İletişim Yayınları geçtiğimiz günlerde Prof. Dr. Beyza Üstün'ün "Doğayı, Emeği, Yaşamı Korumak – Ekoloji Politika" adlı kitabını yayımladı. 240 sayfalık bu çok değerli kitap üç ana başlık altında çevre – ekoloji sorunlarını tartışıyor. Başlıklar şunlar:
- Doğayı korumak: Ekoloji politik
- Suyu korumak
- Yaşamı korumak için siyaset
Geniş bir yelpazede ve modern dünyanın her yerinde yaşanan neredeyse ekosistemi tehdit eden tüm sorunlara odaklanıyor. Akademisyen kimliğiyle değil hemen her ekolojik sorunun yerinde müdahale eylemlerine katılmış aktivist kimliği ve deneyimleriyle kitabı kaleme alan Beyza Üstün, bununla yetinmeyip, o meselelerin türeticisi yıkıcı bir güç halindeki endüstriyel kapitalizmle de tam karşıt cepheden hesaplaşıyor. Çözüme dair önerilerde bulunuyor, konsensüs dışı alternatif görüşler ileri sürüyor; çalışmasını değerli kılan en önemli etmen de bu.
Doğrudan kitabın değerlendirmesine girmek yerine ekoloji, Yeşiller, ekolojik politika gibi derin ve çok boyutlu mücadele tarihini önce Batı sonra Türkiye eksenlerinde iki bölümde hatırlatmanın, üçüncü kısımda ise kitabın değerlendirmesini yapmanın yerinde olacağını düşünüyorum.
Batı kanyonundaki tarihsel süreç
Ekolojik mücadele, çok eskilere (12 bin yıl) giden tarihiyle çok yönlü bir mecra;
Mayıs 68, tarihteki son büyük küresel isyan;
Yeşiller ise çok yeni ve dünyayı çok etkileyen siyasi / toplumsal bir harekettir.
Siyasallaşmış ya da püriten farketmez; ekoloji odaklı mücadele son kertede sınıf mücadelesidir.
Artık ekoloji, politik mücadele ortaya çıktığı döneme göre çok daha kapsayıcı ve kuşatıcı konuma geldi. Çok parçalılık ve tabii çok renklilik ve çok dillilik, bir tek renk, tek dil ile merkezileşmeye dönüşmedi, ama çokluğun ortak mücadele optiğini oluşturan bir özdeş irade ve mücadele arzusunu yarattı. Özgül mücadele alanlarının kendi dil ve özne kimlikleri bütüne, tek odaklılığa feda edilmedi. Kadınların mahkûm edildikleri yaşam biçimi ve ezilmeleri, iklimlerdeki değişimler, kıta kaymaları, küresel ısınma, buzulların erimesi ile su kaynaklarının tükenmesi-kuruması, ormanların imhası, altın madeni için yapılan çevre katliamları, hayvan hakları, uzayın kirletilmesi… vb ekoloji politiğin yöneldiği bileşenlerdir.
Yani sınıf mücadelesinin her düzlemi artık ekolojik mücadelenin savaş alanıdır. Fabrikalar, tarlalar, siyasi iktidar da dahil…
Binlerce yıldan bu yana tarihin motoru olan sınıf mücadelesi tüm zamanlar için geçerliğini koruyan iki isimle sembolize edilebilir: Roma imparatoru diktatör Julius Cesar ve Roma imparatorluğunda köle emeğinin sömürüsüne başkaldıran gladyatör Spartacus. Ekoloji mücadelesi, köleci sömürü sistemine ve Roma mütegallibesine isyan mücadelesini başlatan Spartacus geleneğinin modern zamanlardaki radikal tezahürlerinden biridir. Feminizm gibi…
Ekoloji odaklı savaşımı, siyasallaşarak Yeşiller adını almasıyla ve 70′lerde hem finans oligarşisini hem de gelişmiş kapitalist ülkelerin kendi sanayi burjuvazilerini huzursuz eden devrimci tözleri dışında, kapitalizme ve endüstriyel prodüktivist büyümeye karşı çıkarak alternatif geliştirebilen köktenci bir hareket olarak 68 doğumludur; 68 i temsil eder.
Çevreciler adı verilen ve çevre koruma ekseninde hareket eden ilk çıkışlar püriten doğa korumacı olarak tanımlanabilir. Henüz ekolojik mücadele perspektifine sahip olmadıkları için, doğanın – çevrenin korunmasının kapitalist üretim ilişkileri içerisinde mümkün olabileceği naifliği ile malüldürler. Endüstriyel paradigma ile çelişkilerinin antagonizma ürettiğinin farkına bile varamadıklarından, tutarlılıktan yoksun ve yenilmeye mahkûmdurlar. Nitekim uzun soluklu bir ekoloji mücadelesinin devrimci koordinatlarıyla teçhizatlanamadıklarından sistem tarafından kolaylıkla tehlikesiz bir meşguliyet odağı olarak ciddiye bile alınmadan düzene entegre edilmişlerdir.
Farklı arenalarda ama bir zincirin halkaları bütünselliğinden uzak ekolojik mevzi direnişleri yer yer kırılmalara da uğrayabiliyordu. Ama Yeşiller; çevre sorununu kapitalist endüstrileşmenin ile doğayı mahvedişi olarak tanımladı. İnsanlığa, biyosferin tahammül sınırlarını aşan aç gözlülüğü ve küstahlığıyla karşı karşıya kalındığını gösterdi. Gidişatın bir ekolojik infilaka doğru yöneldiğine dair tezleri, egemen ideolojinin sözcülerinden kıyamet haberciliği ile gerçek ötesi feveranlar muamelesi gördü.
Yeşiller, ilk başlarda idrak edilemeyen önermeleri ve eleştirilerinin ciddiye alınmamasına takılmadan, siyasi harekete dönüşüp insanları etkilemeye başladılar. Daha ziyade, sorunun vuku bulduğu yerlerdeki doğrudan eylemleriyle, desantralize ve çok parçalı yapılardan müteşekkil özellikleriyle tüm dünyanın nazar-ı dikkatini celbettiler. Bu tarihsel evrede, Die Grünen – Batı Alman Yeşiller partisi, tam manasıyla esin verici lokomotif idi.
68 dalgası geri çekilmeye yüz tutarken Yeşillerin yanı sıra 68 kökenli başka çıkışlar da dünyayı epeyce meşgul etti. Silahlı mücadeleyi ve şehir gerillası tipi örgütlenmeyi benimseyen yapılar bir anda arenaya fırladılar. Üzerlerine ABD askeri güçlerince 20 milyon ton bomba yağdırılan Vietnam halkının maruz kaldığı cehennem ortamı yetmiyormuş gibi My Lai' de ortaya çıkartılan 400 kişiden fazla kadın, çocuk, yaşlı günahsız insanın öldürüldüğü katliam 68' lilerin tahammül sınırlarını aşınca eş zamanlı olarak kendi ülkelerinde gerillayı başlattılar.
My lai 16 Mart 1968
En bilinenleri hatırlamak icap ederse: Almanya'da Rote Armee Fraktion, ABD'de Weather Underground Organizition, İtalya'da Autonomia & Brigatte Rosse, Japonya'da Japanese Armee, Fransa'da Action Directe, Şili' de Mir, Yunanistan'da 17 K, Uruguay'da Tupamaros.
Bu örgütler; şiddet konusunda uzmanlaşmış militer devlet departmanlarının ustaca provokasyon ve imha yöntemlerinin çökertmeye matuf atakları neticesinde 5-6 yıl içinde etkilerini yitirdiler. Varlıkları, onlarca soru işaretleri bırakan, karanlık ve aydınlatılmasından hâlâ o ülkelerin devletlerince bilhassa imtina edilen eylemlerinin nedensellikleri öylece kalarak son buldu
Yeşiller ile bu örgütleri aynı yazıda anmamın nedeni önderliklerinin 68 kalkışmasında da önde gidenler ve yakın arkadaş olmalarındandır. Bir yarılma yaşanmış, bir kesim kuram için anlaşılması zor sözcükler yığını diyerek doğrudan silahlı şehir gerillasına ve şiddete yönelirken başka bir kesim ise şiddeti mahkûm ederek, endüstriyel kapitalizmi ve hatta reel bürokratik sosyalizmi de eleştirerek apayrı bir kulvarda kurumlar içinde uzun yürüyüşle mücadeleyi sürdürme iradesini pratiğe geçirmiştir.
Yeşiller Almanya' da "Parti olmayan parti" şiarıyla, şu ilkeler etrafında teşkilatlandı:
- Ekolojik
- Toplumsal
- Şiddetsiz
- Taban demokrasisi
Bu ilkeler, Stalinist komünist partiler gibi kımıldamayan kayaların, geleneksel tezlerini iyiden iyiye marjinaleştirdi. Klasik devrim anlayışı yani, üretim araçlarının mülkiyetinin el değiştirmesi ya da devletleştirilmesinin olmaması bu partilerin (KP) daha en başında ve sonraki 68'in en alevli zamanlarında "Bu sahte devrimcilerin maskelerini indirelim" şeklindeki sloganları, o partileri, burjuvazi ile aynı saflarda buluşturdu.
Yeşillerin endüstriyalizme reddiyeci eleştirileri ve sınai prodüktivist büyümenin yegane yol olmadığına dair görüşleri, sanayileşmenin sosyalist ülkelerce de tartışmasız hedefler arasında baş köşede bulunmasının inanıldığı gibi hayırlara vesile olamayacağına dair savları,somut ama çok kahredici örneklerle doğrulandı.
Sovyet Sosyalist Rusya bünyesindeki Ukrayna'nın Çernobil kentinde çalışan nükleer santralın patlaması, 9 bin insanın feci şekilde ölmesinin ve kentin çöküşünün daha fazla gizlenememesi ile peşin kabuller sorgulanmaya başladı. Çünkü mesele nükleer santrallerin mülkiyeti değildi; işlevleri ve müsebbibi olan sonuçlar ile insanlık ve doğayı yıkıma götürecek tehlike potansiyelleriydi.
Sızan radyasyon bulutları sınır tanımıyordu; radyasyon bulutları Karadenize de yağmur oldu, indi. Bulgaristan üzerinden Galler'e kadar ulaştı. Yeşillerin uyarılarının, çığlıklarının haklılığı üzücü sonuçlarla kanıtlandı.
"Şimdi aktif olmazsan yarın radyo–aktif olursun" sloganı hayat tarafından doğrulandı ama bir sismik şok etkisi yaratsa da kapitalizm ve enerji sorununa nükleer santrallerle çözüm bulma inadı yaşanan ve ileride de yaşanacak olan felaketlere rağmen sürdü.
Güçlü argümanları, endüstriyel tüketim toplumunun tek seçenek olduğu savının, zihinlerdeki yerleşik ön kabul ve konsensus konumunu derinden sarsılmasını sağladı. Eleştiri ve alternatif önerileri, genel kabullerin tamamen olmasa da kayda değer ölçüde ya terk edilmesine ya da seslerine kulak verilmesine neden oldu. Bu gelişme kapitalizmin yeşillenmesinden değil, sanayi burjuvazisinin yeni kâr alanları kokusunu almasındandı. Nitekim dünya petrol devlerinden BP, biyo dizel üretimi çin Breziya'da milyonlarca dönüm tarım arazisi aldı. On yıl sonra da Meksika körfezinde faaliyet gösteren BP petrol arama platformundaki sızıntı ile 700 milyon litre motorin denize akarak ekosistemi mahvetti ve tam manasıyla bir çevre felaketine neden oldu. Japonya'da, Hindistan'da ağır sonuçları olan santral patlamalarıyla ölümler ve ekolojik felaketler yaşandı.
Yeşiller, sürekli haklı çıktıklarından silahlı mücadeleden çok daha kalıcı izler bıraktılar; bu mücadelenin ideolojik etki ve eylem anlayışlarının uzanımları bugünlere kadar geldi.
Her parti gibi Yeşil partiler de parlamentolara girmeyi önemsediler. Alman Die Grünen'in seçim başarısı, aynı ölçekte değilse de İtalya, Finlandiya, Avusturya, Hollanda, İsviçre'de de görüldü. Bu ülkelerde de Yeşil partiler parlamentoya girdiler.
Esasen Die Grünen yani Almanya'daki Yeşiller partisi idi, dünyayı etkileyen esin veren.
Bunun analizine girilince en öne çıkan sonucu için; Alman 68'inin önde gelen isimleri 68 alevinin sönümlenmeye yüz tutmasının hemen akabinde, Rudi Dutschke, Petra Kelly, Daniel Cohn Bendit, Joushka Fisher gibi isimlerin deneyim ve birikimlerini seferber ederek aynı mücadele motivasyonu, ruhu ve enerjisiyle Yeşillere katılması, tahmin bile edilemeyen bir güç katmıştır, diyebiliriz.
Ancak parlamentoya girişle beraber "parti olmayan parti" anlayışı aşındı, içeriden gelen eleştirilerle 68 idealleri terk edilmeye başlandı; kurumsallaşan bir parti haline yönelindi. Bu aşamada partide iki kanadın kıyasıya iç tartışmalarına, çekişmelerine ve mevzi almasına içimiz acıyarak tanık olduk. Bu uğursuz süreç sonunda kazananın Fundoslara (Fundamentalistler - ütopyacılar) karşı, realoslar (gerçekçiler) olmasıyla sonuçlandı.
Realosların yönetim erkini almasıyla parti bildik düzen partilerine benzemeye başladı, radikal ütopyacı ve devrimci özünden fersah fersah uzaklaşılması, tercih edildi.
O parlak on yılın sonunda (1970- 80) Die Grünen giderek çevreci sosyal demokrat parti kulvarına girdi. 68'liler partiden koptu. Rudi öldü. Heyecan yitip gitti. Yeşilden kızıla olan akış tersine dönerek Kızıldan Yeşile ricat süreci başladı. Yeşil partinin uluslararası boyutta etki yaratan kuramcılarından Rudolf Bahro partiden hâlâ ikna olmadığım nedenler ileri sürülerek ihraç edildi, sevgili Petra Kelly kocası tarafından vurularak öldürüldü ve bugünlere gelindi. Bu son paragraf 1980 – 2021 yıllarına tekabül eden sözcüklerle yapılmış hüzünlü bir muraldir.
Gırtlağına kadar reel politikaya batan ütopyadan arınmış realos çizgisi, başta saydığım altın ilkelerin zayıflayan titreşimler halinde belleklerde kalmasına sebep oldu. Artık Yeşiller, ekolojik sorunlar karşısında geliştirdikleri ekoloji politik tarz- ı siyasetleri ve alternatif önerilerinden çok seçim sonuçlarıyla değerlendirilir oldular.
Ardı sıra da solun yenilgisi küresel ölçekte yaşandı; "Elveda başkaldırı", "Elveda proletarya" nidalarıyla umutlar ne zaman geleceği kestirilemeyen bir başka bahara ertelendi. Ama diyalektik işliyordu ve şeyler zıttına dönüşürdü. Kuğunun son ötüşüyle eş zamanlı olarak And dağlarından kanatlanan Simurg, Oşhamafe'ye - Kaf Dağı'na doğru efsanevi yolculuğunu başlattı.
"Ekolojik mücadele ve Yeşiller-2, Anadolu kanyonu" bundan sonraki yazının başlığı olacak.