Cumhuriyet tarihinde, benzeri olmayan bir toplumsal alt-üst oluşu, 1978 – 80 yıllarını yaşamış olan herkes iyi bilir.
Hatırlanması bile acı ve hüzün veren o iki yıl, yaşayanların, tanık olanların hafızalarından silmek için özel çaba sarf ettikleri; geçen 46 yıla rağmen henüz tam anlamıyla aydınlatılamayan olayların cereyan ettiği, ezici çoğunluğu devrimci yüzlerce genç insanın öldürüldüğü kurşun yıllardı.
Toplum, yaşanan kargaşa ortamının son bulması için, ne olacaksa olsun, psikozuna girdirilmişti. Akabinde de 12 Eylül Askeri Darbesi yapıldı. 13 Eylülde birden son bulan terör sonrası oluşan sükûnet ortamı genel bir ferahlık hissiyatının egemen olmasını sağlamış, bu halet-i ruhiye cunta yönetimine ve uygulamalarına yüzde 95 oranında bir destek olarak tecelli etmişti.
Trajedinin kısa bir kronolojisi ve kaosun boyutu
Bahçelievler vakası, Türkiye tarihindeki en korkunç katliamdır. 8 Ekim 1978 günü Ankara'nın Bahçelievler mahallesinde Türkiye İşçi Partisi üyesi Latif Can, Efraim Ezgin, Hürcan Gürses, Osman Nuri Uzunlar, Serdar Alten, Faruk Ersan ve Salih Gevence isimli gençler öldürülmüştür.
19 Aralık – 26 Aralık 1978'de, yedi günde gerçekleşen Maraş Katliamı'nda çoğunluğu Alevi bebek, yaşlı, kadın 120 kişi vahşi yöntemler kullanılarak öldürüldü, binin üzerinde insan yaralandı, 552 ev yakılarak tahrip edildi, 289 işyeri yağmalandı.
Milliyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Abdi İpekçi'nin 1 Şubat 1979'da suikastçı Mehmet Ali Ağca tarafından öldürüldüğü saldırıdır.
28 Mayıs 1980 günü başlayan Çorum Katliamı 10 Temmuz 1980'e kadar devam etti. Saldırılarda 57 Alevi yurttaş yaşamını yitirirken 300'e yakın yurttaş da yaralandı. 300'e yakın ev ve işyeri ise tahrip edildi.
DİSK Genel Başkan'ı Kemal Türkler, 22 Temmuz 1980'de İstanbul'daki evinin önünde uğradığı silahlı saldırı sonucu vurularak öldürüldü.
Ülkenin etnik topluluklarının yaşadığı kritik illerinde, faşist cinayet şebekelerinin karanlık güçlerden aldıkları destek ve yönlendirmelerle, kanlı provokasyon girişimleri, devrimci dayanışma ve yoğun halk desteği ile geri püskürtülmüştü.
Bu muazzam anti-faşist direniş, organizasyonel yetkinlik, cesaret ve akılla ülkeyi kan deryasına çevirmeye kodlanmış faşistlerin planlarını ve yabanıl heveslerini boşa düşürürken, mücadelenin en fazla hatırlarda yer eden örgütlülüğü Devrimci Yol, zaten en geniş kitlesel güce erişmiş olmasını daha da üst niceliğe vardırdı. Ve Antonio Negri'ye bile "Ben Devrimci Yol'a hayrandım'', dedirtti.
Kitaptaki hikâyeler kurgu değil; işte o anti-faşist, devrimci ideolojinin kitleselleşerek maddi bir güç haline gelmesine imkân veren dinamizmin, bazen gülümseten bazen de hüzünlendiren yaşanmış bireysel öykülerinden bir gül deste mahiyetinde. Özverinin, adanmışlığın, halkın korunması için hayatını feda etmeyi göze alacak kadar yüce erdemlerin hikâyeleri okunuyor kitapta.
Devrimci Yol hareketinin en önemli isimlerinden, sevgili Melih Pekdemir'in ifadesiyle, "Devrimcilik güzel şey be kardeşim'' sözünü bir motto haline getiren, çoğu artık aramızda olmayan insanların o kurşun yıllarda yaşadıkları trajik ve komik olaylar, sakınımsız bir dürüstlükle anlatılmış. Yarenlik eder gibi, yâd ederek, dertleşircesine; kin, hınç duymadan, bakın biz sizler için neler yapmıştık, ne bedeller ödemiştik, hesabına tenezzül etmeyen bir devrimci vakarla yazılmış.
Yazar Recep Tatar, gönüllerde cürmünden fazla yer kaplayacak bu kitabıyla şimdi bir kapı araladı. Daha anlatılacak ve mutlaka anlatılması gereken ne hikâyeler kapının ardındaki eşikte bekliyor, bunu biliyoruz. Çünkü o hikâyeler yaşanırken 18 yaşımızdaydık, şimdi 65 olduk. Hem anlatmaya hem dinlemeye hiç olmadığı kadar ihtiyaç hâsıl olmuş durumda.
Neo-liberalizmin korkunç tahribatını geriletmek için, canla başla mücadeleye devam edenlerin, fikri ve devrimci namusunu koruyup ütopyasına, demode, nakaratlarını yapmaya devam eden idiotlar korosunun yankılanan librettolarına aldırış etmeyen iradeleriyle, sadakatini sürdüren ve hayatını öyle anlamlı kılan Argonotların yani devrimcilerin bir bilinç akışı halidir, aktarılanlar.
Hiçbir karşılık beklemeden, halkının güveni, huzuru ve mutluluğu için, o güzel günlerin geleceği inancıyla seferber olmuş insanların, onurlu, erdemli meziyetleriyle mücehhez hayatlarından kesitlerdir, yazılmış olanlar.
Nietzsche'ye, Marx hakkında ne düşünüyorsun sorusunu sormuşlar. Pöh, demiş Nietzsche, Marx'a karnabaharı sorsanız size diyalektiği anlatır. Benim kuşağım da, mevzu ne olursa olsun lafı döndürüp dolaştırıp, DY, KSD, DS, HK gibi mensubu olduğu hareketlere getirmekte beis görmezdi. Bu söylem ve tutum, zamanla insanlara itici gelmeye başladı.
Kitabın kapağındaki yıldız ve sıkılı yumruğun neyi temsil ettiğini gayet iyi biliyoruz elbette. Bu simgenin uğrunda kurşun yemiş, elektrik akımlarına tutulmuş, her türden fiziki işkenceye maruz kalmış yazar, kitabında asla Devrimci Yol yüceltmesine girmiyor. Buna mukabil, devrimci kimliğinin saygınlığına verdiği ehemmiyeti, duyduğu hürmeti, zarifçe okuyucuya ihsas ettiriyor.
Bu devasa potansiyel, umulur ki hikâyelerini paylaşır ve yeniden Yol'a koyulur. Şimdi; mevzileri tutmanın, kaybedilenleri geri almanın, sivil toplumu fethetmenin zamanıdır.
Çünkü:
De Te Fabula Narratur – Anlatılan Senin Hikâyendir.