Seçim sonrası Cumhurbaşkanı’ndan gelen “Türkiye İttifakı” sözü bazı çevrelerde nicedir sürüp giden anlamsız gerilimin durulması yolunda bir işaret olarak algılandı. Daha doğrusu, bir işaret olma “ihtimali” ele alındı. Bu gerilim yorucu ve bezdirici çünkü. Ama seçimden bu yana vuku bulan olaylar, özellikle de iktidar çevresinin inisiyatifiyle olanlar böyle bir “ihtimal”in varlığını pekiştirmiyor. Tam tersine, gerilimi yeni yükseltilere taşıyor. Zaten son günlerde, “Türkiye İttifakı” sözünden iyimser anlamlar çıkarmaya çalışmayın, diyen uyarı yazıları yayımlanmaya başladı.
İktidar cephesine baktığımda, üzerinde anlaşılmış bir strateji olduğu izlenimini edinmiyorum.
Seçim sonuçları iktidarın yüzünü güldürmedi. Her seçimden sonra, seçime katılmış taraflardan her biri, kendisi için olumlu birtakım sonuçlar çıkarır ve bunları yüksek sesle sayar. Kendisi için parlak olmayan sonuçları görse de, bunları yüksek sesle tartışmaktan kaçınır. Gene böyle bir şey oluyor. Cumhur İttifakı yüzde 52 oy almış. Yarıdan fazla! Bu, doğal olarak “Biz kazandık” dedirtecek bir oran ve onlar da bunu söylüyorlar. Ama büyük kentlerdeki oy kayması iktidar açısından çok kötü haber. Bunlar, nüfusun önemli bir kesiminin oturduğu yerler. Örneğin, İmamoğlu’nun İstanbul’da aldığı oyların, ona karşı bağırıp çağırmakta olan MHP’nin bütün Türkiye’de aldığı oyların üstünde olması ilginç bir olgu. Belediyeleri muhalefetin eline geçen büyük kent ve bölgeler Türkiye ekonomisinin ciddi bir kısmının oluştuğu yerler.
İktidar bu olguları yüksek sesle konuşmasa da, bunlardan habersiz değil. Konuşmuyor, ama eylem halinde. Kılıçdaroğlu’na saldırı bu olgulardan kopuk değil, İstanbul üstüne dönen dolaplar elbette bunlardan kopuk değil.
Ama ne yapılması gerektiği konusunda “üzerinde anlaşılmış bir strateji” olmadığı söyleniyor ki, bu doğru bir teşhis olabilir. İktidar bir yandan yeni bitmiş seçimin kendisi için parlak olmayan sonuçlarına, bir yandan da henüz tam başlamamış ekonomik kriz alametlerine bakıyor. Ayrıca, “iktidar” derken, ne demek istiyoruz? İktidar partisi kendisi iktidarsız ve bundan rahatsız olan pek çok kişi var. Davutoğlu’nun çıkışı ilginç gelişmelerin ilk adımı olabilir. Yani, kısacası, “iktidar” (onu nasıl tanımlayacaksak), şu koşullarda, sırtını sağlam yere dayamış değil—ve zaten şimdiye kadarki tavrı, üslubu, uygulamasıyla, “sağlam yer” bırakmış da değil. Tayyip Erdoğan’ın siyaset felsefesi içeride yolunda gitmeyen her şeyi (ki bunların çoğunu kendisi yaratıyor) dışarıdaki düşmanların komplolarına bağlamak şeklinde tecelli ediyor. Ama bunun inandırıcılığının da sınırları olmalı. Öte yandan, komplo iddiaları “absürd” olmakla birlikte, Erdoğan iktidarını muhabbetle izleyen fazla memleket kaldığı da herhalde söylenemez.
Bu koşullarda iktidar (yani Tayyip Erdoğan) ne yapabilir? Tayyip Erdoğan, şimdiye kadar yaptıklarıyla, yani Gezi direnişiyle başlayan tavırlarıyla, bundan böyle ne yapamayacağını da belirlemiş oldu. AKP’nin yeni iktidar olduğu yıllarda yürüttüğü politika, içinde demokratik kültür barındıran herhangi bir politika Erdoğan için bir “alternatif” olmaktan çıktı. Zaten “Türkiye İttifakı” diye çok aydınlık olmayan bir şey telaffuz ettikten sonra, sözgelişi Kılıçdaroğlu’na saldırı gibi bir olay üstüne söyledikleriyle bunun nasıl bir “ittifak” olacağını da gösterdi. “Türkiye” dediği aslında Tayyip Erdoğan; “ittifak ise başka herkesin ona gelip “Hizmetindeyim, Reis” demesi.
İstanbul seçim sonuçları üstüne bu mızıkçılık politikasının bir “Tayyip Erdoğan buluşu” olduğu kanısında değilim, ama öyle olup olmaması da zaten çok önemli değil. İktidar çevresinin, kendini içinde bulduğu elverişsiz koşullara karşı mümkün olan politikalardan biri bu. “Reis” de bunu onaylayacak veya onaylamayacak. Olağanın dışında, “yukarıdan aşağıya” değil de “aşağıdan yukarıya” bir süreç olduğunu sanıyorum. Tabii buna ne kadar “aşağıdan” deneceği de tartışılır.
Ancak şimdi masanın üstüne konmuş olan bu politikada karar kılınır ve Yüksek Seçim Kurulu’na da “seçim yenileme” kararı verdirtilirse, Türkiye bu sefer bir “referandum”a gidilmeksizin, “de facto” bir rejim değişikliğine uğrayabilir. Böyle bir karardan sonra ülkede herhangi birinin Yüksek Seçim Kurulu’na güveni kalmayacaktır. Zaten sabıkaları kabarmış olan bu “Kurul” iktidar çevresinin aletlerinden biri olarak görülecektir. Yüksek Seçim Kurulu’na güven kalmaması demek, seçimin kendisine güven kalmaması anlamına gelir. Böylece AKP şimdiye kadar yaptığı (çoğu gayr-ı meşru) işlerde kendisine en önemli meşruiyeti sağlayan seçim kurumunu kendi eliyle berhava etmiş olacaktır.
“Seçimi yenileme” kararını çıkartabiliyorsa, iktidar çevresi, yenilenecek o seçimi kazanmak zorundadır. Seçim yenilendi, bu sefer İmamoğlu yüz bin oy farkla kazandı. Böyle bir gelişme tasavvur edebiliyor musunuz? Bunu tersine bir sonuç almanın garanti altına alınması gerekiyor. Bu nasıl olur? Herhalde gerçekten özgür bir seçim ortamıyla olmaz.
Atılacak her adımın sonuçları var. Her adım, yeni adımların bazılarının kapısını açarken bazılarının da kapısını kapatır. Bugüne kadarki gidişle AKP’nin MHP dışında biriyle “ittifak” kurması mümkün görünmüyor. İktidar çevresinin yüzünü demokrasiye dönmesi mümkün görünmüyor. İktidar çevresi “gerilim yükseltmek” dışında bir politika görmüyor.
“Kaybettim” deme yeteneğine de sahip değil sanki.