albümde şarkıların neredeyse tamamının sözlerini yazan, gitar çalan ve şarkıları söyleyen lideri.
Pink Floyd, 1965-66 yıllarında kurulmuş bir okul grubu aslında. Cambridge Politeknik’te mimarlık okuyan, ama mimarlıktan daha çok müzikle ilgilenen, Beatles hayranı, Rolling Stones dinleyerek geleceklerine dair düşler kuran dört yetenekli İngiliz delikanlısından müteşekkil. Blues ve caz dan çok hoşlanıyorlar. Gruba isim ararken, Syd Barret, hayranı olduğu iki derin blues müzisyeninin Pink Anderson ve Floyd Council' in adlarını alarak isim sorununu çözmüş: Pink Floyd.
Syd Barret – gitar ve vokal, Roger Waters bas gitar ve vokal, Rick Wright klavye ve vokal, Nick Mason davul.
Bu dörtlü daha ilk çalışmalarından itibaren Londra underground mahfillerinde fark edilmeye başlamışlar. Dönemin ambiyansını her şeyiyle yansıtan, gösteren UFO adlı müzikholde sahne almaya başlayınca sadece underground alemle sınırlı kalmayan, tüm sanat dünyasının dikkatlerini çeken müzikleriyle ve sahne şovlarıyla John Lennon – Yoko Ono (Ayakta izleme pahasına UFO' ya geldikleri belgesellerde görüntülü olarak kayıtlıdır), Paul Mccartney, Andy Warhol gibi dönemin önde gelen isimlerinin ilgilerine de takdirlerine de mazhar olmuşlar.
Beatles hayranı olduğunu vurguladığım Syd Barret, Londra' da bir plak kaydı sırasında yan odada Beatles'ın kayıtta olduğunu öğrenince heyecan ve sevinçle tanışmaya gider. Paul, iade-i ziyaret yapıp müzikleri dinleyince, Pink Floyd için, '' Müzikleri insanı nakavt ediyor '' diyerek, esrarengiz kalan ve bunu bilinçle yapan grubun simyasını deşifre etmiştir. Felsefe, psikoloji, ontoloji, otoriteryanizmin gündelik hayattaki tezahürlerinin birey üzerindeki boğuculuğu... gibi konuları agresif sözlerle işlerken, müziklerinde rock-blues-progresif ve psychedelic tını ve ışıltıları eklektik olmadan çok kıvamında doğru ölçeklerde terkibi yaratabilmişlerdir.
Yazı konusu Syd, Pink Floyd değil; bu nedenle, Pink Floyd bahsini başka bir yazıda hak ettiği derinlikte ele alma üzere burada kapatmam icap ediyor. Öncelikle Syd' ı çok sevdiğimi ikrar etmeliyim, yanlış ruh kardeşim benim, diyebilirim.
John Lennon ( Beatles ), Jim Morrison ( Doors ), Syd Barret ( Pink Floyd ); üç kurucu lider, üç yaratıcı deha ve üç kırılgan, utangaç şair. Syd içlerinde en uzun yaşayanı ama sanat hayatı en kısa süreni.
Syd' in hayat serüvenine geçebiliriz.
6 Ocak 1946 tarihinde Cambridge' de doğar, Roger Keith Barret adıyla resmi kayıtlara geçer. Daha 7 yaşında bir piyano yarışmasında birinci seçilir. Sanata yatkınlığı çocuk ve ergenlik çağında da sürmüş; lise yıllarında şiir yazdığı biliniyor. Aslında Syd gerçek adı değil. Nasıl aldığına dair rivayet muhtelif ama inandırıcı kesin bir açıklaması yok. Zaten Syd' in hayatı rivayetler üretmeye çok teşne, ben de bir ilave yapmayayım.
Syd karakterindeki insanlar; yani aşırı hassas, nazik, yaratıcı, sanatçı yönü gelişmeye meyyal, ince zevk ve beğenileri olan kişilik yapıları nedeniyle içe dönük oldukları için öyle iletişime çok açık olmazlar. Az sayıda arkadaşları olur. 1960' larda da bu kişilik ve meziyetlere sahip insanlar Hippi oldular, komünler kurdular, bohem yaşamı tercih ettiler. Syd, Cambridge' de iken, daha Hippi sözcüğü telaffuz bile edilmezken - çünkü Hippi diye bir tanım yoktu - 60'ların hemen başlarında bohem hayata başlamıştı. Caz ve blues ilgi alanıydı, Beatles hayranı da olunca kumbarası renkli ve yoğun oldu. Coverlerle başladı müziğe, Geoff and the Mottoes isminde mahalli bir grupta çalmaya başladı. Londra' ya taşındıktan sonra kendisi üretmeye başladı şarkılarını. Mizaç olarak zaten eğilimli olduğu psychedelic müzik, caz tutkusu ile yan yana gelince empravizasyon / doğaçlama önünü açan etken oldu. O dönem artık saçlar uzuyor, refah toplumunun sunduğu konforun tatlı uyuşukluğu ve toplumsal ananelerin biat telkinleriyle mündemiç muhafazakarlık, genç kuşağın - ki biz buna 68 kuşağı diyoruz - asabını bozuyor, tepkilerini yavaş yavaş çeşitli düzlemlerde ama sınır koymadan ve agresif davranışlarla kendilerine kendilerini ifade edebilecek alanlar açmaya başlanıyordu. Ortam, bohem ambiyans açılan yeni karşı yaşam alanları ile teşvik hatta tahrik edici non-konformizm itkileri üretiyor sanatta patlamanın fitilini ateşliyordu. Beatles – Rolling Stones kabile savaşları sürerken Pink Floyd 1966 Londra' sının underground aleminin kutup yıldızı olmuştu bile. Sahne programları bir tür performatif sanat icrası halindeydi. Işıklandırmalar, psychedelic imgelerin üzerlerinden renkli ışıklı akışları, alışılmışın ötesindeki müzikleri ve esrarengiz auraları ile kült topluluk haline geldiler. Yeniliğe açık yaratıcılığıyla lider Syd idi. Tartışmaya mahal bırakmayan bu gerçekliğe Roger Waters ve grup üyeleri yıllar sonraki mülakatlarında defalarca dikkat çektiler.
''1967’de ilk single’ları Arnold Layne ve See Emily Play’i, ilk albümleri The Piper at the Gates of Down izledi. İki single dahil, albümün birçok şarkısını Syd yazmıştı. Arnold Layne, albüme konmamış olsa da Pink Floyd’un ileriki yıllarda çıkan derleme albümlerinin pek çoğunda yer almıştır. Bu şarkının öyküsü ise şöyledir: Barrett ve Waters’in memleketi Cambridge’de kadın iç çamaşırlarını asılı oldukları iplerden çalan bir ‘crossdresser’ olduğunu öğrenen Syd, bunun üzerine şarkıyı yazmıştır. Hem Syd’in hem de Roger’ın anneleri bu Arnold -ya da adı her ne ise- adlı kişiden muzdarip olmuşlar.''
Syd, bu arada LSD, Acid gibi uyuşturucuları kullanıyor olmaktan bağımlılığa geçmişti. O yaratıcı, yenilikçi üretken insan gitmiş, sahnede gitar bile çalamayan öylece bir noktaya bakıp duran yazamayan, söyleyemeyen, apayrı alemlerde gezindiği hemen fark edilen biri gelmiş gibiydi. Bu artık süregenleşince, hırslı grup üyeleri Syd' ın yerine, çocukluk arkadaşı David Gilmour' u gruba alarak yola devam etmeye karar verdiler. Davranış bozuklukları artık dayanılmaz vaziyetteydi; ayık oluğu ender zamanlarda, sahened o skandal yaşanırken kendisinin o sırada bir limonata şişesine tırmandığını itiraf etmişti. 1967 yılı yazında '' Summer of Love '' yaşanıyordu ve kafalar kıyaktı hem de epeyce kıyak; sadece Londra' da değil, San Fransisko' da, Frankfurt'ta, Paris' te, Los Angeles' ta, Sultanahmet' te... Reyhanlı' da bile. Deneysellik sanatta da, edebiyatta da, tiyatroda da... Her şeyde ve her yerde zincirlerinden boşanmıştı. Beatles önde gidiyor, Rolling Stones, Doors, Led Zeppelin, Deep Purple ( bu grubu Tanıl' ın hatırına dahil ediyorum), Erkin Koray ardı sıra koşturuyorlardı. Hayatın kendisi psychedelic ve halüsinatif yaşanıyordu.
''Mübalağa cenk olundu'!?” ve mart 1968' da, yani daha May 68 yaşanmadan Syd gruptan çıkarıldı. David Gilmour, şüphesiz Syd' dan daha iyi gitar çalıyordu ama yine de çocukluk arkadaşının yerine gruba girmeyi içine sindirmeyecekti. Dave' in ikircik yaşayacağını tahmin eden Roger ve Rick, evde kalıp söz ve beste işiyle uğraşacak ama konserlerde olmayacak diyerek ikna ettiler Gilmour' u. Başladı Dave ama ne başlama... Gitar dile geldi öyküler modern zaman masalları anlatmaya başladı. Bu arada Syd' e yardım ettiler ve ocak 1970 tarihinde '' The Madcap Laughs '' albümünün çıkmasını sağladılar.
Akabinde de Rick' in klavyede yer aldığı prodüktörlüğünü David Gilmour' un yaptığı ikinci resmi Syd Barret albümü aynı adla piyasaya sürüldü.
Ve sonra Syd kayboldu. Pink Floyd büyüdü ve arzu ettikleri üne ve paraya kavuştular. Syd'in de yer aldığı albüm ve plak satışlarından yüklü miktarlarda gelen çekler sayesinde lüks ve pahalı restaurantlarda, kimseye fark ettirmeden yemekler yiyor, kaliteli resim malzemeleri satın alabiliyordu. Adına fanzinler, süreli yayınlar çıktı; mass medya oluştu bu kült dehayı arayan, soran soruşturan. Londra' da bir banliyöde yaşadığı halde 25 yıl izine rastgelemedi gazeteciler, müridler, hayranlar. Annesi ısrarlı ve bıktırıcı tacizler kesilmeyince '' Lütfen oğlumu rahat bırakın, o şimdi sakin bir hayat sürüyor, sadece resim yapıyor, müzikle hiç ilgilenmiyor, resim yapmadığı zamanlarda TV izleyerek vakit geçiriyor '' dese de medya işin peşini bırakmadı. Biyografisi yazıldı, hatta Türkçe'ye de çevrilmişti biyografi kitabı ( Stüdyo İmge ). Ama galiba tek baskı yaptı ve tükendi.
Syd, kısa bir süre önce Cambridge’de otel işleten kayınbiraderi Paul Breen’i ziyarete gitti. Otelin bürosunda otururken Paul’ün kçşede duran gitarı dikkatini çekyi. Bir ara Breen’i dışarıdan çağırdılar. Döndüğünde Breen, Syd’in gitarı alıp yavaşça tıngırdatmakta olduğunu gördü. Suçüstü yakalandığını fark eden Syd, gitarı elinden attı ve utanarak başını çevirdi. Çılgın bir kahkaha attı.
..Bu bir Barrett dedikodusu değil, gerçek bir hikaye… ( Crazy Diamond Syd Barret & The down of Pink Floyd
Syd, 7 Temmuz 2006 yılında kendisine zul gelen hayata ve dünyaya veda etti.
Tribal vaziyetteki Syd ve ölümünden önceki son hali. Şimdi ruh kardeşleri John Lennon, Janis Joplin, Jim Morrison'un yanında.
Syd' i benim gibi sevenlerin bildiği yürek parçalayan o stüdyo olayını yazıp bitireyim. Bu yazıyı 2013 yılında Roger Waters' in o muhteşem konserini izlerken tasarlıyordum, şimdiye nasip oldu.
5 Temmuz 1972 tarihinde Syd Barrett’siz Pink Floyd, Wish You Were Here albümü için Abbey Road Stüdyoları’nda Shine on You Crazy Diamond şarkısının kayıt çalışmalarını yaptığı sırada Barrett, kimsenin kendisinin geleceğinden habersiz, stüdyoda beliriverdi. Onu gören arkadaşları kendisini ilk anda tanıyamadılar. Çünkü Syd, şişmanlamış ve kelleşmişti. En son haliyle arasında fersahlarca fark vardı. Ancak tanımaları çok zaman almadı ve tüm grup üyeleri şoka girdi. Öyle ki Roger Waters ve David Gilmour için gözyaşlarını tutamadıkları söylenir. Anlamsızca onlara bakan Syd ise stüdyoya geliş sebebinin, hala grupta olduğunu sanarak gitar kısımlarını çalmak için olduğunu söylemiştir. ( onediocom)
Kaynak: Pink Floyd internet siteleri, Crazy Diamond Syd Barret – Mike Watkinston & Pete Anderson, Pink Floyd belgeselleri