Fikret Alp: Sağken öldürülenlerden biri de Abim Saffet Alp idi
1972 yılının ilkbaharı, Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde de çok güzel başlamıştı. Amik Ovası yemyeşildi, bahçeli evlerde VİTA tenekelerine ekilen rengârenk çiçekler baş döndürücü kokular saçıyor, kelebekler dans ederek uçuşuyor, bahçelerdeki tandırlarda yapılan ekmeklerin mis gibi kokusu insanın iştahını kabartıyordu. Anadolu’nun her yerinde olduğu gibi, ilçemizde de öğlen ezanı okuyunca evin erkekleri, bahçelerde sokaklarda oynayan çocukları ezanla birlikte öğle yemeğini yemek üzere evlerine dönüyorlardı.
1972 yılının 1 Nisanında da aynı şey oldu, eve geldim, babam da geldi ve günlük Hürriyet gazetesini masaya bıraktı. Hemen aldım, spor sayfasından başlardım hep ama bu kez öyle olmadı. İlk sayfada tüyler ürperten resimlerde yan yana gelişigüzel atılmış vaziyette genç insanların korkunç görüntüleri vardı. Resimlerden birinin Mahir Çayan olduğunu sandığım – çünkü alnının açıklığı ve beyaz tenli oluşu o yaşta dikkatimi çekmiş, haber, "Mahir Çayan ve arkadaşları öldürüldü" spotuyla da verilmiş olduğu için, benzetmeyi yapmıştım. Kan sızmış yarı açık ağzında toprak birikintisi ve kurumuş kan görüntüsü karşısında donup kalmış o günkü öğle yemeğini yiyememiştim. Henüz 12 yaşımdaydım. O resim imgelemime çakılmıştı – hâlâ da öyledir.
Geçen on yıllar içerisinde öğrendim ki, o gün on binlerce evde benzeri şeyler yaşanmış.
Yıllar geçti 18 yaşımda Uğur Mumcu'nun Çıkmaz Sokak isimli kitabında, Ertuğrul Kürkçü, verdiği mülakatta, detayıyla anlattığı Kızıldere vakasını okumuştum. Kürkçü’nün ayrıca ifadesindeki anlatımına da yer vermişti. Uğur Mumcu. Niğde cezaevinde gerçekleşen bu söyleşinin yanı sıra, cezaevinde yatmakta olan dönemim önde gelen isimleriyle de konuşan Uğur Mumcu, bu söyleşileri aynı kitapta yayımladı.
(Kızıldere çatışmasında öldürülen Saffet Alp)
Kızıldere hakkında inceleme – araştırma kitaplarının çıkacağını, öncesi, sonrası, olay yaşanırken nelerin olduğu, olaya tanık olan Kızıldereli’ler, Mahir’lerin içinde olduğu eve sağanak gibi makineli tüfek atışı yapan askerler, hatta komutanlar konuşturulup geniş bir biçimde ve tüm yönleriyle tarihe belge olacak çalışmaların çıkacağını umut ve hayal ederek yılları geçirdim. Yenigündem dergisinde bir yıldönümünde 3 sayfalık bir çalışma yayımlandı, ilkti ve Kızıldere halkıyla konuşulmuştu.1988 yılında da gazeteci Koray Düzgören "16 yıl sonra Kızıldere" başlıklı bir dizi yayımladı.Bu çalışma da muhtar, muhtarın kardeşi, Ziya Yılmaz, Abdullah Yılmaz (Kızıldere’de öldürülen Nihat Yılmaz’ın kardeşi), Dr. Şehsuvar Savuran (olay cereyan ettiğinde hükümet tabibi olarak vaka mahalline gelip resmi raporu yazan şahıs) vs. ile yaptığı görüşmeleri, THKP-C ve Kızıldere adıyla kitaplaştırdı.Bu sözünü ettiğim her iki çalışma da öylece kaldı.
Ben önce 12, sonra 18 yaşımdan beri kafamdaki sorular, Kızıldere vakasının giderek Paris komünü kadar duygusal anlamda içimde yer etmesine 50 yaşıma kadar sabrederek bekledim. Anladım ki beklemem sonuç almayacak, harekete geçtim. Önce adları artık unutulmuş sadece Mahir Çayan’ın arkadaşları gibi anonim bir ifadeye layık görülmüş bu olağanüstü devrimcilerin en unutulmuşlarından başladım. Sabahattin Kurt, Saffet Alp, Sinan Kazım Özüdoru ve Ahmet Atasoy hakkında kazıya başladım; merhale merhale ulaşabildim ailelere. 2 yıl konuştuk o müstesna gençleri, çocukluklarını, pek bilinmeyen yönlerini, kişiliklerini, fedakârlıklarını, yaratıcılıklarını, çalışkanlıklarını, paylaşmayı ne kadar sevdiklerini ve nasıl delik deşik edilmiş bir haldeki cenazelerinin defnedilişlerini.
Geçtiğimiz yıl bu çalışmalarım T24’te hiçbir editoryal müdahale yapılmadan, cesurca yayımlandı. Yazı dizisi bitti ama çalışmam bitmemişti, sırada Karadeniz’in unutulmaz devrimci militanı, THKP-C’li Ertan Sarıhan, Hüdai Arıkan, Nihat Yılmaz, Ömer Ayna, Cihan Alptekin ve tabii Mahir Çayan var. Yıllarca sürecek, toplu iğneyle kuyu kaza kaza ilerliyor.
Bu yazımda Kızıldere olayının özneleri olan devrimcilerin aslında enternasyonalist bir mücadelenin, Türkiye ayağını temsil etmelerine dikkat çekmek gerektiğini düşünüyorum.
Olağanüstü dürüstlüklerini yaptığım alan çalışmalarında, arkadaşları ve aileleriyle görüşmelerimde öğrendim. Yani bu insanlar, bu hazin sonu yaşamamış olsalardı bile gelişkin bireysellikleri, önder olma potansiyelleri ve yetileri, sağlam karakterleri ile de zaten saygın birer insan olarak hayatlarını süreceklerdi.
Kızıldere’yi unutulmaz ve benzersiz kılan, evin içinde canlarını vermeye hazır vaziyette bekleyen bu çok değerli insanların, işçi sınıfına, halka, gençliğe ve dünya halklarına yaptıkları çağrıda, söylediklerinde, yapılması gerekenleri en önce kendilerinin yapmaları ve bedelini de hayatları ile ödemeleridir… Hem de korkusuzca, slogan atarak, marş söyleyerek, cellatlarına meydan okuyarak…
Dünyada başlayan '68 kalkışmalarında yüzlerce genç insan, devrim istedikleri için kurşunlara hedef oldular ama olaylara bakınca aslında kurşunların önüne atılmakta beis de görmedikleri anlaşılıyor. 1968 yılında, olimpiyat kararını protesto eden genç insanlar, Mexico City’de "Olimpiyat değil devrim istiyoruz" sloganı ile yürüyüşe geçtiklerinde, Meksika güvenlik kuvvetlerinin acımasızca açtıkları ateşlerle karşılaştılar, 300 civarında protestocu, devrim isteyen genç vurularak öldürüldü.
Vietnam’da, Vietkong gerillalarının peşine düşen ABD ordusu Mylai’de masum 504 insanı katletti.
Daha 1946 yılında, yapılacak veya yapılmış suikastler, katliamlar, cinayetler, sınırdışı operasyonlar için ABD senatosuna hesap verme yükünden, çıkarttırılan yasayla kurtulan CIA, 20 yy. boyunca gezegenin her köşesinde icraatlarını sürdürdü (Bu konuda Tim Weiner – CIA Tarihi – Küllerin Mirası – Koridor yayıncılık mükemmel bir kitaptır).
Tıpkı, Kızıldere’de olduğu gibi. Bu kararın çıkarıldığı tarih aynı zamanda '68 kuşağının doğum tarihidir ve doğdukları yıl CIA’in, alınmış olunan bu kararından en fazla pay da '68 kuşağına nasip olmuştur.
Kızıldere ile ilgili yaygın olan ama aynı zamanda da yanlış olan birkaç konuya değinmek gerekiyor.
Şöyle bir sanı vardır: THKP-C, en üst düzey militanlarını seçerek Kızıldere eylemini tasarladı ve Karadeniz’e geçti. Bu yanlıştır, Mahir ve THKP-C’li arkadaşlarında ve Maltepe askeri cezaevinden birlikte tünel kazarak kaçan ekipteki THKO’lu Ömer Ayna ve Cihan Alpetin’in en acil olarak gördükleri şey Denizlerin idamını engellemekti. Ama baştan Kızıldere eylemi kurgulanmamıştı. Aslında o dönem Ankara ve İstanbul’da çember gittikçe daralınca aranan arkadaşlarını, bir nefes almak için daha güvenlikli olabileceği düşünülen Karadeniz’e gönderme kararı alınmıştı. Bu karar alınırken henüz Denizlerin idamını durdurmak için düşünülen büyük çaplı eylem Ankara’da tasarlanıyordu. Mahir, Ertuğrul ve Hüdai, Demirel’in kaçırılma eylemi için Ankara’da kalırken diğer arkadaşları parti parti Karadeniz’e gönderildi.
Ama Karadeniz’e giderken Mahirler, Ünye’deki radar üssünden haberdar edilmişlerdi. Oraya intikal edildikten sonra Kızıldere’de son bulacak eylem çalışması başlatıldı.
Yani Mahir, tek tek isim isim seçerek çağırdığı insanları Kızıldere eylemine dahil etti, sanısı doğru değil.
Bir başka mistifikasyon ise benim de düştüğüm bir sözel aktarımın ne kadar gerçek dışı olabileceği yanılgısı olan, rehinelerin alınıp, Niksar’a getirildikleri Land Rover jipini kullanan Nihat Yılmaz ve Ertan Sarıhan’a, Mahir’in, "Jipi bırakabildiğiniz en uzak yere bırakın, sonra büyük şehirlere gidip izinizi kaybettirin ve gelecek nesillere bu eylemimizin gerçeğini anlatın" dediğine dair efsanevi yakıştırmalar. Aslının olmadığını Ertuğrul Kürkçü, her zamanki olağanüstü dürüstlüğüyle, açıkça söyledi. Bu mevzularda hepimiz teşneyiz abartmalara. THKP-C’ in ilk ve ikinci banka soygununa katılmış olan militanı Selçuk Polat anlatmıştı:
"Kayseri – Develi olan memleketime geldim bir yaz tatilinde, bir duydum ki benimle ilgili ne efsaneler anlatılıyor. 'DEV-GENÇ’li Selçuk var ya, Erciyes dağında havada 8 takla atıp 7 jandarmayı devirmiş ve ellerinden kaçmış.'"
Selçuk Polat, benim 12 yaşımdan beri Mahir sandığım o resmin, yakın arkadaşı ve banka soygununa birlikte katıldığı Hüdai Arıkan olduğunu söyleyerek bir yanlışın daha düzelmesini sağladı.
Hüdai Arıkan hakkındaki bir diğer yanlışta şu:
Geçen yıl BirGün gazetesi, ek olarak okurlarına Kızıldere kitapçığı verdi. O kitapçıkta, Hüdai için harbiye mezunu subayken Parti-Cepheye katıldığına dair biyografik bir not var. Hüdai Arıkan'ın akşam lisesinden arkadaşı Şaban İba (DEV-GENÇ, THKP-C ve Kurtuluş çizgisinin önde gelen isimlerinden) ve Selçuk Polat, Hüdai’nin akşam lisesinde okuyup gündüzleri çalıştığını, daha sonra da Ankara İktisat ve Ticari ilimler Akademisine devam ederken TSE’de memurluk yaptığını söylüyorlar.
Tekrar vurgulamakta yarar var, çünkü hala samanlık edebiyatı ve tek başına nasıl sağ çıktı, suali telaffuz ediliyor; ya aşağılıkça bir kasıtla ya da bilgi eksikliğiyle. Ama inatla sürdürülüyor bu bönlük;
Kızıldere operasyonu bittiğinde Ertuğrul Kürkçü’den başka, yaralı da olsa Saffet Alp de sağ çıktı evden, ama alnından vurularak öldürüldü.
Daha yıllar alacak Kızıldere araştırması, önümüzdeki anma yıldönümünde yeni bulgular yeni bilgilerle T24'te paylaşılacak.
Aileler, bu ve bundan önceki yazı dizimi okuyan, duygularını yazarak paylaşan, yorum yazan, ulaşmayı hayal bile edemeyeceğim bilgi ve resimler yollayan yüzlerini dahi görmedim değerli okurlara ve T24'e şükran ve minnet hislerini aktarmamı istediler.
Bu yazının sonunda; kendisine sorduğum her soruya sabırla ve en doğru şekilde cevap vermekten, benim de abartmaya yatkın yanımı fark edip sürekli beni gerçeklerin hizasına getiren eşsiz insan Ertuğrul Kürkçü’ye teşekkür borcumu ifade etmeliyim.
O’na her baktığımda Mahir’i, Sinan Kazım’ı, Sabo’yu, Ertan’ı… Che’yi… Gramsci’yi… Rudi Deutschke’yi, kumandan Marcos’u ve Deniz Gezmiş’i görüyor gibi oluyorum. Bir de KAWA ve NART’ı…