Normal ahvalde yazılarımın birini Cuma günü yazıyorum. Bu hafta öyle yapamadım, çünkü tuhaf bir şekilde Cumhuriyet gazetesinin duruşmasına kilitlenmiştim. “Tuhaf” dememin nedenini açıklamak kolay değil. Açıklamaya çalışırken yanlış anlaşılmak da mümkün.
Her normal insan gibi ben de elbette bu tutukluluk durumunun sona ermesini istiyorum ve bekliyorum. Ancak bir önseziyle, “tahliye” kararı çıkacak olursa, buna çok fazla sevinemeyeceğimin farkındayım. Ne demek yani, nasıl “sevinmemek” ya da “az sevinmek”? Kısaca şu, ilk adımda: Tamam, tahliye oldular, iyi oldu. Ama Ahmet, Mehmet, Nazlı müebbete mahkûm. Ama Şahin, Ali, Mümtazer, Alkan ve daha niceleri hâlâ hapisteler. Ne zamana kadar, belli değil. Ama örneğin Şahin hakkında Anayasa Mahkemesi kararı var. Buna rağmen içeride. Ama Osman Kavala akıl almaz, fikir ermez gerekçelerle hapiste, tutuklu. Niye? Ne zamana kadar. Ayrıca, yığınla insan hapiste, yığınla insan işsiz ve açlığa mahkûm edilmiş.
Bunlar, sevinemememin “ilk adımda” dediğim nedenleri. Bunlar, “sevinme” duygusunu eteğinden yakalıyor ve havalanmasına engel oluyorlar. Ama sorun bundan ibaret değil.
Gecenin bir saatinde Murat Sabuncu ile Ahmet Şık’ın tahliye edileceğini haber aldık. İşte, biraz sevinecek bir olay, bir durum.
Ama, haberi alır almaz aklıma gelen düşünce, “Bu insanlar niçin bu kadar gündür özgürlüğünden yoksun, hapisteydiler? Bir gün bile hapiste tutulmalarının hak verilir bir gerekçesi var mıydı?”
Sevdiğin bir insan vardır, yanlış bir şey yapmıştır, bir suç işlemiştir, onun için tutukludur, mahkemesi vardır, falan filan. O arkadaşını serbest bırakırlarsa, bıraktıklarında sevinirsin.
Burada öyle bir durum yok ki! Tahliye edilmiş olmalarına sevinmek onlara hakaret gibi geliyor bazen bana. Öyle değil elbette; ama elinde değil insanın. Hani “bütün kalbiyle” diye bir deyim vardır. Bu koşullarda “kalb”in çok yeri hâlâ işgal altında.
Aslında ilk de değil bu tuhaf duyguyu yaşamam. Şu kıyamet kopardıkları Büyükada olayı, bütün o söylenenler, iftiralar, bütün o temelsiz iddialar buharlaşıp gittiği ve arkadaşlarımın serbest kaldığı zaman da, içimde sevinçten çok burukluk hissetmiştim.
Zaten bu özgül olayda da tam sevinemeyelim diye, iki kişiyi içeride tutmayı başardı mahkeme.
Dolayısıyla “hukuk çiğnendi”, “yasama çöktü” gibi terimleri kullanasım gelmiyor. Bunların hepsi oldu, olmaya devam ediyor. İktidarın olağan uygulaması zaten Kuvvetler Ayrılığı’nı ortadan kaldırıp yargıyı yürütmenin iradesine bağlamak, böylece iktidarın sevmediklerine ceza yağdıracak bağımlı bir memuriyet haline getirmek olunca, “hukuk çiğnendi” diye sızlanmak da komik oluyor.
“Hukuk”un değil de “sevinme duygusu”nun iptal edilmiş olması bana çok daha ciddi bir “tahribat” örneği olarak görünüyor.