Amy Winehouse: Her kötü olay bir blues şarkısı olmayı bekler
Muhteşem bir ses, benzersiz bir tarz ve söyleyiş. Soul, caz ve -bence- rock şahane bir kıvamda Amy’nin müziğinde hayat buldu...
Sanatta yüksek kalite, yetenek, emek-çalışma disiplini, yeni yaratı yeteneği, duygu yoğunluğu, virtüozite, sözlerde şiirsel güç arayan insanların, eğer 60’ları yaşamışlarsa, hiç istemedikleri hâlde beğeni çıtaları göklerde oluyor. Bu da 1980 sonrasından bugünlere müzik, şiir, tiyatro, resim eleştirisi de dâhil edebiyat alanında çoğunlukla radikal bir reddiyeci tavıra bürüyor insanı.
60’ların bu manada malul gazisi olarak ben de çok isterdim, kırk yılı bulan bu zaman diliminde yeni rock grupları, caz sanatçıları bize Beatles’ı, Pink Floyd’u, Grateful Dead’i, Led Zeppelin’i, Bob Dylan’ı, King Crimson’ı, Traffic’i, John Coltrane’i, Coleman Hawkins’i, Billie Holiday’i, Sarah Vaughan’ı, Robert Johnson’ı unuttursun. Ama olmadı. Benim için birçok düzlemde olduğu gibi 1980 yılı müzikte de perdenin kapandığı, yıldızların söndüğü, ay çocuklarının kaybolduğu ve bir daha da geri dönmedikleri zamanların meşum miladıdır.
Bu miladın başlamasıyla önce sahnelere tavus kuşu görünümlü rengârenk saçlı tipler çıkmaya başladı. Sonra sahnede bira içip Lama gibi tüküren, sürekli yukarıda saydığım ve sayamadığım sanatçıları taklit eden yetenek fukarası ama bol parıltılı ve DJ destekli kafileler gelip geçti. Şarkı söylemeye değil de sanki cinayet işlemeye giderken yolunu şaşırıp da oraya gelmiş tipleri gördük mikrofonların başında; davullarıyla, gitarlarıyla döğüşüyor gibiydiler.
MTV kanalında da hep bu türün versiyonları gösterilmeye başlandı ve bu on yıllarca devam etti. The Who grubunun üyesi ve tüm zamanların en iyi gitaristleri arasında gösterilen Pete Townshend, "MTV yasaklanmalı" bile dedi. Beatles’tan George Harrison, kısaca özetlediğim bu yılların ve MTV'nin müzikleri için "Çöplük müziği" ifadesini kullandı. George Harrison aynen şu sözlerle daha da ileri götürdü eleştirisini:
"Oasis ve U2 için çöplük müziği yapıyorlar!.."
Soul, blues, caz da benzeri perişanlıktaydı. Büyük isimler çıkmıyor, yeni akımlar yaratılamıyordu. Hayatın gerçekliği kafamıza vura vura "Kabul et artık, 60’ların şaşaası, görkemi bitti, bir daha da yaşanmayacak" mesajını veriyordu sürekli. Yenilerin vasatlığı, pırıltısızlığı hem tercih ve beğenilerin çıtasını üstlere taşıyamaz hâle geldi ve hem de arayış içindeki müzikseverler radikalleşmeye ve dinleyicilerde eskiye yönlenmeye vesile oldu.
Müzik eleştirmenleri de vasatı, eskinin ihtişamıyla bulamaçlayıp öne çıkarma gibi garip bir çaba içindeydiler. Mesela; Arvo Part için, "Günümüzün Mozart’ı" eğretilemesi yaptılar ki hakikaten eğri büğrü bir nitelemeydi bu. Ortalama klasik müzik dinleyicisi bilir ki Mozart ve eserleri, Requem hariç, neşe, coşku, hayatı tutkuyla sevme hissi uyandırır. Mozart’ın kendisi de öyle bir kişiliktir zaten. Ama Arvo Pat, minimalisttir ve eserleri ağır, melankoliye varan kaotik duygularla sarmalar dinleyeni.
Ortalama eleştirmenlerin çapı bu olunca, "Kılavuzu karga olanın…" sözünü hatırlayıp, müzik insanlarının neler dinlediğine, kimleri önemsediğine bakmak daha doğru göründü. Dünyanın en yetenekli serserisi Keith Richards (Rolling Stones’un kurucu üyesi, gitaristi, bestecisi) verdiği mülakatta bu minvalde sorulan bir soruya "Son yıllarda Amy adında bir kız var, o iyi, ama kendine çeki düzen vermesi lazım" cevabını verince "Amy Wınehose kimdir, nasıl müzik yapmıştır" sorusunun cevabını bulmak şart oldu. Yakından ilgilenince bu genç şarkıcının uçurumun kenarında dolaştığını anlamak uzun sürmedi. Zaten Kieth Richards’ın uyarısının sanatına dair olmadığı, kendisinin geçtiği yolların tehlikesine dikkat çekmek için yapması ayrı bir kıymet kazandı.
Ailede travma, müzikte başarı...
Nasihatten hoşlanmayan dik başlı Amy, bu ikaza da itibar etmedi. Bu arada müziği büyük başarılar kazanıyor, üst üste prestijli ödüller alıyordu.
Ama kendisi on yaşında iken annesinin bir başka kadınla ilişkisi olan babasıyla boşanmasının travmatik etkilerini hiç atlatamadı. Travmaların ardı arkası da kesilmedi. Ruhunu sakatlayan bu derin çizikler Amy’nin sanatında estetik bir boyutla dışa vurulmaya başladı. Tutunamıyordu ama sesine, müziğine yansıyan iç âleminin fırtınaları insanları derinlerden yakalıyordu. Tony Bennet’le, Rolling Stones’la başarılı düetler yaptı.
"Frank" ve "Back to Black" albümleri dinleyenlerde iptila yaratırken; Amy’nin müziği bir müptela topluluğu oluşturdu dünyanın apayrı coğrafyalarında. Altı saatte yaptığı Rehab, Back to Black, You know, I no good… Muhteşem bir ses, benzersiz bir tarz ve söyleyiş. Soul, caz ve -bence- rock şahane bir kıvamda bir şarkıda, daha doğrusu Amy’nin müziğinde hayat buldu. Kuytu koylarımın yorgun, umutsuz martıları aniden canlandı, kanatlandılar göklere doğru. Çok değişik, insanı şaşırtan bir orijinalite, canlı performanslardaki doğallığın etki gücü, kalitesi ile zor beğenenlerin de gözdesi oldu.
Müziğinde farklı akımların ergimesiyle yepyeni bir sound çıkardı Amy. Eklektik ve sentez değil; her sentez gizli bir eklektizmi bağrında barındırır ve bu da sanatta pek hoş sonuçlar vermez. Zaman zaman yamaymış hissi bile uyandırır. Fakat Amy’nin sanatında böylesi kompartımanlar yoktur. O yüzden "ergime" kavramını kullandım. Sesi ve tarzı da hüzünlü, kırılgan, hayata ve dünyaya sitemkârdı.
"Hüzün ki en çok yakışandır bize"
Amy çok gençti, çok yetenekliydi. Ama, "hükmen mağlup" olarak başlamış hayata. Dik başlılığı, kendi doğruları ile hayatını süreceği daha çocuk yaşlarında fark edilmiş taksi şoförü babası ve annesi tarafından. Musevi gelenekleri, aileye düşkünlük yanı sıra arkadaşlarına da sevgiyle bağlılık çocukluğundan vefatına kadar vazgeçilmezleri olmuş.
Caz ve blues hayatında çok özel bir anlam kazanmış her geçen gün. İlgiyle, merakla dinlemiş bu iki türü, sonra da söylemeye başlamış. Orada kendini anlatabileceğini görmüş üstelik, yapmış da bunu; benzersiz bir mükemmellikle hem de.
Hayat bize mutlu olmayı, sevinmeyi kısa süreyle lütfettiği ve arkasından da ağır üzüntüler yaşamayı kader kıldığı için Amy’yi keşfedip akabinde yaşadığımız sevinç de uzun sürmedi.
Keith Richards uyarısında çok haklı çıktı. Tedaviler, rehabilitasyon seansları kaçınılmaz sonu engelleyemedi. Hayatla başa çıkamadı. Anaforuna balıklama atladığı alkol, uyuşturucu eritti Amy’yi ve tanrı O’nu yanına aldı.
Aşağıdaki sözler Amy’ e ait.
Hayat kısa. Her şey olabilir. Bir köşede oturup 'eğer', 'ama' diye düşünmenin bir anlamı yok.
Her kötü olay bir blues şarkısı olmayı bekler.
Her gün âşık oluyorum. İnsanlara değil ama olaylara, durumlara...
Doğruları söylemeyeceksek konuşmanın hiçbir anlamı yok.
Yetenekli olduğumu biliyorum ama dünyaya şarkı söylemek için gelmedim. Bu dünyaya bir eş, bir anne, ailesini koruyan biri olmak için geldim. Yaptığım işi seviyorum ama bu iş burada bitmeyecek.
Başıma gelen olaylarla ilgili şarkılar yazıyorum. Yazdıktan sonra da kendimi daha iyi hissediyorum.
Günümüzde yapılan şarkıları dinleyince sinirleniyorum.
Benim yaşımdaki insanlar genelllikle gelecek 5-10 yıl içinde neler yapacaklarını düşünüyorlar. Onlar bu işi düşünürken ben içki içiyorum.
Kadınlar da erkekler gibi kendi aralarında konuşur ama bir farkla! Kadınlar daha çok detaylarla ilgilenir.
Uzun bir intihar sürecine rağmen düzelir, toparlanır diyorduk hep, hem temennimiz, hem de beklentimiz buydu. Üstelik Belgrad konserinde yaşananlar, ardından İstanbul’a gelip de konseri verecek mecali kalmadığından Londra’ya dönmesine rağmen.
İnançlarımızın, yıkılanlar hanesine eklendi Amy ve gitti. Serap mıydı yoksa diye düşüncelere saldı sevenlerini.
Düğünlerdeki aşırı alkol tüketimi ve sefahat ortamı düğün çalgıcılarının ruhsal ve bedensel olarak hızla yıpranmalarına, ciddi sağlık sorunları yaşamalarına neden olur...