Bütün bu "oylama"lardan sonra, oylamanın orasında ya da burasında yer almış taraflar, sonuçlar arasından kendi lehlerine yorumlayacak bir şeyler bulup çıkarırlar. Şu anda bu olmakta.
Bu referandum, başından beri, "sistem"le filan ilgili değildi. Doğrudan doğruya Tayyip Erdoğan'la ilgiliydi. "Evet" oyu ona "evet devam et" deme anlamına geliyordu; "hayır" da bunun tersi. Sonuç olarak toplum Tayyip Erdoğan'a "evet" dedi.
"Hayır" diyenlerden biri olarak ben "referandum-öncesi-son-yazım"da Erdoğan'ın tarihî-sosyolojik gerilemesinin bu referandumdaki "evet"ler ve "hayır"lardan bağımsız olarak başladığını düşündüğümü söylemiştim. Referandumda Erdoğan'ın küçük bir farkla kazanacağını tahmin ediyordum. Arkadaşlarla giriştiğimiz "toto"da 52-48 demiştim. Pek tutturamam böyle tahminleri; bu sefer tutturdum.
Sonuç bunun tersi çıkmış olsa, yani % 52 "Hayır", % 48 "evet" olsa (tabii şu şimdiki durumdan iyi olacaktı ama) çok sevinemeyecektim. Çünkü Tayyip Erdoğan bu referandum kendisine bu yetkileri resmen vermeden önce eline geçecek yetkileri nasıl kullanacağını yeterince göstermişti. Onun bu performansını seyrettikten sonra % 52 değil, % 40 oranında da "evet" oyu vermek, bence, demokrasi sınavında çakmak anlamına gelir. Bu, şüphesiz "üzücü"; ama Türkiye'yi az çok tanıyınca, "şaşırtıcı" değil. Türkiye toplumunun bir "demokratik siyasî kültür" inşa etmesine daha çok var.
Dedikten sonra, büyük kentlerdeki durumun bu kültürü inşa etmekte geriye doğru değil, ileriye doğru bir gidiş olduğunu gözlemlemek gerekiyor. Bu gözlem, yukarıda söylediğim, "kendine yontacak" bir sonuç aramak demek değil. Seçmen sayısı bir milyonu geçen kentler, alfabe sırasıyla, Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Gaziantep, Hatay, İstanbul, İzmir, Kocaeli, Konya, Manisa, Mersin ve Urfa. On üç il ediyor. Bunların sekizinde "hayır" önde. Üç büyük kent, net bir şekilde "hayırcı." Kıyılar demokrasi yönünde oy vermekte yeniden birleşti.
AKP-MHP ittifakının haziran ve kasım sonuçlarını tutturamamış olması önemli ve anlamlı. Bu, neredeyse her yerde böyle. Bahçeli politikası, belli ki, MHP seçmeninin büyük çoğunluğuna ters gelmiş. Ama bundan önemlisi, AKP oy tabanında da AKP'den ciddi bir uzaklaşma görülmesi.
"Kendine yontacak sonuç bulmak" etkinliğinin bu referandumdaki örneği AKP'nin "Kürt oylarını yükseltme" konusunda söylenenler. Çok dikkatli olmayan bir bakışla, katılımın buralarda daha düşük olduğu söylenebilir sanıyorum. Hazirandan beri ülkenin bu yöresinde uygulanan devlet şiddeti, HDP'ye uygulanan şiddet, yaratılan bu korku ortamı, sanırım özellikle her şeyin daha saydam kılındığı kırsal bölgelerde, AKP'yi mutlu etmek için verilen oyların oranını artırmış. "Kutlu olsun" demekten başka söylenecek söz yok. Gene bir tahmin olarak söylüyorum: Buradaki seçmenlerin birçoğu "Türkiye'nin yönetim sistemi" gibi konularla artık ilgilenemiyor.
Dolayısıyla "Güneydoğu'da oylarımızı artırdık" sözü, tarafları avutmak için söylense dahî (ki söyleniyor tabii), söyleyenlere de inandırıcı gelmiyor.
Seçimin nasıl bir ortamda yapıldığı, OHAL'de seçim yapmanın "demokratik feraset"i ve üstüne üstlük Yüksek Seçim Kurulu'nun gösterdiği performans, bu çok kısa kalan çoğunluğun nasıl sağlandığı konusunda fikir veriyor. Ama AKP'nin önderliği, şimdiye kadar kazandığı engin deneyimle böyle koşulları da hiç kale almadan kendi yolunda yürüyecektir. Bundan da hiç şüpheniz olmasın.
"Kendi yolu" şimdiye kadar "gerilim"den geçti. Tayyip Erdoğan'ın ilk akşamdan tavrı bunun devam edeceğini gösteriyor. Oylama akşamı TV kanallarında yorumcular, ertesi sabah yazılı basında durum değerlendirenler, aradaki farkın azlığı, büyük kentlere kulak vermenin gerekliliğini, "herkesi kucaklayan" politikaların önemini vurguladılar. Bunların gerçek politikaları belirleyenler üzerinde hiçbir etkisi olacağını sanmıyorum.
Ünlü deyim, "galip sayılır bu yolda mağlup" bu ortamda yerine oturmuyor bence. Bu da, "hayır" diyenler açısından zorlama bir avuntu olur. Ama tersine çevirip "mağlup sayılır bu yolda galip" daha gerçekçi bir değerlendirme olabilir.