Darbe girişimi oldu. Başarısızlığa uğradı ve girişim fiyaskoyla sonuçlandı. 15 Temmuz'da ne oldu, nasıl oldu, bütün anlatılanlara "işte böyle" diye önümüze konanlara rağmen, ne olduğunun yarısından fazlası meçhulümüz, bence. Bir gün gelir de öğrenir miyiz, o da meçhul.
Gelgelelim, olup bittikten sonra ne olduğunu görüyoruz. Binlerce kişi işten atılıyor, binlerce kişi hapse atılıyor; Tayyip Erdoğan'ın talep ettiği başkanlık sisteminde olması hayal edilemeyecek şeyler şimdi, bu ortamda, olabiliyor.
Zaten Tayyip Erdoğan kendisi, girişimin hemen ertesinde, "Bu Allah'ın bir lütfudur" demişti.
Şimdi, bu manzarayı görenler, "Yahu, bu işin içinde başka bir olmasın!" diyorlar.
Derken, çünkü bu memlekette "siyaset" denince bundan "komplo" anlaşılır. Vardır böyle toplumlar; örneğin, komşumuz ve birçok bakımından "ruh ikizi"miz Yunanistan. Orada da siyaset bir dizi komplo demektir.
Bu, son analizde toplumu bir özne (daha doğrusu, karmaşık bir "özneler yumağı") olarak görmemek, kabul etmemek demektir. Ama tarih boyunca toplumun kendi hayatı üzerinde bir belirleme gücü olduğunu gözlemleyememiş toplumlarda, anlaşılır bir düşünme tarzıdır.
Siyaset adamları, siyasî örgütler, siyasî kurumlar "komplo yapmaz" değil; hepsi de, hem harıl harıl komplo yaparlar. Yapmazlar diye değil, hiçbir zaman yeterince etkili bir komplo olamayacağı için, siyasî olayları komployla açıklamayı aklımdan geçirmem. Anlatılan komplo teorilerine de inanmam. Dolayısıyla "15 Temmuz komplosu"na inanmadım.
Derken, geçen gün, Abdülkadir Selvi'nin yazısı yayımlandı. Selvi de bu "biliyorlardı" iddiasıyla uğraşıyor ve "bilmediklerini" kanıtlamaya çalışıyor. Çalışırken, "Biliyor olsa, eniştesinden haber alır mı?" diye soruyor.
Şimdi, el insaf, bunu söyleyen Tayyip Erdoğan. Birilerinin "biliyordu" dediği de o. Bırakın da enişte ya da neyse, olayın tarafı olmayan bir "tanık" söylesin- öyle bir olabilirse!
Abdülkadir Selvi, Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın Ankara AKP İl Başkanı ile telefonda sık sık konuşarak teşkilâtın nasıl direnmeye yönlendirildiğini anlatıyor. Bu ilginç.
15 Temmuz'un bir komplo olduğunu düşünmüyorum. Peki, hepimizin bildiği tarihe sahip ve hepimizin bildiği koşullarda yaşayan Türkiye'de, AKP iktidarının, "Burada bir darbe girişimi olur mu?" sorusunu hiç aklına getirmeden varolacağına ihtimal veriyor muyuz?
Olmaz böyle bir şey.
İkinci soru: Bu hayatî şüpheyi taşıyan koskoca iktidar yapısı neler olduğuna dair hiçbir istihbarat edinmemiş miydi? Bu mümkün olabilir mi? Bu da bana çok zor görünüyor.
Yani, varmak istediğim nokta: İktidar, büyük bir ihtimalle, "15 Temmuz akşamı şöyle şöyle bir girişim olacak" bilgisine sahip değildi. Ama darbe ihtimaline karşı da teyakkuzdaydı. Kendisi ağustos tasfiyesine hazırlanırken, tasfiye olunacakların da bir hamlede bulunması ihtimalini herhalde düşünmüştü. Benim tahminim bu merkezde.
Akşam geç vakit Tayyip Erdoğan'ı televizyonda gördük. Halkı sokağa çıkmaya çağırdığını işittik.
Olaydan sonra yazdığım ilk yazıda bunun doğru olduğunu söylemiştim. Bugün de aynı kanıdayım. Halk oyuyla iktidara gelmiş bir parti, bir siyasî hareket böyle bir tehdit karşısında halkı sokağa çağırır. Bunun riski elbette vardır (ve sonuçlar ortada); ama risk almadan demokrasi pek olamıyor.
Yalnız, girişimden sonra anlatılanlardan, Cumhurbaşkanı bu çağrıyı yapmadan önce de sokağa çıkanlar olduğunu, mevziî bazı direnişlerin başladığını öğrendik. Öte yandan Abdülkadir Selvi'nin anlattıkları da - kanıtlamaya çalıştığı tezin tersine- bunu pek o kadar "spontane" bir hareket olmadığını düşündürüyor.
Yani, bundan çıkardığım tahmin de şöyle bir şey: Böyle bir ihtimal hep söz konusuydu ve dolayısıyla (bunun talimi yapılmasa da) ihtimal yürürlüğe girdiğinde neler yapılması gerektiği konusunda bir şeyler konuşulmuş, düşünülmüştü. Böyle olduğunu bilmiyorum ama tahmin ediyorum ve aynı zamanda bunun hem normal, hem de gerekli olduğunu düşünüyorum.
Bunlar bir yana, girişilen hareketin bir hayli zayıf, örgütlenmenin bir hayli yalapşap olduğu kanısındayım. Görüldüğü kadar çocukça olmayabilir. İşlemediği için, olaydan sonra büsbütün saçma görünen bazı davranışların bir başka mantığı olabilir. Gene de cılız, acemi işi bir girişim. Onun için de, başından beri, başladığı anda başarısız olduğunu düşündürüyor düşünüyor ve savunuyorum. 12 Mart veya 12 Eylül gibi, bildik terimle "emir-komuta zinciri içinde" bir darbe "sokağa çıkarsak önlemesi zor" değil, "sokağa çıkması imkânsız" bir ortam yaratabilir.
Bu başka bir düzeye özgü, "yapısal", stratejik analiz gerektiren bir konu. Girişimin başlarken başarısız olması, bundan hiçbir haberi olmadan kendini sokağa atanların cesaretini herhangi bir biçimde değiştirmiyor. Bu da, kendi çapında, bir "makus tarihin tersine çevrilmesi" olayı sayılabilir. "Tepkisiz" olduğunu söyleyip durduğumuz bu toplumu, koşullar evrildiğinde, pekâlâ tepki gösterebildiğini kanıtlayan bir olay bu. Onun için de çok önemli, çok da olumlu.
Dedikten sonra, işin "lütuf" diye nitelenen yanına bakabiliriz. Yarım yamalak görülen, "görülen"den öte, yarım yamalak olan demokrasiyi, Türkiye demokrasisini takviye eden, ayağını daha sağlam basmasına yardımcı olan bu olay, anti-demokratik, hukuk devletini çiğneyen uygulamaların yolunu açmasaydı. "Darbecileri" yakalıyoruz derken Aslı Erdoğanlara, Necmiye Alpaylara bildik listedeki bütün o insanlara uzanan, demokrasiyle bağdaştırılması imkânsız baskıların yolunu açmasaydı. Baskıların değil, özgür tartışma ve uzlaşma, karşılıklı anlayışın yolunu açsaydı. Ama "o irade" değil, "bu irade" egemen.