Cumhurbaşkanı seçimi kazanması durumunda neler yapacağını içeren seçim “manifestosu”nu ilan etti. Sıralanan maddelerden anlaşıldığına göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan AKP iktidarından sıkılmış. Çünkü on altı yıllık AKP iktidarının yapamadığı birçok şeyi, kendisinin seçilirse yapacağını söylüyor. Örneğin, cari açığın kapanacağını söylüyor; bu açığın iyice açılmasında AKP iktidarının da parmağı vardır herhalde, ne dersiniz?
Ama belli ki Erdoğan en fazla AKP iktidarının özgürlüğü kısıtlayan uygulamalarından sıkılmış, çünkü “içimizden biri özgür değilse, hiçbirimiz özgür değiliz” anlamında sözler söylüyor.
“Acaba alay mı ediyor?” diye düşünmeden edemiyor insan. O bunları söyler söylemez muhalefet sesi çıkaran herkes, hep birden, “On altı yıldır ne yapıyordun?” diye bağırdı. Tayyip Erdoğan bunun böyle olacağını düşünmemiş ve tahmin etmemiş olabilir mi? Öyle olabileceğine pek ihtimal veremiyorum.
Bu maddeler arasında (“vaad” mi demeli?) Avrupa Birliği de geçiyor. Tayyip Erdoğan bu hedefin hiçbir zaman değişmediğini söylüyor. Oysa şimdiye kadar epey bir süredir Avrupa ne zaman herhangi bir biçimde söz konusu olsa Cumhurbaşkanı söylenmedik olumsuz bırakmıyordu. Ayrıca, Avrupa Birliği üyesi olmak, sadece olmak isteyenin belleğinde tuttuğu bir şeyle gerçekleşmiyor; belirli bir siyasi, hukuki davranış biçimi gerektiriyor. Tayyip Erdoğan yönetiminde Türkiye şöyle böyle dört beş yıldır bu davranış biçimini rafa kaldırdı. AB’den gelen uyarılar karşında tınmadı. Hakaretamiz bir dille AB’yi suçlamaya devam etti. Üyelik hedefini gerçekleştirmek için yapılması gereken hiçbir şeyi yapmadı.
Ama bunlara değinmiyor; Avrupa Birliği’ndekilerin anlayışsızlığı gibi bir şeyler söyleniyor. Yani bir yanda yapılması gerekenleri yapan bir Türkiye ve öbür yanda yerinden yekinmeyen bir Avrupa var. Bize sunulan manzara bu.
Bu böyle olunca, ötekiler bize ne anlatıyor, buna da farklı bir gözle bakmak gerekebileceğini düşünüyorum. Örneğin, “tek tip genç yetiştirmek” gibi bir şey olmayacakmış. Vaatlerden biri bu. Önümüzde cereyan eden manzaraya baktığımızda, her şeyin her şeyin tek tip genç yetiştirmek üzere yapıldığı sonucuna varmamak mümkün değil. İmam –Hatipler, daha ileri eğitim vermeye çalışan kurumlar üzerindeki baskılar, yükseköğretimde uygulamalar hepsi bunu gösteriyor. Ama bunun adı “tek tip genç yetiştirmemek” oluyor.
“Dış politikada yapıcı olmak!” Bildiğimiz mantık içinde düşünenler diyor ki, “Cumhurbaşkanı seçilince ‘yapıcı’ olacaksa, bu şimdiye kadar ‘yapıcı’ olmadığının itirafı değil mi?” Ama Tayyip Erdoğan’ın yerleştirmeye çalıştığı mantığa göre, böyle olmayabilir. Ona göre herhalde kendisi dış politikada her zaman yapıcıydı. Şimdi daha da yapıcı olacak.
Korkarım “özgürlük” konusu da öyle. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, “millet”iyle et ve tırnak gibi sımsıkı bağlı olduğuna göre, onun düşündüğü ve yaptığıyla milletin düşünceleri birbirinden ayrılmaz. Birimizin özgür olmaması, hiçbirimizin özgür olmadığını gösteriyor; Tayyip Erdoğan’ın özgür olması ve aklından geçenleri özgürce yerine getirmesi de hepimizin özgürlüğünü gösterecek. Bizler bu “özgürlük” lafından “Altan kardeşlerin, Nazlı Ilıcak’ın hapis cezalarını, Şahin Alpay’ın Ali Bulaç’ın, Osman Kavala’nın, Mümtaz’er Türköne’nin, Ahmet Turhan Alkan’ın Selahattin Demirtaş’ın ve daha binlerce insanın davalarını anlıyoruz. Her zamanki gibi yanlış anlıyoruz. O saydıklarımın hapiste olmaları memlekette bir özgürlük eksikliğinin işareti değil. OHAL altında seçime gitmek de bir özgürlük kısıtlaması değil. Tam tersine bunlar, Türkiye’de işlerin yolunda gittiğini gösteriyor. Erdoğan, “bize özgürlük” demek istiyor.
Dünya tarihinde örnekleri olan özgürlüklerden: Alman milletinin Hitler’le, Sovyet toplumlarının Stalin’le tattığı özgürlükler bunların başında gelir. Ama onlar kadar bütünsel olmayan bir dolu özgürlük yaşandı dünyada. Erdoğan da ahd etti, bunlardan birine hazırlanıyor. Eh, yeni tutuklamalara, namütenahi OHAL’lere hazır olalım, önümüz özgürlük.