1 - Beatles: Zaman ötesi bir fenomen
2- Beatlesmania'ya doğru
3 - Rock - Psychedelic Deneyler - Ölümler - Zirveye varış
4 - The Beatles'tan Hippilere; 68'e çeyrek kala...
5 - Mayıs '68, devrim ve Beatles
6 - Beatles müziğinin büyüsü
1969 yılı ağustos ayında düzenlenen, 500.000 genç insanın yağmura, yiyecek ve tuvalet yetersizliğine rağmen 3 gün 3 gece boyunca alanda kalarak, dünyanın gelmiş, geçmiş en önemli rock – hippi müzik festivalinden, Woodsrock’tan söz etmeden geçmeyelim; Beatles’tan ya da gruptan kimsenin katılmamış olmasına rağmen.
Gerçi John Lennon’ın Woodstock’a katılmayı çok istediğini, o günlerde Kanada’da olduğunu ve ABD’nin vize vermemesi nedeniyle gidemediğini…
Bob Dylan’ın, oğlunun düşmeyen yüksek ateşi nedeniyle hastanede oğlunun başında olduğu için katılamadığını;
The Doors ise, Jim Morrison sayesinde son konserlerinin hep olaylı geçip tamamlanamaması, Jim’in neredeyse hiç ayık olmaması ve grup içi hoşnutsuzlukların artması yüzünden, organizatörlerce davet edilmelerinin uygun görülmediğini araştırınca öğrendim.
Tabii belirtmek gerekir ki, Jim Morrison sahneye çıktığında, zaten kafası 49-50 vaziyette. Yetmiyormuş gibi bir de seyircilerden sahneye onlarca esrarlı cigara atılıyor, Jim de atılan cigaralıkları tüttürüyordu.
Mukayese için yazmalıyım: 1960’ların ilk yarısı, Beatlemania zamanları yani. Beatles, konser için sahneye çıkıyor ve birden seyircilerden yağmur gibi Jelibon şekerleri yağmaya başlıyor. Şaşkınlık verici bir durum. Meğer, konsere yakın tarihlerde, George Harrison, bir mülakat veriyor ve mülakatta, Jelibon şekerlerini çok sevdiğini söylüyor.Sen misin Jelibon severim diyen!? Seyircilerin sevgisi, Jelibon olup sahneye yağıyor.
Woodstock’a katılanların listesini yazmayacağım – zaten pek hatırlayan da olmaz – ama dönemin, kült ve en bilinen isimleri diyeyim: Ravi Shankar… Grateful Dead… Janis Joplin… The Who… Joan Baez… Country Joe&Fish... CSN&Y… Cannet Head… Joe Cocker… Jimy Hendrix gibi.
Vietnam savaşını protesto eylemlerinden 3 günlük bir kaçamak yapan çoğunluğu Hippi ve karşı kültür hareketinin 500.000 kişilik kitlesi, Woodstack’ta da savaş karşıtı ve başkan Nixon’un aleyhinde sloganlarını atmayı sürdürdüler. Zaten sahneye çıkan sanatçıların tümü de Vietnam savaşına karşıdır. Woodstack, daha o günlerden tarihi bir anlam kazanır. 1960’ların simgesel bir ihtişamla son erişidir adeta.
1969 yılında John, Yoko ile kamuoyunu şaşırtan – Bed in - eylemleriyle barış mesajları verirler. “Bed in” eylemi devam ederken John sadece Vietnam için değil, şimdi dünyanın ve hatta şu an Türkiye’nin gündemine de uygun düşen o unutulmaz şarkısını yapar, “Give Peace a Change” (Barışa Bir Şans Verin).
John ve Yoko, 1969 yılında 3 albüm çıkartırlar: “Unfinished Music No: 2”, “Wedding Album” ve “Live Peace in Toronto 1969”
George Harrison, synthesizer ile oynayarak çeşitli elektronik efektlerden oluşan deneysel çalışması “Electronic Sound” albümünü yapar.
1969 yılının aralık ayında John Lennon ve George Harrison, Londra’da UNICEF adına düzenlenen Peace for Christmas konserinde birlikte sahneye çıkıp şarkılarını söylerler.
1969 yılı, Vietnam direnişinin simge ismi Ho Chi Minh, Vietnam halkının Ho Amcasının ölümünü de almanağına yazar ve 69, takvim olarak tamamlanır.
1970 – Rüya sona eriyor
1970 yılına girilirken artık, “Flower Power - Hippi - Beautiful People”, sanki 60’lar boyunca yeryüzüne gökkuşağı gibi konuk olup sonra bilinmeyene doğru hep birlikte aniden ışınlanarak, geri gelmemek üzere veda etmişlerdi. O güzel insanlar – o güzel Pegasuslara binip – rengarenk ışıklı izler bırakarak, kozmik alemlere gittiler. Onlardan sonra gezegenimizde neler oldu neler yaşandı, göreceğiz. Ne yazık ki Fabfour’da gidenler arasındaydı.
Evet! Veda zamanı, 1970 yılıyla birlikte, yaklaşmaktaydı.
3 Ocak 1970 yılında George’un yazdığı ve o melek sesiyle söylediği, o muhteşem gitar Riff’i ile kendisine şahane dedirten I, Me, Mine adlı şarkı, Paul, George ve Ringo tarafından kaydedildi. Bu, Beatles dağılmadan önceki kaydedilen son şarkı oldu. Çok üzücü bir detaydır ama yazmam lazım; John, I Me Mine kayıtlarında yer almaz. Son zamanlarda, George’un yazdığı şarkının ne zaman kaydına girilse, John’un ortadan kaybolduğu rivayet edilir. Eğer bu doğru ise, şahsi görüşüm, George’un, Yoko Ono için John’u uyarırken ölçüyü kaçırıp, John’u, istemeden de olsa kırmış olabileceğidir. Şu ayrıntıyı biliyoruz. Yoko, sadece John’un değil, Beales’ın da yaşamına girince George, John’u, bu kadının New York’taki kötü şöhretinin olduğuna dair uyarınca John, için çok üzülmüş. Yıllar sonra George’un bu işgüzarlığını “bok herif…” diyerek ve çok da sinirlenerek anlatmış.
Mart ayında Amerikalı prodüktor Phil Spector, Let It Be albümü üzerinde çalışmak üzere, John tarafından davet edildi ki bu su götürmez bir hata idi. Çünkü, Spector’ın şarkıların düzenlemelerinde, grup üyelerinden izin almadan ilaveler yapması, özellikle bir McCartney şaheseri olan The Long and Winding Road adlı şarkıya yaylı çalgılar bölümü giydirmesi, Paul’ü çılgına çevirdi.
George o sıralar, Londra Radha Krishna topluluğu ile Chant be Happy albümünü çıkardı, şimdi CD olarak da bulunabilen bu albüm, içindeki olağanüstü güzellikteki mantralarla, batı dünyasının dikkatlerini de ilgisini de Hare Krishna mistik alemine çekti.
Onca öncü sarsıntıdan sonra asıl deprem 10 Nisan 1970 tarihinde, Paul Mccartney’in Beatles’tan ayrıldığını açıklaması ile yaşandı.
Fabfour artık hiç olmayacaktı. Küresel sözcüğü o yıllarda telaffuz edilmiyordu ama tam anlamıyla bir küresel şoktu yaşanan.
Daha ortalık durulmadan son resmi Beatles albümü Let it be, piyasaya sürüldü.
Friedrich Engels (Marx’ın en yakın dostu ve çalışma arkadaşı), dahi keman virtuözü ve besteci Paganini için, insanın sanattaki yaratıcı dehasının parlak örneği tanımlamasını yapar. Paganini’nin eserlerine ve keman çalış ustalığına laf etmek haddime değil ama bu yazıyı hazırlarken defalarca dinledim. Vardığım sonuç şu; Engels, eğer Fabfour’u dinleseydi bir ikame gerçekleşirdi. Leonard Bernstein’in Bach analojisini hatırlayalım.
Bu diziyi yazarken onlarca CD dinledim; çok sesli klasik batı müziğinden, klasik Hint müziğine, caz ve blues’dan, 60’lı yılların önde gelen rock grup ve solistlerine kadar… Yelpazeyi çok geniş tuttum. Onlarca DVD ve belgesel izledim aynı minval üzere.
Bugünden o yıllara bakınca… 60’lar, yani özgün ve renkli bir dönem bitmiş, Beatles da olsa, nihayetinde bir rock grubu dağılmış, denebilir. Ama işin derininde yatan hiç de böyle basit bir tanımlama ile geçiştirilecek gibi değil.
Beatles optiğinden olmak ön kabulü ile de olsa, yalın ve hazin olan gerçek şu ki, tarihi bir kırılma yaşanmıştır, etkisi bugünlere kadar süregelen. Çünkü artık tarih, başka bir mecrada akmaya başlamıştır.
Dişil değerlerin yumuşaklığından eril vahşetin tahakkümüne evriliş
Yoko Ono, Beatles hakkında yazılan inceleme ve araştırma içerikli onlarca kitapta tanımlamakta netleşilemeyen büyüyü kısa ama vurucu bir cümle ile netleştirdi:
“…Bir yönüyle de toplumun dişi yönünü yemsil ediyorlardı.”
Beatles’ın parçaları ile adamakıllı alt üst olan – tiyatro eleştirmeni – John Lahr 1981’de “Onların üç dakikalık müzikal mezürleri, 1960’larda… Zamanın ölçülmesinde kullanılan ölçü birimiydi” derken, çok yaygın bir kanaati dile getiriyordu. Toplumun dişi yönünü temsil eden Beatles müzikal mezürleri, zamanın ölçüm birimi… Öyleyse bunu milyonlarca Beatles hayranı insan niceliğinin dünya demografisinde çoğunluğu oluşturduğunu söylemek mübalağa olmaz. Peki Beatle’ları için nasıl tanımlayabiliriz? Büyük ölçüde Hippi demek yanlış değildir (Beatles’ın kıyıda köşede kalmış, Hippy Hippy Shake isimli şarkıyı söyledikleri ne bilinir ne de atıfta bulunulur).
Öyleyse eğer Hippi’lere bir bakmak lazım; komünal ve sade yaşam, giysiler, az ile yetinme, kanaatkarlık, doğaya, hayvanlara hayranlık ve ihtimam, gelişkin duyarlılık, nazik ve paylaşmacı… Daha sayılabilir.
Peki bu erdemler ard arda sıralanınca neyi çağrıştırıyor?
Kızılderilileri değil mi? 68’liler, Amerika’da, Avrupa’da o yıllarda Western filmlerini seyrederken sinemalarda, sahnede kovboylar görününce yuhalar, Kızılderililer çıkınca coşkuyla alkışlarlarmış.
Şu an ilkbahar mevsimindeyiz. Her yer yemyeşil, rengarenk çiçekler, güneş ışıl ışıl parlıyor, kurbağalar korosu her akşam susmak bilmiyor, kuşlar bir başka güzel ötüyor, doğanın zarafet simgesi leylekler geldiler, denizlerin sokak çocukları martılar her tür muzurluğu yapıyorlar. Tabiat ana, o dişil erdemlerinin en başında gelen sonsuz vericiliği ile bizleri mutlu ediyor.
Kızılderililer ilkbahar gelince tabanı yumuşak derili ayakkabılar giyerlermiş, tabiat ana hamile rahatsız olması, diye. Buna dişil duyarlık denir. O zaman denklemi oturtabiliriz: Kızılderili – Hippi – Beatles – Dişil duyarlık ve toplumun dişi yanını temsil etme.
Denklem tersine de okunabilir, aynı kapıya çıkıyor. Cennetin kapısına. Kızılderililer gibi ekolojik yaşam tarzlarıyla, doğanın haklarına hassasiyetle riayet eden, tabiatla iç içe bir hayat, kadını doğanın sunduğu en değerli varlık olarak görme, Hippiler gibi bunu 20.yy endüstriyel vahşi kapitalizm egemenliğinde hayata geçirme, dişil erdem ve hassasiyetleri yaşamın her anında yeniden üretme… Beatiful People, Pegasuslara binip gittiklerinde, Beatles bittiğinde tarihsel kırılmadan kast ettiğim buydu işte. 1970 ile birlikte toplumdaki erkek / eril yön galebe çaldı. Tabiat, kadın, çocuklar, hayvanlar, azınlıklar 40 yılı aşkın bir zamandır bu eril endüstriyel mütegallibenin tahakkümü altında ömürlerinin tamamlıyorlar – herhalde buna yaşamak denemez, buna müstahak değiliz.
1970 yılında çıkan son Beatles albümünde, insanı allak bullak eden şarkıların içinde bir Lennon&McCartney eseri var ki, melodisiyle sözleriyle insanı içine büzüştürüyor:
ACROSS THE UNIVERSE – EVREN BOYUNCA
Kelimeler kağıt kaseye dökülen sonsuz yağmur gibi uçup gider
Sürtünerek ilerleyip evren boyunca kayar
Kader gölcükleri sevinç dalgaları berrak zihnimden beni kucaklayarak
Öpüp okşayarak sürükler
Jai Guru De-va Om hiçbir şey yaşamımı değiştiremez
Kırılan aşk hayalleri
Beni tekrar çağıran bir milyon gözün dans etmesi sanki
Ve evren boyunca düşünceler bir posta kutusunun içindeki
Dinmeyen rüzgar gibi amaçsızca dağılıyor
Evren boyu çizgilerini sürerken bilinçsizce karışıyor
Hiçbir şey yaşamımı değiştiremez
Kahkaha sesleri gölgeler
Beni tahrik ve davet ederek
Gözlerimin önünde uçuşuyor
Etrafımda parlayan bir milyon güneş gibi
Ölmeyen sonsuz bir aşk beni evren boyunca tekrar tekrar çağırıyor
Jai Guru Deva Om hiçbir şey yaşamımı değiştiremez
Let it be albümü için şaheser sözcüğü kifayetsiz kalıyor; olağanüstü, mükemmel de öyle. Vokaller, gitar riffleri, Paul’ün bas süslemeleri, Ringo’nun bir ipekböceğinin kozasını örercesine davul çalışı, John’un sesini multi-estrüman gibi kullanması, melodilerin eşsizliği ve tabii sözlerin insanı sersemletme gücü… Yıllarca dinledik. Sonra öğrendik ki, Phil Spector eklemeler yapmış.
Tartışmasız bir deha olan Paul, bu ukalaca cüretkarlığı yıllarca içine sindiremediğinden, Let It Be albümünün orijinal halini geçtiğimiz yıllarda LET IT BE … NAKED adıyla çıkarlmasını sağladı. E! bu Naked ilkinden de güzel çıktı.Böylece iki Let It Be albümümüz oldu.On yıllar sonra bizleri bir kez daha mutlu ettiler ama John, ne yazık ki NAKED’i göremedi.
1970 yılında, ölümler peşpeşe geldi. Gelmiş geçmiş en büyük gitarist Jimi Henrix, Blues’un Hippi prensesi Janis Joplin aşırı dozdan hayatlarını kaybettiler.
Aşırı dozdan değil ama ABD Başkanı Nixon ve derin devleti operasyon talimatlarıyla başka genç insanlarda üniversite bahçelerinde öldürüldüler, tıpkı Vietnam’daki yaşıtları gibi…
Yazının bundan sonraki son kısmında detaya girip ayrıca Beatles’ın halen tartışılmakta olan dağılma sebebini tartışıp, Yoko Ono’nun lanetlenmişliğini de sorgulayarak bitireceğim.