Popülizm Çağı’nın karşımıza çıkardığı “yeni tip” önderlerin başında Trump geliyor. Bu, Trump’ın kendi büyüklüğünden çok başında bulunduğu Amerika Birleşik Devletleri’nin dünya üzerinde ve her düzeyde kapladığı muazzam yerden ötürü böyle. Trump’ın önemli bir özelliği de, önceden kestirilemeyen davranışlarda bulunması. Bu aslında sözünü ettiğim Popülizm Çağı’nın bütün siyasi önderlerinin paylaştığı bir özellik; dereceler biraz farklılık gösterse de, sonuç olarak hepsi böyle davranıyor; bu da anlaşılır bir şey çünkü hepsi belirli bakımlardan “müesses nizam”a karşı gelen kişiler. Kurumların alışageldik yapılar içinde işlediği yapılarda yöneticiler de şaşırtıcı çıkışlar yapmaz, beklenmedik kavisler çizmezler. Ama bu “yeni yöneticiler” hepsi, o kurumların işleyişine muhalefet ederek ve çok zaman bunu değiştirecekleri vaadiyle bulundukları yere gelmiş kimseler. Genel olarak dünyada “olmakta olan” şey de, kurumlar, gelenekler, teamüller dünyasından kişisel iradeler dünyasına geçişimiz.
Şimdi Trump, Suriye bağlamında ne yaptı? Sanırım kimsenin bu soruya verecek esaslı bir cevabı yoktur. Trump’ın bir cevabı olacağı da şüphelidir. O, cevaba benzer bir şey mırıldandı: “Bizim orada olmamızın nedeni IŞİD’ti; IŞİD de yenildi, artık yok” dedi. Amerika’nın herhangi bir yerde olmasının böyle tek bir hedefle sınırlı bir açıklamasının olması başlı başına çok inandırıcı değil. Ayrıca, IŞİD’in yenildiği ve ortadan kalktığı ne kadar doğru? O da çok inandırıcı değil ve nitekim şimdi IŞİD kalıntılarının bu yeni durumdan cesaret bularak toparlanmaya çalışacağını söyleyenler var.
IŞİD gibi bir sorunun, Amerika’nın bölgedeki askeri varlığıyla çözüleceği fikrinde değilim. Bu gibi sorunların hiçbirinin böyle yöntemlerle giderileceğine inanmadım. Bu başka hikâye. Ama Trump gibi adamların kafası böyle çalışır; ne oldu da Trump iki gün içinde IŞİD’in tehlike olmaktan çıktığına inandı, bunu anlamak zor.
Şu sırada, terazideki ağırlıkların yer değiştirmesine yol açabilecek hamle Türkiye’den gelmişti; “Fırat’ın doğusuna” müdahale! Erdoğan da bu sorun üstüne Trump’la konuşmuş, olumlu cevap aldığını belirtmişti.
Trump’ın ABD askerlerini Suriye’den çekme kararının yanında Türkiye’ye silah satışı v.b. kararlar da gündeme girdi. Bunlar da Trump’ın bu yeni siyasetinde belirleyici olayın Türkiye olduğunu gösteriyor gibi. Onun bu yolu seçmesiyle açılan evrede her şeyden önce Türkiye’nin eli serbest kalıyor. Bunun otomatik sonucu da genel durumun Kürtler aleyhine değiştiği. Orta Doğu tarihinde çok da beklenmedik bir şey değil.
Trump’ın kararı öncelikle Türkiye’nin önünü açıyor, Türkiye’yi ilgilendiriyor ve bugüne kadarki gelişmeler çerçevesinde Türkiye için bir kazanım olarak ortaya çıkıyor. Ama tabii Orta Doğu’dan söz ettiğimizde burada “ilgili” sayısı oldukça kalabalık. En başta, “ev sahibi.” Esad açısından bu karar ve uygulama ne anlama gelir?
Görebildiğim kadarıyla Esad’ın bundan memnun kalmasını beklemeliyiz. O zaman, Rusya ve İran açısından da olumlu karşılanır. Öte yandan, Amerika’nın yakın dostları, Suudi Arabistan ile İsrail’e o kadar sevimli görünmeyebilir.
Ne karışık yer Orta Doğu! Suudi Arabistan deyince Türkiye ile ABD arasındaki ilişki de bir ölçüde başkalaşıyor çünkü Kaşıkçı olayına verilen tepkilerde Trump’ın tutumuyla Erdoğan’ınki örtüşmüyor.
Trump bu kararını açıklayıncaya kadar Tayyip Erdoğan’ın “Fırat’ın doğusu” konusunda aldığı tavır ABD’li sözcülerin birtakım endişelerini dile getirmelerine yol açıyordu. Bu durum, Trump’ın bu kararının yalnız uluslararası siyasette değil, ABD içinde ne anlama geldiği sorusunu da akla getiriyor. O “sözcüler” anladığım kadarıyla Pentagon’un görüşleri ve kararları doğrultusunda konuşuyordu; IŞİD’e karşı Kürt ittifakıyla savaşmak Pentagon’un seçtiği yoldu. Öyleyse, Trump şimdi Pentagon’un onaylamadığı bir siyasete doğru mu dümen kıvırdı?
Ama Trump için “dümen kıvırdı” demek ne kadar yerinde? Yarın, bu sefer ters yönde adım atmayacağının garantisi var mı? Türkiye ile ilişkilerinde de, bir yıldan kısa bir süre içinde, bir yığın zikzak çizmedi mi?
Ve tabii, Amerika’nın asker çekmesi, Astana üçlüsünün Suriye’de daha güçlü bir hegemonya kurmalarına da yol açabilir. Bu, üçlü arasındaki ilişkileri güçlendirir mi, zayıflatır mı?
“Göreceğiz” diyeceğim ama, Orta Doğu’da bir şey görünemiyor da. Siz görene kadar, gördüğünüz şeyin uzun boylu değeri kalmamış oluyor, çünkü güç dengeleri değişiyor, genel manzara değişiyor.
Bu kadar çok ve sık değişmesine rağmen, sonuçta, uzun vadede, Orta Doğu hep aynı Orta Doğu. Gücü, gücü yetene itiş kakış buranın değişmez kuralı.