11 Aralık 2020

Başkaldıran Apollon: John Lennon öldürüleli 40 yıl oldu

John öldüğünde 40, Chapman cinayeti işlediğinde 25 yaşındaydı, şimdi 65 yaşında. John ise hep kırk yaşında kalacak, sonsuza kadar

9 Ekim 1940 yılında Liverpool'da doğdu. 8 Aralık 1980 yılında tarihinde, psikolojik sorunları olan ve cinayeti planlayarak Newyork'a gelip Sheraton oteline yerleşen Mark Chapman, 8 Aralık günü Lennon & Ono çiftinin yaşadığı Dakota binasına gelir ve saat 17.00 sularında "Double fantasy" albümünü John'a imzalatır. Fotoğraf tam o anı gösteriyor.

Yoko ve John'un mutlaka eve döneceğini bildiği için bütün gün Dakota'nın giriş kapısının önünde beklemeye devam eder. Tahmini doğru çıkar ve saat 22.49 civarında siyah bir Limuzin içinden ünlü çift iner. Kapı önünde günün her saatinde bekleyen hayran görüntüsüne alışık olan Lennon ve Ono girişe yönelirler. O sırada Chapman, elindeki silahını hedefine doğrultarak seslenir: "John." Sese doğru dönen John'a tam beş el ateş eder. Dört kurşun Lennon'un vücudunun çeşitli yerlerine isabet eder. Olay Yoko Ono'nun gözleri önünde vuku bulur. Yere yığılan John'un ağzından kan boşanır. Ama henüz ölmemiştir. Gelen polislerden biri kim olduğunu sorduğunda, "Ben John Lennon, Beatles'tan John Lennon" cevabını verecek kadar bilinci açıktır. Kennedy Hospital'a götürüldüğünde vücudundaki kanın dörtte üçünü kaybetmiştir. Tüm müdahalelere rağmen kurtarılamaz.

John öldüğünde 40, Chapman cinayeti işlediğinde 25 yaşındaydı, şimdi 65 yaşında. John ise hep kırk yaşında kalacak, sonsuza kadar.

John Lennon, 1960'larda nasıl öleceğini tahmin ettiğini soran gazeteciye "Bir manyak tarafından haklanırım herhalde ' cevabını vermişti. Öyle de oldu.

Kendisini dindar bir Hristiyan olarak tanımlayan, cinayeti işlemeden önceki gün kaldığı otelde, Ernest Hemingway'in de yakın arkadaşı, ABD'li yazar JD Salinger'ın, "Çavdar Tarlasında Çocuklar", adlı kitabını okuyan Chapman, kitaptaki karakterin izolasyonu ve yalnızlığıyla kendisini özdeşleştirdiğini mahkemede söylemişti.

Chapman'ın, New York'taki hapishanede, şartlı tahliye kuruluyla yapılan duruşmada "İşlediğim suç için üzgün olduğumu tekrarlamak istiyorum. Hiçbir bahanem yok. Tamamen kişisel şan için yaptım. Bir masuma karşı işlenebilecek en büyük suç olduğunu düşünüyorum. Aşırı ünlüydü. Onu karakteri ya da olduğu insan yüzünden öldürmedim. Bir aile adamıydı. Bir ikondu. Bizim şimdi konuşabildiğimiz şeyler hakkında o zaman konuşabilen biriydi. Çok, çok, çok ünlü olduğu için onu öldürdüm ve ben çok, çok, çok yoğun bir şekilde kişisel şöhret arayışındaydım ve çok bencildim", dediğini gazeteler yazmıştı. 

Tek tek her biri, dünyanın en iyisi değillerdi ama, her birinin hayatında dramın ve hüznün eksik olmadığı bu dört Liverpool'lu yoksul aile çocuğu, bir araya geldiklerinde eşsiz ve taklit edilemez bir grup oldular: BEATLES. Aralarındaki sihirli kimyayı Ringo Starr şöyle ifade etmişti: "Ailemin tek çocuğu olarak büyüdüm. Onlara katıldım ve bir anda üç kardeşim oldu."

John, kişilik ve mizaç bakımından grup arkadaşlarına hiç benzemiyordu. Bu dünya ile, sistemle, sistemin bütün değerleriyle-kurumlarıyla, her türden otorite ile (Buna Beatles dönemindeki Paul'ün otoriter tutumu da dahil) çatışmasını ölene dek sürdürdü.

Daha çocuk yaşta babasının evi terk etmesi, başına buyruk bir insan olan annesinin de kendisini teyzesine bırakarak uçarı bir hayat sürmesi, 18 yaşına geldiğinde annesi ile ilişkileri tam da yeni yeni ısınırken, annesinin sarhoş bir polisin kullandığı arabayla ezilerek ölmesi, John'un huzursuz, huysuz, asi kişiliğinin oluşmasında çok etkili olur. Şu sözü John'u anlamak için anahtar gibidir:

"Ben çocukken annem bana hep hayatın anahtarının mutluluk olduğunu anlatırdı. Okula gitmeye başladığım zaman, sınavda bana 'Büyüyünce ne olmak istiyorsun?' diye sordular. Ben de onlara 'Mutlu olmak istiyorum' diye cevap verdim. Onlar bana, soruyu anlamadığımı söylediler. Ben de onlara, asıl onların hayatı anlamadıklarını söyledim." 

Henüz ilk gençliğindeyken, rahibelerin üzerine çişini yapması, içerisine İsa heykelciği konulmuş kaynar su dolu torbayı sarkıtıp kilisede skandal yaratması, John için vakayıi adiyeden idi. Hayatı boyunca dinden, dinsel ritüellerden, okuldan, öğretmen ve müdürlerden hiç haz etmedi. Savaştan, sınıf tahakkümünden gerçekten nefret etti. Sınıf mücadelesine, sınıflı topluma, egemen sınıf hegemonyasına tam karşıt cepheden tavır aldı. Şarkılar, kitaplar yazdı, besteler yaptı, karikatürler çizdi, eylemlere katıldı, Mao rozetiyle NewYork sokaklarında Vietnam savaşını protesto yürüyüşlerine katıldı, Kara panterleri açıktan destekledi, kişilik özelliği olan bonkörlüğünü muhalif hareketler ve eylemler için de kullandı. Cannes Film Festivali'nde gördüğü yoğun ilgi sonrası randevu talep edenlerden, kendisini tek bir cümleyle ikna eden Erkin Koray'a "Sen yarın sabah kahvaltıya gel" diyerek, röportaj için bekleyen onca muhabir arasından sadece Koray' la görüşmeyi kabul etti. ( Erkin Koray, on yıllardır yapılan tüm ısrarlara rağmen o gizemli cümleyi söylemedi.) Aşağıdaki fotoğraf o görüşme sırasında çekilmiş.

Etkileyici muhalif tavrı ve söylemi Amerikan muhafazakarlığını, Nixon yönetimini, CIA ve FBI yöneticilerini hep rahatsız etti. Nixon'un ve avanesinin nefret ettiği bir isimdi Lennon. Sınırdışı edilmesi için FBI her yola başvurdu; takip etti, telefonlarını dinledi. Sonunda da katledildi. 60'ların muhteşem renkliliği ve dinamizmi sonrasında gelen 70'ler için, "Çok sıkıcı geçti, 80'leri biraz hareketlendirelim" dediği yıl öldürüldü.

Öldürüldüğünde nasıl bir dünyaya gidilmekte olduğu bir işaretti adeta: John Lennon, müzik listelerinde tepeden yavaş yavaş aşağılara inerken, aynı listelerde yavaş yavaş tepeye çıkan bir isim 80'leri ve sonrasını haber veriyordu aslında: Michael Jackson.

30 yıldır hep IMAGINE şarkısıyla anıldı, oysa POWER TO THE PEOPLE, GİVE PEACE A CHANGE, WORKİNG CLASS HERO gibi doğrudan politik şarkıları, bilenlerce hep daha çok sevildi, dinlendi.

Son yıllarda John bu devrimci düşünceleri, eylemleri ve politik şarkılarıyla hatırlanmaya, tartışılmaya başlandı. Neoliberal rüzgara karşı, yoksulların, ezilenlerin, yok sayılanların bilediği hıncın ve öfkenin bu hatırlamada payı olsa gerek. Çünkü aynı hınç ve sınıf öfkesi, John'da da yüksek dozda mevcuttu. 68'in İngiltere'deki ilk akla gelen ismi Tarık Ali yakın arkadaşıdır John' un. Black Dwarf (Kara Cüce) adlı dergiyi çıkartan Troçkist Tarık Ali, Che Guavera' nın da yakın arkadaşı Fransız entelektüel Regis Debray ile John'u evinde ziyaret ederler. Bu görüşmeside John, " Genç işçileri bilinçlendirmeliyiz" der.

60'ların ilk yarısında, "Sürrealizmi tanıyıncaya kadar delirmekte olduğumu düşünmeye başlamıştım" diyen John, o yıllarda psychdelic yolculuklara çıkar; elmaslı göklerde dolaşır. Özellikle de 67 yazında cümbür cemaat asit, lsd vs tripleri ile kafaların 49-50 gezildiği dönemlerin muhasebesini yapar. Ne dünyada ne de kendi iç aleminde bir şeyin değişmediğini fark eder. Yıllar sonra bir mülakatında genç insanları uyarır; "O yollardan geçtik, ayık kafalı olmak en iyisi" diyerek, uyuşturucunun sunduğu o sonsuz evrenin sanal ve aldatıcı olduğuna dikkat çeker.

67 yılı aslında devrimciler ve müzikte devrim yapanlar için kötü bir yıldır. Çünkü, 67 yılında unutulmaz cazcı John Coltrane ölmüş, Che Bolivya'da yakalanıp kurşuna dizilmiş, Beatles artık konser vermeme kararı almıştır.

Büyülü 60'ların son perdesi 68 mayısında Paris'te Quarter Latin'de açılıp, 69'da Woodstock hippi festivalinde kapanıyordu. O yıllarda, Beatles üyeleri ve yakın çevreleri Hindistan'da, Maharishi Mahesh'in çiftiliğinde meditasyon seanslarına katılırlar.Bir müddet sonra onun bir şarlatan olduğunu anlayarak, Maharishi'ye kamptan ayrılmak istediklerini söylemeye karar verirler. John "Zaten ne zaman pis bir iş olsa üçü (Paul, George, Ringo) birden hemen beni öne sürerlerdi" dediği görüşmeyi yaparak kararlarını iletir ve İngiltere'ye dönerler.

Artık kozmik arayışlar John için bitmiştir. Bir arayış, sonucuna ulaşır: Devrim.

İdolü Elvis Presley de yerini Mao'ya, mücadele eden siyahlara, yoksullara ve ezilenlere bırakır.

70'lerde, içindeki öfke ve hıncı, Tarık Ali, Regis Debray ve başkalarıyla da tartışarak, sınıf temeline oturtur. Her düşünsel namusa sahip devrimcinin yaptığı gibi eylemlere katılır, yahut başlatıcısı olur. Artık şarkı sözlerinde "Im the walrus", "Nowhere man", gibi soyut ifadeler, yerini, daha somut sözlere bırakır... "Dream is over, this is reality" diyerek.

John iç huzuru bulur, yaşamı dinginleşirken bir yandan da hiç olmadığı kadar politikleşir. Unutmamak gerekir: John Lennon bir şarkı sözü yazarı ve bir müzisyendir. Bazen okuyoruz, ulemadan bazı şahsiyetler, Lennon' da Lenin aradıkları için, ideolojik tutarsızlıklarından dem vururlar. Arayış içerisindeki bir sanatçıdır, Marksist kuramcı değil. Ama kendisini işçi sınıfının, ezilenlerin yanında görür. Bu konuda son derece samimidir, zaten aksi düşünülemez. Çünkü hayatı boyunca, açık, dürüst ve samimi olmuştur. Esen rüzgara göre dümen kırmak Lennon'un meziyetleri dışındadır.

O işi Mick Jagger - Keith Richards / Rolling Stones iyi yapar.

Kapitalist sistemin ideolojik aygıtları, her zaman hedefinde yer alır. Bireyi silikleştiren, yalnızlaştıran, bir edilgen tüketim toplumu öznesi haline getiren ideolojik ablukaya karşı, o çok sivri dilini en keskin ama en parlak şekilde kullanır. Beatles sonrası, söz ve beste yapmanın dışında, artık Beatles'ın stüdyodaki dahi prodüktörü George Martin olmadığı için işin teknik boyutuyla da ilgilenir. Bas, yeni döneminde çok dikkat çekici bir hamle yapar. Bası kim mi çalar? Tüm zamanların en iyi albümü seçilen Revolverin de kapak tasarımını yapan kişidir, bu basçı. O öyküyü kısaca anlatmak gerekiyor:

Henüz ünlü olmadıkları çocuk yaşlardaki dönemlerinde konser için Hamburg'a giderler. Yanlarında John'un hayatta en sevdiği çocukluk arkadaşı Stu da vardır.

Hiç yeteneği olmadığı halde John, Stu'yu da eline bir bas gitar verip gruba dahil etmiştir, mükemmeliyetçi Paul'ü çileden çıkarma pahasına. Beatles, Hamburg'da duyulur. Grafik sanatçısı Klaus Voorman tesadüfen önünden geçtiği kulüpten dışarı gelen müziği duyunca merak edip içeri girer ve sahnedeki müzisyenler ve yabancısı olduğu ronk'n roll çok ilgisini çeker. Sonraki gün aralarında kız arkadaşı, geçtiğimiz mayıs ayında kaybettiğimiz fotoğraf sanatçısı Astrid Kircherr'in de olduğu arkadaşlarını kulübe getirir. Çok etkilenirler Liverpoollulardan. Astrid poz poz resimlerini çeker grup üyelerinin. Sık görüşmeye başlarlar. Bu arada Stu ile Astrid birbirlerine aşık olurlar. Stu, gruptan ayrılır, Astrid'in stüdyo evine yerleşir ve dikkat çekici resimler yapmaya başlar. Grup, Stu olmadan Liverpool'a döner. Kısa bir süre sonra bir haber gelir ki John, bir balyoz daha yemiş gibi olur: Stu, 1962 yılının 10 Nisan gününde beyin kanaması nedeniyle ölmüştür. Grup dağılmanın eşiğine gelir. Paul, artık sıkıldığını ve düzenli bir işinin olmasını istediğini belirterek bırakma kararında olduğunu söyler. John, grubun lideridir, lider olmanın ilk vasfını, doğru karar alma ve cesur olma edimini gösterir. "Ya hemen şimdi provaya gelirsin ya da ebediyen yollarımız ayrılır" çıkışını yapar. Paul, yarım saat içinde tıpı tıpış gelir... Sonrası malum... Beatles dönemi başlar! 1970'te o dönem kapanıp John, tek başına çalışmaya başlayınca, bas için Klaus Voorman'ı grubuna dahil eder.

Klaus, 70'lerde Beatles dağıldıktan sonra John ve Yoko tarafından kurulan Plastic Ono Band grubunda bas çalar. John ve George'un plak kayıtlarında da Klaus'u görürüz.

Ölümüne yakın, artık eskidiklerine dair laf-ı güzaf edenlere karşı çok şık bir yanıt verir, Oldies but Goldies - eskidirler ama değerlidirler.

Son albümü Milk and Honey, John öldükten dört yıl sonra, 1984 yılında piyasaya çıkar.

O'nu sevenler, özleyenler şimdi sabırsızlıkla bekliyorlar. Yoko'nun elinde John'un hiç yayınlanmamış on tane şarkısının kayıtları duruyor. Yoko, bu şarkıları yayınlayacağını ama dünyanın sanat ortamının buna hazır olduğu zamanda bunu yapacağını açıkladı. On beş yıl önce bu açıklamayı yapan Ono hâlâ o kayıtları ortaya çıkarmadı, yayınlamadı.

İki gün evvel medyada şunları okudum:

"Kısa bir süre müziğe ara verdikten sonra sahalara eşi Yoko ile dönen Lennon…

1969'da Yoko Ono ile evlenen John Lennon, yine aynı yıl The Beatles'tan ayrıldı.

Yaptığı protestolar, ilgi çekici ve belki ideal olarak tanımlanan normlara uymuyor olması bazılarının gözünde onu 'anarşist' yapmış olsa da…"

Halbuki John:

1975 – 1980 arasında yani beş yıl eline gitar almadı. Beş yıl kısa bir süre değildir.

1969 yılında Beatles'tan ayrılmadı. Bu fikrini grupla yapılan bir toplantıda söyledi ama Paul'ün ısrar ve ricalarını kırmadı, basına bu kararını bildirmedi. Let it be ve Abbey road albümleri çıktı. 1970 yılının mayıs ayında Paul, bir basın açıklaması yaparak Beatles'tan ayrıldığını açıkladı ve grup dağılmış oldu.

Şarkı sözlerinde Marx ve Mao isimlerine yer verdi. Anarşizmle ilgili bir sözü hiç olmadı anarşistlikle de suçlanmadı. Çünkü tavrı netti.

Yoko Ono ve John'dan olan oğlu Sean ile birlikte Gimme Some Truth adıyla John'un en iyi 36 şarkısının yeni mixlerinden ve çok kaliteli kayıtlarının yapıldığı bir albümü ve John & Yoko - Plastic Ono Band isimli kitabı John'un 80 yaş gününe armağan olarak piyasaya sürdüler.

Yazarın Diğer Yazıları

100 Sene 100 Nesne: Cumhuriyete Nesnelerin Gözünden Bakmak

100 Sene 100 Nesne mamulü ve Kültür Hane mütekabiliyeti denklik bağlamında birbirine yakışmış

Yapay zekâ ile sanat ve müzik

Yapay zekânın egemenliği, romantizmin sonu olacak ya da başka bir tür romantizm yaratacak. Fakat bu yeni romantizmin duygulanımı, organik zekânın yerini alabilecek mi?

Anımsanan hatıralar ve siyasi belleğin tahkimatı

Yazar Recep Tatar, gönüllerde cürmünden fazla yer kaplayacak bu kitabıyla şimdi bir kapı araladı...