Televizyona baktığım ender dakikalardan birine denk düştü. Birdenbire, ekranda adının "hilti" olduğunu bu münasebetle yeni öğrendiğim makinalarla "tarihi" olduğu besbelli bir duvara saldırdıklarını gördüm. Ben dehşet içinde görüntüye bakarken haberi veren ses de burasının Galata Kulesi olduğunu söylüyordu.
Başka şeyler de ekliyordu. Turizm Bakanlığı böyle bir şey olduğunu reddetmiş, yıkılan yerin tarihi bir parça olmadığını söylemiş vb. Herhalde ortada henüz görüntü yokken, "Böyle bir iş oluyor" haberini alır almaz, "Hayır, olmuyor" deme gereğini duydular, diye düşündüm. Çünkü görüntü yeterince açık, olay olmakta!
Böyle bir şeyin olabileceğine ihtimal vermek çok güç olduğu için gözümle gördüğüm manzaraya akla uygun bir açıklama bulmaya çalıştım. Kulenin tarihte birçok onarımdan geçtiğini biliyorum. En son altmışların başında, Haşim İşcan'ın Belediye Başkanlığı'nda ciddi bir şekilde restore edilip turizme açılmasını kendi hayat süremden biliyorum. Açıldıktan kısa süre sonra, Nina Urgan'la, neye benzediğini görmeye gittiğimizi de hatırlıyorum. Ama çok daha eski onarımlar da var. Birkaç kere yangın atlatıyor. Bu onarımlarda içine yeni duvarlar v.b. eklendiğini okumuşluğum var ama görmüşlüğüm yok. Çünkü İşcan onarımından sonra en üst katlarına giderdik, asansörle, daha alt katları görmezdik. Bir keresinde, dar bir merdivenden inerek binadan çıkmıştık diye hayal meyal hatırlıyorum.
Görüntü binanın içinden... Sonradan eklenmiş duvarlardan birini yıkıyor olabilirler... İyi ama, "öyleyse sorun yok" mu diyeceğiz?
Tarihi binada kullandıkları o makinanın yarattığı sarsıntı, bu sarsıntının makinanın girip çıkmadığı yerlere de vereceği zarar gibi çeşitli etmenler var. Bir koşu gelip Galata Kulesi'ni İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin elinden aldılar, Bakanlığa verdiler. Bakanlık da -anlaşılan- "Şuraları yıkın" deyip bir şirkete verdi. Böylece bu manzara ile karşılaştık. Şirket, besbelli, işinin ehli! Bir tarihi binaya nasıl yaklaşmak gerektiğini biliyor!
Bu "firma"ların ne gibi "ilke"lere göre seçildiğini biliyoruz. "Liyakat/sadakat" ikilisinin ağzımızdan düşmediği, düşemediği bir çağ yaşıyoruz. Bir yandan da, hayli uzamış iktidarın verdiği güven midir, her neyse, liyakatsizliğin liyakatsizliğini saklama gereğini duymaz hale geldiği bir çağ.
Görüntüde gördüğümüz iki adam işçi. Onların duvara saldırışlarındaki iştahı sorun etmek gerekmez, diye düşünebiliriz. Ama bence toplumun genel ideolojisinin bu gibi işlerde bir payı vardır. Bu adamların Paris'teki, Londra'daki benzerlerinin eline o aleti verip Louvre'un bir parçasını ya daTower of London'ın bir parçasını yıkıvermesini söyleseler, yaparlar mı o işi, sormadan, etmeden?
Sonuçta sembolik bir durum; bu günlerin tarzının bir skeçi gibi. Başkasının elinden al, sakın düşmana bırakma! Sonra, eline geçirdiğin şeye böyle muamele et.
Bu, tarihle ilişkimizi dramatize eden bir skeçti. Bugünlerde doğayla ilişkimizi sergileyen skeçler, görüntüler de sıklaştı. Altın madeni çıkarmak için doğanın bağrında açılan delikler, HES etkinlikleri, yerel halkın tepkileri, hemen "olay yeri"ne çağırılan polis, jandarma, nasıl bir ülke oma yoluna girdiğimizi anlatıyor.