Kanımca, Rub-ı meskun’da böyle bir şehir yoktur.
Trajedinin, yazgısıymış gibi her dönemde heyelanlar hâlinde gelmesine rağmen neşeli, muzip insanların yaşadığı küçük bir şehir Tunceli. Hiçbir şehre, yöreye benzemiyor.
Bir direniş ve boyun eğmeme geleneğinin, kadim kültür mertebesinde gündelik hayatın bir parçası hâlinde yaşatıldığı Dersim için bir profil çıkarabiliyorum.
Onur, ahlaki sorumluluk, terbiye, paylaşma, nezaket gibi değerlerin artık sırtta lüzumsuz ağırlık yapan bir küfe gibi fırlatılıp atıldığı, erdemin alaya alındığı şu yaşadığımız zamanlarda, Dersim insanı tüm yoksunluklara ve kuşatılmışlığına rağmen, bu değerlerin de bir kalesi gibi gönüllerimizde müstesna yerini pekiştiriyor.
Bu cihetle, Dersimli profili çizmek icap ederse şu etmenler hemen öne çıkar: Onur, matematiksel zekâ, cömertlik, dayanışma, paylaşma, düşene elini -karşılık beklemeden- uzatma ve Dersim’e tutkulu sevda.
Mutlaka yaşadığı trajedilerin iradede ve kişilikte bir çelikleşmeye yol açtığı da nazar-ı itibara alınmalıdır.
Doğasının da bir rolü olmalı.
Anti-peyzaj diyeceğimiz ama insanı günün her saati ve her mevsiminde verdiği pitoresk sunularıyla büyülemesi, az rastlanır bir nimettir. Dersimliler bunun farkındalar ve hakkını vererek yaşamın tadını çıkarmayı da çok iyi biliyorlar.
Sakalet akan metropol snobluğunun idrak edemeyeceği bir yaşam gustosu geliştirmişler. Füzyon, yalapşap eklektizm, görgüsüzlük, tahammülsüzlük Dersim’de tohumlanamıyor; çünkü o gusto, gerekli mineral ve gübreyi sağlamıyor. İnsan, insani vasıflarıyla değer görüyor, oğlak, sos bulamaçlarıyla değil Munzur kıyısında odun ateşinde kendi nefasetiyle yeniyor, muhabbet kibarlıkla daha çok karşı tarafı saygıyla dinleyerek icra ediliyor.
En çok rakı, ama adam gibi ve bolca içiliyor. Hatırlı bir tanıdığın selamıyla şehire gelen misafire, "Namusum hariç evimi al götür senindir" söylemi, başka yerde ihtimal telaffuz bile edilmez.
Yeni türedi gezginlerin papağan gibi tekrarladıkları klişe, içinden nehir geçen şehir, içinden deniz geçen metropol, ormanları ve vahşi doğası insanı bu şehre çekiyor v.s. gibi yerlere bakınca Dersim’i ve insanlarının tevazusu önünde Budist selamı vermemek mümkün değil.
Uzağa gitmeyeceğim. Şehirlerin kraliçesi unvanı 330 yılından itibaren, Konstantin zamanında -çok yerinde bir tanımlamayla- kendisine bahşedilen İstanbul ve Boğaz’ın kraliçesi denilen lüfer eğer bu unvanlara sahip iseler, bakalım Dersim ve Ovacık kırmızı benekli alabalığı neye layıktır.
Şehrin içinden Munzur Nehri geçer. Sabiha Gökçen’in de uçağından bombalar yağdırarak tarihe geçtiği o korkunç günlerde Munzur’un üç gün üç gece kırmızı aktığı unutulmuyor. Ama Munzur, o trajediye rağmen bugün hâlâ Dersim’in güzelliklerle müzeyyen tabiatının gözdesidir. Deli deli akar. İnsan ürperir pus içinde savruluşuna bakınca, alıp götürüverecek hissi yaşatır. Bazen de nazlı nazlı akar. Ama hep vakurdur. Çevresine, sevenlerine bereketli ikramını hiç esirgemez. Domates, biber fideleri Munzur suyuyla bir başka lezzet alır, rayihası Munzur çağrışımı yaptırır.
Bosfor ise artık kendine bile hayrı kalmamış, içinde yaşayan canlıların mezarlığı haline gelmiş, canlı türlerinin yok oluşuna sebep olmuştur. Bunun sorumlusu elbette insan denilen mahlukattır.
Yedi tepesinde bırakılan gonca güller artık solmuş, binyüzyirmiüç yılda yaratılmış bir uygarlık, arkasından gelen altıyüz yıllık farklı bir tarih, elbirliğiyle yıkıla yıkıla bu hâllere düşürülmüş. Bostanlarından eser kalmamış, Arnavutköy çileği, Çengelköy hıyarı, uskumrusu, kefali, izmariti mazide kalmıştır.
Ermeni ve Rum meyhaneleri, meze ve yemek kültürü, o efsanevi İstanbul beyefendisi ile tarihin geri dönülmezlik kuyusunun derinliklerine düşürülmüştür.
Lüferin de akıbetinin bu rotada hızla ilerlediğini erbabı feryad figan haykırıyor.
Amerika'nın Dersim muhabbeti
Şimdi Dersim’e bir bakalım. Ama ABD ve CIA’nın bizden çok evvel baktığını, hem de en ince ayrıntısını görecek, mikroskobik bir bakışla keşiflerde bulunduğu da söyleyelim. Aşağıda okuyacaksınız.
Munzur ise doğduğu yere, yani Ovacık gözelerine gidildiğinde manzara daha bir kutsiyet kazanır.O çağıl çağıl çağlayan nehrin, kayalıklar içinde avuç içi ölçeğinde gözelerin devamı olduğu ancak görünce inanılacak gibidir.Gözelerle ilgili bir söylence de anlatılır, Munzur Baba adlı bir çobanın elinde tuttuğu kabın içindeki sütün döküldüğü yerlerden süt gibi bembeyaz suların fışkırdığı Munzur gözeleri oluşur, Munzur Baba hâlâ aynen duran sarp ve dikine gri kayaların ardından kaybolur. İnsanı seyrediyor gibi gelir, o kayaların ardından. Gizemli ve mistik bir ambiyansı vardır. Ama hemen bir başka vaka anlatılır ki, o mistik hava aniden dağılır. İnsan ABD emperyalizmine en kararlı karşı koyuşun yaratıcılarını düşünmeden edemez; yani 68’lileri. Ve mahkemelerde yaptıkları savunmalarda ülkenin dört bir yanındaki üsler ve tesislerle ABD işgali altında olduğunu haykırmalarını.
Birçok insan belki de bu yazı ile şu gerçeği öğrenecek:
Munzur gözelerinde dünyanın en lezzetli ve en güzel alabalığı, doğal ortamında, yani çok sevdiği buz gibi berrak sularda yetişir. İnsan müdahalesi olmaksızın. O suların içinde beslenir. En farklı özelliği, kan kırmızısı rengindeki benekleridir. Bir de etinin beyazlığı. Lezzeti için söylenecek tek söz vardır: Enfes-i nefais.
Boğazın kraliçesi lüfer ile aşık atar, bence lezzeti, üst kalitdedir. Dil balığı ile Akdenizin medar-ı iftiharı lagos birleşimi bir kıvam, Ovacık alabalığının lezzetini ancak okşar. Bunu memleketimizin değme balık severleri bilmezler, gurmelerimizin ise haberleri bile yoktur. Soslara, pişirme sırlarına vukufiyete gerek yoktur. Tavaya atılır ve pişince yenir.
Peki memleketimiz bundan bîhaber kültür balıklarına talim ederken, bu balığın kıymetini kim bilmektedir?
1970’lerde ve 80’lerin başında, Ankara-Balgat üssünden ayda en az iki üç kez Ovacık’ a helikopter yollayıp, kasa kasa o doğa harikasını alıp hemen Ankara’ya dönen ve şölen ziyafetleri tertip eden ABD görevlileri ve pek muhtemeldir ki, üsse konuk gelen ve kimbilir hangi ülkenin başına çorap örme görevini ifa eden CIA mensupları.
Şimdilerde komünist bir belediye başkanı ilçede seçimle gelmiş, amele gibi çalışıyor. ABD üssünden helikopterler geliyor mu, bilmiyorum. Ama yeterince tükettikleri malumumuzdur.
Televizyonlardaki gezi ve kültür programlarında; Bartın, Safranbolu, Hasankeyf sokak ve evlerinin eski halleriyle korunmuş olmasını sık işlediler. Çemişgezek, kimsenin aklına bile gelmiyor. Gidenler, görenler bilir, M.Ö 4000 yıllarına uzanan tarihiyle hayranlık verici bir destinasyon özelliklerini barındırır. İnsanının misafirperverliği, içtenliği tipik Dersim profili vasıflarını taşır.
Ama Çemişgezek, memlekette kimsenin aklına gelmese de birilerinin aklına çok uzun yıllar evvelinden gelmiş.1970 yılında ABD’de yüksek lisansını yapan bir tanıdığım, bir pazar günü can sıkıntısından üniversite kütüphanesine gittiğini, rafta gördüğü bir kitabın kendisini adeta ürperttiğini anlatmıştı yıllar önce. Kitap, Çemişgezek dağlarındaki ceviz ağaçları hakkında çok kapsamlı bir araştırma ve istatstik bilgiler içeriyormuş. Şimdi bu çalışmanın yapıldığı -muhtemelen altmışların başlarında- yol yok yolak yok. Elektrik daha gelmemiş, ulaşım için araç da yok. Azimle gerçekleştirilmiş bu zor iş.
Ovacık alabalıkları, Çemişgezek dağlarındaki ceviz ağaçları ve daha kimbilir neler?
Tuhaf olaylar
Dersim’de hiç bitmez.1980’lerin ortalarında, güzel bir bahar günü şehir merkezinde sıradan bir gün yaşanıyordu. Ben öğleden sonra Pülümür’e gitmiştim. Yanımda birkaç şişe Buzbağ şarabı vardı, Pülümür’de arkadaşıma hediye olarak almıştım. Hoşbeşten sonra, misafir edileceğim belli oldu. Dersim inadı, bilenler bilir, Arnavut inadına rahmet okutur. Kaldım. Yanımıza Şavak tulum peyniri ve pide alıp, dağ yamacına çıktık. Gece, mehtap ve yıldızlar, dağın sessizliğinin sesi ile insana Beatles’ın "Magical Mystery Tour" (Sihirli Esrarengiz Gezi) isimli şarkısını aklıma getirmişti. Ama gecenin sürprizi ise Arap Kızı kayasıymış.Tam karşı yamacın tepesinde mehtaba rağmen karanlıkta oluşan siluet, sırt üstü uzanmış, çok güzel vücutlu bir kadının görüntüsü insanı sadece susup izlemeye davet ediyordu. Öyle yaptık saatlerce. Buzbağ şarabı ve Dersim dağlarının yüzlerce yıllık göçer aşireti Şavak kadınlarınca, dağda kendi yöntemleriyle yaptıkları peynirlerin şahı Şavak tulum peyniri eşliğinde, Dersimli dost muhabbeti bir başkaydı. Kutu deresi, Vartinik mezrası, İbo, Mazgirtli Hüseyin Cevahir ve ilçeye kaymakam olarak gelen, Hüseyin Cevahir’in Siyasal'dan sınıf arkadaşının birkaç duble rakıdan sonra Cevahir’i gözyaşları içinde anması, yıldızların güzelliği ve Arap kızının hazin söylencesi… Bunları konuştuk gece boyu.
Sabah Dersim merkezine mutlu mesut gittiğimde farklı bir sürpriz beni bekliyormuş. Ben sihirli esrarengiz gezinin sihirli kısmını yaşarken Dersim merkezi esrarengiz faslına muttali olmuş.
Ortada hiçbir neden, olay v.s olmadığı hâlde, ben Arap Kızı'nın siluetini seyredip, şarabın etkisiyle kozmik imgelerle dolu muhayyilemde Dersim’de ne kadar huzur duyduğumu düşündüğüm saatlerde, il merkezi gecenin bir saatinde gelişigüzel ağır makinalı tüfeklerle taranmış. Saatlerce süren atışlar evlerde duvarı delip buzdolabını parçalayacak kadar etkili mermilerle evleri de, içinde yaşayanları da korkudan perişan etmiş, insanlar banyo küvetine, karyola altlarına sinip yüzükoyun sabahı sabah etmişler. Distopya’nın Dersim’deki versiyonu, "The Iron heel" ile kendini ütopyaya hatırlatmıştı. Bu vaka basında yer almamış, bir sır hâlinde kalmıştı.
Bir müddet sonra da Şavak peyniri, steril ortamda üretilmediği !? için yasaklandı.
Şehri, kasa kasa Porto şarap hediyeleriyle ziyarete gelen karanfil devriminin Portekiz büyükelçisi, trafik kazasında !? öldü.
Dersim: Ekoloji ve kadın
Görünüş itibarıyla sert ve halis muhlis maço intibaı veren Dersim erkeği, keklik, ceylan ve kadınaa karşı tahmin edilemeyecek ölçüde müşfik ve saygılıdır. Kadın, Dersim’de Türkiye'nin üniversite amfilerinde, kadın derneklerinde, feminist gösterilerde olmadığı kadar özgürce hareket eder, konuşur ve yaşar. Ama bu konum, erkeklerin hoşgörüsü veya bir lütfu değildir. Söke söke elde edilmiş sonuna kadar da kullanılan bir kazanımdır. Şehir kültürünün dönüşümündeki rol ve işlevi, 21. yüzyıla yakışır bir olgunluk ve dinamizmdedir.
Orman yakınlarındeki köylerde o yoksulluğa rağmen, ağaç kıyımı yapılmıyor. Ekolojik bilinç sadece ağaç kesmeme değil, tabiat açgözlüce tepelenmiyor; şefkat bir genel anlayış ve yaşayış tarzının etmeni olmuş. Üstelik daha Yeşiller Türkiye’de boy göstermemişken, HES, nükleer santral, rüzgâr pervaneleri, termik santraller gündemde yokken.
Dersim ve futbol
Bir insan organlarının, stadyumdaki hazirun tarafından nasıl bir küfürname-i el- poetik hâline getirileceğini, ben de futbol maçlarında öğrendim. Ebeveyn ve kız kardeşlerin küfürnamedeki yerini sokak ağzından biliyorduk ama daha rafinesi, sesli anatomi dergisi okuyor gibi bir de melodisiyle haykırılınca, dağarım nasıl da zenginleşiyordu. Futbol maçlarını ilkin Hatay ve Adana’da seyretme şansına sahip olunca, yöresel küfür kültüründe ilahi güçler de portföye katıldığı için hakaret ve söğme futbolun olmazsa olmazı diye bellemiştim, herkes gibi... Ama daha sonra ülkenin çeşitli metropol ve şehirlerinde de maçlar seyredince, bu "fazileti", vaka-i adiye olarak kanıksadım.
Günlerden bir gün yine Dersim’de, dostlar, üçüncü ligde oynayan takımlarının maçına götürdüler beni.
Rakip takım sahaya çıktı, bir alkış tufanı kesintisiz sürünce takım kaptanı ve antrenör önce ne yapacağını şaşırdı. Çünkü rakip takım oyuncuları ve teknik kadro da benim gibi bir küfür sağanağı bekliyordu belli ki, kısa bir şaşkınlıktan sonra ürkerek tribünlere doğru geldiler. Dersimli futbolseverler bu defa ayağa kalkarak rakip takımı daha yüksek tempoda alkışlayıp lehine tezahürat yapınca, aynı şiddet ve saygı jestleriyle karşılık aldılar. Maç içinde de ne küfür, ne kötü bir söz söylendi. Kimden gelirse futbola güzellik katan her pozisyon alkışlandı. Maç bitince deplasmana gelen takım, teknik kadrosuyla beraber Dersimli seyircileri yürekten kopup gelen alkışlarla selamladı.
Maç çıkışında sorunca öğrendim ki, her maç böyle imiş. "Bu ne yav, kendimi Ankara’da Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın konserini izliyormuş gibi hissettim. Böyle maç mı olur" dedim. Çünkü kısa bir süre önce İstanbul’daki Fenerbahçe-Beşiktaş maçındaki poetik şaheserler kulaklarımdan silinmemişti:
Dersim ise bu latif medeniyetten !? hiiç nasiplenmemiş insanların yöresiydi.
Bir şehirlerin kraliçesinin nurani letafetine, bir de Dersim’in gayri medeni kabalığına bakın???
Dersim’e, Şehirlerin Prensi demekte haksız mıyım?
İyi yıllar Dersim ve sevgili Dersimliler… Bilin ki, her nerede olursam olayım kalbim sizinledir.
Ağlama (sevdiğim) Dersim oy gelirim sana
Çıkarım karşına zozanda karda
Ceylanın gezdiği sarp kayalarda
Ayağına tırnak olurum bir gün
Ekşitme yüzünü dosta düşmana
Harmanda buğdayı bulurum birgün
Dönme gül yüzünü zorda dostuna
Harmanda buğdayı bulurum birgün
Ağlama (sevdiğim) dersim toprağa taşa
Kar mı yağdırdılar yediğin aşa
Ay gelin olunca dağda ovada
Sofranda zeytinin olurum birgün
Kara puşi beli sarma başına
Yiğidin aslanın olurum birgün