18 Haziran 2016

'Kurtuluş' kendini anlatıyor

Zaten bu yazı o mücadelede canını verenlere bir ağıt babında yazılmıştır.

Son birkaç yılda, yakın tarihte cereyan etmiş toplumsal mücadelelerin, uzun süre sessiz kalmış, ama parlamento dışı sol muhalefetin önde gelen hareketlerinin sözel tarih-anı-söyleşi türünden çalışmaları yayımlanmaya başladı.

Kurtuluş Kendini Anlatıyor I-II başlıklı iki kitap, Türkiye’nin 1975-80 yılları ve 12 Eylül askeri darbesine giden süreçte, o dönemin etkili ve önemli bir örgütlülüğü olarak Kurtuluş hareketinin kuruluşu, temel koordinatları, dünya ve Türkiye analizleri, iç ilişkilerinden 1985 yılında varlığının sona erişine kadar olan dönemi, hareketin kurucularının mülakatlarıyla ve yerinde sorular sayesinde iyi bir yerden tartışılıyor.

İlk ciltte İlhami Aras, Ali Demir, Şaban İba; ikinci ciltte, Mustafa Kemal Kaçaroğlu, İsmet Öztürk, Mahir Sayın, Doğan Tarkan yer alıyor. İsmet Öztürk ve Doğan Tarkan artık yaşamıyorlar, bu yayımı göremeden hayata veda ettiler. Ama bu isimlerin tamamı Kurtuluş denince hareketin ilk akla gelen kurucu ve yöneticileri, önder kadrosunu oluşturuyorlar.

Kurtuluş hareketinin liderlerinden Mustafa Kaçaroğlu (Fotoğraf: T24)Soruları soran isimler de, başta Doğan Fırtına, hem Kurtuluş tarihini iyi bilen, hem de bu tarihte yer almış insanlar, isimleri de bölüm başlarında yazılı.

Kitapların başında, Kurtuluş Hareketi Kronolojisi başlığı altında çok isabetli bir şekilde, çok bilgilendirici, süzülmüş bilgilerle, harekette yer almış olanlar, sempati duyanlar, başka yapılarda bulunup o yıllarda devrimci mücadeleye katılmış bireyler açısından bir hafıza tazeleme yapılıyorsa da, ilk defa merak edip okuyacak genç kuşaklar için de iyi bir panoramik bilgi sunuluyor.

İsmet ÖztürkLatin Amerika ülkeleri başta olmak üzere, Portekiz, İspanya, Almanya, Yunanistan, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde, konjonktürel rüzgârın niteliği ve yönünden çok fazla tahrip olmadan dinamik bir sol kültür ve o kültürü üreten yapıların uzun yıllardır var olmasının önemli etmenlerinden birinin, o ülke halklarının, solun mücadele tarihi, mirası, kültürü hakkında görsel, yazılı çalışmalarla, tartışmalarla, sanatın hemen her dalında bu bağlamda verilmiş ve hâlâ verilegelen eserleri sayesinde bilgisi sahibi edilmesinin ciddi bir katkısının olduğu söylenebilir. Bu alan hiç boş bırakılmamış; yoğun entelektüel çabalarla, bu bilgi, öğrenme, öğretme, haberdar etme, tartışma, hatırlatma çalışmaları, oy, kitle desteği, eylemlere katılım v.s. olarak karşılığını buluyor.

Mustafa Kaçaroğlu anlatıyor: Sol içi şiddette, biz dâhil, kimse günahsız değil!

Oysa ülkemizde, en fazla konuşmaya, anlatmaya, bilinmeye hakkı olan mücadele tarihinin öznelerinin suskunluğu, olağanüstü fedakârlıklarla, hiçbir karşılık beklenmeden, binlerce cana mal olmuş, yüzbinlerce hayatın felç olmasıyla sürdürülmüş yakın dönem devrimci mücadele tarihinden, son kırk yılından, ama bilhassa da 1975-1980 arasındaki o korkunç yıllardan halkın, genç kuşakların haberdar olmaması çok manidar bir eksiklikti.

Doğan Tarkanİşte bu etkenler nedeniyle bu kitaplar, çalışmalar tarihsel kıymeti haizdir.

 

Genç başkaldırının dönüp bakacağı birikim

 

68’liler, mücadele arenasına çıktıklarında, dönüp bakacakları bir gelenek, miras v.s. yoktu önlerinde. El yordamıyla, Küba, Vietnam, Filistin, Uruguay gibi ülkelere bakarak, sıcak pratik içerisinde yön tayin etmeye çalıştılar.

Ama bugün, liselerde kendiliğinden, öncüsüz, lidersiz, bilinen manada örgüt olmaksızın bir dip dalgasının sinyallerini verirlerken; yakın zamanda umut infilaki yaşatan Gezi direnişi gururu yaşanmışken artık bu ülkede de yeni filizlenen genç başkaldırının dönüp bakacağı bir birikim var. Giderek de artan yayınlarla zenginleşiyor.

Ne yapmalı? Bu soru 20. yüzyılın başında da sorulmuş, İlyiç yanıtını en doğru şekilde vermiş ve Bolşevik Devrimi gerçekleşmişti. Şimdi ne yapmalı, nasıl yapmalı soruları sıcaklığını hissettirirken, aynı zamanda neyin yapılmaması gerektiği için de kayda değer kılavuz bilgiler sergileniyor, sözünü ettiğim yakın dönem mücadele tarihi çalışmalarında.

 

Mahir SayınTHKP-C sonrası bölünme: Dev-Yol ve Kurtuluş

 

Kurtuluş, FKF’nin Dev-Genç’e evrilmesinden sonra Dev-Genç içinden çıkan THKP-C hareketinin, önder kadrosunun 1972 yılında Kızıldere köyünde imha edilmesiyle fiili varlığının sona ermesini takiben, hayatta kalan ve mücadeleye devam iradesiyle bir araya gelen devrimcilerin bir kısmınca kurulmuş bir harekettir. 1972-74 döneminde yoğun bir tartışma, geçmiş değerlendirmeleri sonucunda yaşanan ayrışma sonunda, THKP-C kökenli iki yapı, bir yanda Devrimci Yol, bir yanda Kurtuluş olarak adlandırılarak mücadeleyi, paralel kulvarlarda yeniden başlattılar.

Kaçaroğlu: 10 yıl hapiste, 6,5 yıl hücrede, 76 gün işkencede kaldım, elektrikli çarmıha gerildim!

Artık yaşları altmışlara yaklaşıyor olsa da, bu ayrışmadan hâlâ derin üzüntü duyan, hâlâ eleştiren ve "bu ayrışma olmasaydı 12 Eylül darbesi yapılabilir miydi, bu ülkede tarih başka türlü akmaz mıydı, bu kadar ağır yenilgi yaşanır mıydı" gibi soruları şimdi bile sormaya devam eden yığınla insanın yürek sızısıdır.

Peki o bölünme nasıl yaşandı?

İkinci kitabın 241-244. sayfalarında Mahir Sayın şunları söylüyor:

"Nasuh bana Kaçar’ın küfür ettiğini anlattı, ‘Bu durumda bir arada olmamız mümkün değil’ dedi… Nasuh Mitap ısrarcı oldu, ‘Bizim aramızda zaten ideolojik birlik yok, bir de böyle kişisel ilişkileri zedeleyen tutumlar olduktan sonra bir arada duramayız ‘ dediğini hatırlıyorum."

"Nasuh, (… 'Biz Mahir Çayan’ın dediklerine  a’dan z’ye katılıyoruz. Bu arkadaşlar inkâr ediyorlar' dedi."

"Oğuzhan (Müftüoğlu-MB) lafı aldığında Nasuh’a döndü 'Savunuyorsan kalkar yaparsın' dedi, aynen böyle söyledi."

"Tamam, tabii ki çeşitli yerlerde toplantılar, konuşmalar oldu, bunlar insanların belli bir tutum almasına sebep oldu, 'onlar ve bizler' biçimine döndü. Çünkü kılıcı sağlam yere vurmuştu Nasuh; 'Mahir’in görüşlerine katılanlar ve katılmayanlar' diye. Biz de katılıyoruz canım, mesele yok desek riyakârlık olurdu. 'Katılmıyoruz' desek izah etmek yahut hangi ölçüde katılıyorsun, oturup tartışabilmek gerekiyor ama o arkadaşlar, böyle bir tartışmanın olmasından korkunç derecede sakındılar."

Bu ve bir de Nasuh Mitap’a sinkaf edilen bir sözün edildiği iddiası, ayrışmanın en önemli etmeni olarak ortaya çıkıyor.

Nasuh Mitap 2014 yılında vefat etti. Ben de vefatının ardından T24’te bir yazı yazdım (Buradan okuyabilirsiniz), çünkü çok sevdiğim ve saydığım bir insandı. Bu sinkaf meselesinde adı geçen Mustafa Kemal Kaçaroğlu, Nasuh abinin cenazesine katılmak için Antalya’dan apar topar ve sağlık sorunlarıyla da uğraşmakta iken, uçakla İstanbul’daki anma törenine yetişti. Oradan da Kırklareli’ne götürülen Nasuh Mitap’ın cenazesine ve defnine, Devrimci Yol mensubu arkadaşlarıyla birlikte giderek katıldı. Bu davranışı çok önemsiyorum. Çünkü, devrimci mücadele tarihinde ayrışmalar her zaman olmuştur. En ünlüsü de Lenin-Martov tartışmasından sonraki Bolşevik-Menşevik ayrışmasıdır. Lenin, ilkelerinden asla taviz vermeyen sert tartışma üslubuna rağmen şu sözleriyle unutulmaz bir ders vermişitir:

"Rus proletaryası, Martov'u saygın bir evladı olarak her zaman anacaktır."

İlke-Parti-Devrim-Sosyalizm söz konusu olduğunda kişiselliğe yer vermeyen, kesinlikle duygusal olmayan İlyiç’in, o ünlü tartışmadan sonra mealen aktardığım son derece duygusal bu sözleri her zaman akılda tutulmalıdır.

Zaten bu tür çalışmalarda da bu hassasiyet aranmaktadır. Gösterilmesi de olgunluk seviyesinin kriteridir. Kurtuluş hareketinin kurucularının dikkatli ve ölçülü bir dil kullanmaya özen gösterdikleri görülüyor. Devrimci Yol kurucuları da gerek özel sohbetlerde, gerekse yazılı çalışmalarda zaten daha önceden benzeri olgunluğu göstermişlerdi.

 

Mahir Sayın ve Mustafa KaçaroğluKurtuluş ile Dev-Yol arasında silahlı çatışma

 

THKP-C tarihinde hiçbir zaman vuku bulmamış ölümlerle neticelenen silahlı müsademe ne yazıktır ki bu kökenden gelen iki grubun arasında, 1970’lerin sonlarında  yaşandı. Konuya dair, ilk cildin 264. aayfasında şu soru ve Ali Demir’in cevabı ise ibretliktir:

- Kurtuluş’un tarihinde kara bir leke olarak duran Dev-Yol’la olan çatışmalarla ilgili düşüncelerini, merkezi düzeyde nasıl bir yol izlendiğini, ölüm olana kadar ne yapıldığını anlatır mısın, nasıl bu hale gelindi?

"… Rahatsız olduğumuzu… olayları engellemeye çalıştığımızı…arkadaşlarımıza ulaşmaya çalıştığımızı hatırlıyorum. Haber gönderip yapmayın etmeyin dediğimizi hatırlıyorum. Desteklediğimiz, kışkırttığımız ya da yapmayın derken, aslında arka taraftan yapın dediğimiz bir olay değil bu kesinlikle."

Diğer mülakat veren Kurtuluş önderleri de zaten, "iyi oldu, hak etmişlerdi, biz de gereken cevabı verdik" demiyorlar. Kırk yıl sonra üzüntülerini, hiç tasvip etmedikleri bu hazin vakaları, ölümler olmadan engelleyememenin sorumluluğunu dile getiriyorlar. Bu bile,  acıyı hafifletmese de, teselli edebiliyor.

Birikim okuru ve arada yazdığım bu derginin seveni olarak değinmeden geçemeyeceğim bir ayrıntıyı alıntı ile zikretmeyi lüzumlu buldum. Ali Demir, artık bu işlerle uğraşmıyor denilse de, o yıllarda yaptıklarıyla, Kürt halkının ve işçi sınıfının sevgili evladı olarak anılmayı hak etmektedir.

"Hatırlıyorum o dönemde, yani 78-79'da, o aralarda tam olarak bilemeyeceğim ama Birikim’in başlattığı bir tartışma vardı, Stalin ile ilgili. Birikim’in başlattığı o tartışma karşısında bizim şöyle bir net tavrımız vardı: 'Stalin savunulmadan sosyalizmi savunamayız.'

Oysa biliyoruz ki, çook sonra, Mahir Sayın tarafından kaleme alınan Sosyalist Demokrasi, ciddi bir Stalin eleştirisini içerir, bunda da Birikim dergisindeki görüşlerin önemli bir etkisi vardır."

 

Özgün yanlar

 

Kurtuluş; ulusal sorun, Kürt sorunu, anti-şovenizm ilkesinin kabul ettirilmesi gibi konularda kayda değer çıkışlar yapmış, solda mesafeli durulan ve pek girmeye yanaşılmayan bu başlıklarda tartışmalar açmış ve cesurca sözler söylemiş bir hareket olarak hafızalarda da yer etmiş, muhtemeldir ki tarihte de bu özgün yanıyla yer ettiği genel kabul görmüştür.

Elbette şu soru akla hemen geliyor; ilk cildin 122. sayfasında, İlhami Aras’ın, "78'de… Kurtuluş Sosyalis Dergi'de, 'Araba bayır aşağı gidiyor' diyen bir yazım var" cümlesi gelmekte olan askeri darbenin çok önceden sezilmekte olduğunu belirtmesine rağmen, nasıl hazırlıksız yakalanıldığı? Kitap bunu da sorduruyor, okura.

Demokrasi, kadın, milliyetler, Ermeni sorunu, devrim, sosyalist demokrasi, 12 Eylül ve sonrasında Kurtuluş hareketi içinde yaşananlar, Devrimci Yol hareketine bakış ve daha birçok mevzuda ayrıntılı olarak konuşulmuş, tartışılmış, eksiklikler özeleştirel ifadelerle dile getirilmiş.

Ama şu soru akla hemencecik geliveriyor; Ali Demir gibi bir değer neden koptu, İlhami Aras neden Mahir Sayın ve Mustafa Kemal Kaçaroğlu ile farklı yapılarda konumlandı? Şaban İba’nın bu eleştirileri hakkında ne düşünülüyor ?

Bu çalışmadan birçok çıkarsama yapılabilecek kaynak ve bilgi var.

Öznel bir çıkarsamam, her iki cildi dikkatle okuduktan sonra; Mahir Çayan’ın ağırlığını, önemini ve erken kaybının yarattığı boşluğun büyüklüğünü, bu boşluğun geçen on yıllar içerisinde doldurulamadığını, Kızıldere’ deki önder kadronun, Hüseyin Cevahir ve Ulaş Bardakçı’nın ölümlerinin nelere mal olduğunu, infial derecesinde fark etmek oldu.

Kurtuluş hareketi, anti-faşist mücadele içerisinde tarihi bir rol ve işlevi yerine getirmiş, bu mücadelede çok değerli insanlarını yitirmişitir.

Zaten bu yazı da o mücadelede canını verenlere bir ağıt babında yazılmıştır.


KÜNYE

Kurtuluş Kendini Anlatıyor
Kurucular-I: İlhami Aras - Ali Demir - Şaban İba

Kurtuluş Kendini Anlatıyor
Kurucular-II: Mustafa Kemal Kaçaroğlu - İsmet Öztürk - Mahir Sayın - Doğan Tarkan
Dipnot Yayınları / 2016

 

Yazarın Diğer Yazıları

100 Sene 100 Nesne: Cumhuriyete Nesnelerin Gözünden Bakmak

100 Sene 100 Nesne mamulü ve Kültür Hane mütekabiliyeti denklik bağlamında birbirine yakışmış

Yapay zekâ ile sanat ve müzik

Yapay zekânın egemenliği, romantizmin sonu olacak ya da başka bir tür romantizm yaratacak. Fakat bu yeni romantizmin duygulanımı, organik zekânın yerini alabilecek mi?

Anımsanan hatıralar ve siyasi belleğin tahkimatı

Yazar Recep Tatar, gönüllerde cürmünden fazla yer kaplayacak bu kitabıyla şimdi bir kapı araladı...