Pink Floyd, 1965 yılında sınırları zorlama arzusuyla deneysel yoldan ileri gitme arasında sarp bir patikada uzun yürüyüşünü başlattı. Şarkılarının ana ekseni, modern dünyanın, sınırları kapitalist - muhafazakâr - neoliberal ideolojiyle çizilmiş insan yaşamıyla ilgili derin temalardı. Toplumsal baskının ve ideolojik manipülasyonun tek boyutlu hale getirerek forme ettiği bireyi bir yöne ya da bir diğerine yönlendirmesine; deliliğin, açgözlülüğün, ölümün, yabancılaşmanın psişedeki tahribatına; savaşın vahşetine, tüm bunlarla kurulabilecek empatiye; modern endüstriyel tüketim toplumunda yaşayan insanın iç sıkıntıları da dahil insana musallat olan her acıya dair söz söylediler. Sözlerini samimi bir duyumsamayla, umarsızlığın acısını yaşamış olmanın diliyle söylediklerinden, milyonlar Pink Floyd'da, mahrem gizlerinin ikrarını buldular.
Sisteme en ağır eleştirileri, kapitalizmin kalbinde, dar ve yavan tekrarlara dayalı politik – protest sığlıktan uzak bir entelektüel vukufiyetle; bireyin umarsızlığına, tükenmişliğine, tiranların hegemonyasına, sistem tarafından öğütülüyor olma duygusunun açmazları karşısındaki aczine radikal bir karşı çıkıştı onların şarkıları… Bu karşı çıkışı, kendi sanatlarının siyasetini üreterek, varoluşlarının ana sorunsalı boyutuna taşıdılar. Her Pink Floyd konseri, hangi coğrafyada olursa olsun tiranlara isyanın deklarasyonu gibiydi. Açık siyasi – ideolojik söylemin cesurca telaffuz edilmesinin yanı sıra, ekolojik felaketlerden, savaşlardan, katliamlardan, soykırımlardan sorumlu gördükleri kurum, şirket, siyasi organizasyon, ideolojik aygıtların, mekanizmaların insanlığa ve doğaya yaptıklarının ifşasını bir sahne eylemi klasiği haline getirdiler. Grup, konserlerinde, yarattığı / açığa çıkardığı birikmiş öfkeyi sembolik olarak eyleme geçirmek için tiranlığı temsilen uçan bir domuzu seyircilerin üzerinde dolaştırma fikrini uyguladı. Domuzun bedeninde gamalı haç, dev petrol şirketinin amblemi deniz kabuğu, orak-çekiç, yeşil yarım elma, doların simgesi, atom reaktörünün illüstrasyonu gibi semboller ve logolar absürd bir kışkırtıcılığı teşvik ediyordu.
Bir müddet semada dolaştırılıyordu uçan domuz 20 dakika sonra ise; bas, davul ve elektro gitarın başlattığı kreşendo ve sahnede aniden ateşli, dumanlı patlamaların ardından sürreel ışık atraksiyonları ile ambiyans isyana hazır hale getiriliyor, yirmi dakika sonra uçan domuz alçaklara indiriliyor… İyice ajite olan seyirciler inen domuzu öfke ile paramparça ederek hınçlarını boşaltıyor teskin olmuş vaziyette yeniden konsere dönüyorlardı. Bu ayinin bir ritüeli gibiydi; bir eylemli reddediştir arzulanan. Grup-izleyici iletişimi ve korelasyonu (bağlılaşımı) bu arzuyu gerçekleştirirdi konserlerde.
18 adet albümlerinin dünya çapında 150 milyon satması ne anlam ihtiva eder?
Kırk beş yıllık Pink Floyd dinleme, izleme ve okumalarımın sonucunda şöyle bir yargıya vardığımı söyleyebilirim: Bir insan eğer Pink Floyd'u anlayarak dinliyorsa, o andan itibaren artık zihinsel ve ruhsal bakımdan, topluluğun müziklerini dinlemediği zamanlardaki halinden farklılaşarak yeni bir birey oluşa evrilme sürecine girmiş demektir. Bu kişi felsefeye, antropolojiye, siyaset kuramlarına, psikanalize, sanata özellikle de resme farkına bile varmadan alaka göstermeye başlar. Beğeni standartları değişim geçirir. Caz ve klasik batı müziğine ilgi ve merakı artar. Bu bir diyalektik serüvendir; söz konusu ilgi ve merakın artışı ile entelektüel donanımının zenginleştiğini hisseden birey, dünyaya bakışının da değiştiğini anlar ve edindiği birikim ile Pink Floyd'u bu defa yeni formasyonuyla dinlemeye devam eder.
Artık yeni bir evreye girmiştir. Ancak; girilen bu evreden herkesin hoşnut olduğunu söyleyemeyiz elbette. Özdenetimin iplerinin elden kaçmasıyla depresif ruh hallerinin sarmalına yakalanıp, ağır bir kara nihilizme de yuvarlanılabilir. Çünkü o depresif nihilizm eşikte kemendini atmak üzere pusudadır ve o kement çok sayıda insanın soluğunu kesmiştir. Bu riskten azade olmanın koruyucu kalkanı devrimci ideoloji teçhizatıdır.
Bu anlattıklarım, her yerde ve herkes için aynı olmuştur, denilemez elbette, en üst seviyede bir öznel çıkarsamanın soyutlamasıdır ve doğrusal bir çizgi halinde ve illa ki böyle tezahür etmiştir demek diyalektiğe de hayata da aykırıdır. Antagonizma üretir. Farklı biçimlerde tezahürler, algılar, etkiler şüphesiz gerçekleşmiştir.
Tipik bir örnek olarak Alman Joschka Fisher'i verebiliriz: Fisher, üniversite yıllarında 68 hareketlerinin sokak eylemcilerinden biriydi. Daha sonraki yıllarda katıldığı ve ön saflarında yer aldığı Batı Alman Yeşiller partisinin 1998 – 2005 yılları arasında koalisyon ortağı olduğu hükümette Almanya Dışişleri Bakanı olarak görev yapmıştı.
Joshka Fisher, başkaldırının yirminci yıldönümüne istinaden bir gazeteye verdiği mülakatta, "68'de ve şimdiki hali arasında ne tür bir değişim olduğu" sorusuna şu cevabı vermişti: "Şimdi Çaykovski bana Pink Floyd' tan daha depresif geliyor."
Pink Floyd, şarkılarındaki temalar kafiye uyumu için dizilmiş kelimelerden müteşekkil değildir. Poetik düzeyi yüksektir, felsefi bir persfpektifi vardır. Grup meramını, vurguladığım üzere agresif söylemle, progresif rock tarzındaki psychedelic tınıları da olan müzikleriyle anlatırken sahne gösterileri bir rock konserinden ziyade güçlü ışık ve görsel imgeleri müzikle tam anlamıyla iç içe geçirerek deklare eder. Bu Pink Floyd' un alamet-i farikasıdır; sözünü ettiğim ışık ihtişamı bir klanın ortak ruh haliyle ayin transına dönüştürür gösteriyi. Faşist egemenlere karşı isyan mitingleri gibidir konserleri. Big Brother, Demir Ökçe grubun hedefindedir.
Işıklar, imgeler sahneden klanın üzerine akar, zihinsel metamorfoz ile yepyeni algı kapılarının açılmasına ışık yolu olurdu. Dönem öyleydi ama o dönem geçtikten, yaşanıp bittikten sonra da aynı patikada ine çıka sürdürdüler yürüyüşlerini, geriye dönüp bakmadan.
Pink Floyd'un temalarındaki sorunsal
İnancını yitirmiş yetişkine dair temaları zaman ötesiydi. Coğrafya kaderinin edilgenlik üreten hamasetine karşın küresel perspektiften ve her halükarda totaliteryanizme karşı yapılabilecek şeyler bulunduğuna dikkat çektiler. Pink Floyd dinlemek bazen psikofarmakolojik takviyelerle de olsa terapi etkisi yapıyordu. Konserleri performatif sanatın emprovize icrasıydı. Sakin ama güçlü davul senkopları, dalgalı gitar riffleri – aşina olunmayan akorlar ve izleyen oya gibi arpejlerin armonisindeki büyü, caz ve blues alt yapılarının verdiği zenginlikle şarkılara derinlik veren klavye, güçlü bas adımları ışık ve renk efektleri ile sahnedeki performanslar domuz ritüelinden başka frekans dalgalarıyla seyirciyi de etkinleştiriyordu. Bu etkinlik sihirli bir iletişime dönüşüyordu. Depresif loser birey adeta deri değiştirip sinik edilgenlikten, soran – sorgulayan açık berrak bir zihinle kaybettiği kendi kendisiyle kucaklaşıyordu yeniden.
Şarkı sözleri, müzikleri, sahne gösterileri, plak kapakları ile rock müzikte bir zihniyet dönüşümü yaptılar. Bununla da yetinmeyip şarkılarına çektikleri kliplerle zihniyet dönüşümünün bir kültürel devrim normuna evrilmesinin yaratıcı öznesi oldular. Üstelik bu altından kalkılması çok güç olan , ağır emek, inanç ve kararlılık isteyen tarihsel misyonu, hem dünya jeo-politiğinin en olumsuz koşullarında hem de rock müziğin gökten düşmüş melek konumuna indiği son kırk yılda devrimci direngenliğiyle yerine getirdiler.
Pink Floyd'un albümleri her zaman bir öncekinden daha yetkindi. Artık şarkı sözleri tamamen şiirselleşmiş lirik düzleme çıkmıştı.
Albüm kapakları da zarf – mazruf ikilemini kırdı ve sanatsal bir obje boyutuna getirildi. Pink Floyd klanı, küresel köyümüzün gıpta edilesi bir topluluğu olmayı başardı.
Artık Pink Floyd yok; Syd ve Rick çok zamansız öldüler.
David, Roger, Nick mütevazi, sakin, sessiz ama dünyanın gidişatına muhalif ve müdahil, magazinden, gösterişten uzak yaşıyorlar. 60'ların Hippi komünarları gibi Pink Floyd ile hayat yolculuğunu başka bir boyutta yapmayı arzu eden her kıtadan genç insanlar da klana katılmaya devam ediyorlar. O başka boyutta olduğunu söylediğim yolculuğa da işte böyle çıkılıyor.