Gene kanlı bir olay… Dört ölü…
Medya genelde “Katliam” kelimesini başlığına koyarak yapmış haberini. Dört kişinin öldürülmesi feci bir olay ama “katliam” demesi de abartılı. Kavramların içi boşalıyor bu tür abartılı bir dil kullanınca.
Öte yandan, olan şeyin ne olduğunu doğru düzgün anlatan yok. Katilin “FETÖ”den olduğunu söyleyen ya da imâ edenler var; ama olayın kayda geçmiş evveliyatında bilinen olgu da bu adamın çok sayıda insanı “FETÖ’cü” diye ihbar etmiş olması.
Bu ihbarlarla zarara uğrayanlardan biri de katilin kesinkes “FETÖ’cü” olduğunu söylüyor. Yani ortada bir “FETÖ” var ama kimin oradan olduğu belli değil.
Bir süredir biçimlenmekte olan siyasi konjonktürün artık olağanlaşmış hali bu. “Ben, Ali’den hoşlanmıyorum” gibi bir cümle kurmuyoruz; “Ali ‘FETÖ’cüdür” diyoruz. Kötü olan her şey FETÖ’den. Bu da kavramın içini boşaltma sonucunu veriyor.
Bu cinayetleri işleyen kişinin aklının pek fazla yerinde olmadığı söyleniyor (ve anlaşılıyor.) Ama bu yapılan işin siyasetten büsbütün bağımsız olduğunu da göstermiyor sanırım. Bütün bu “FETÖ’cü” edebiyatı bağımsız olmadığını gösterirken katilin yaptığı bilinen işler de bu adamın siyasetin neresinde durduğuna işaret ediyor. O öyle bir yerde duruyor diye “orayı” cinayetten sorumlu tutmak anlamlı değil. Gene de, epey, bir süredir tartıştığımız, eleştirdiğimiz “siyasi atmosfer” konusu bu olayın içinde kendini belli ediyor.
Düşmanlar, komplolarla dolu bir ortam; anlaşamadığın kişiyi derhal “ötekileştirme”, “kriminalize etme”, “düşman ilân etme” furyası ki, bu başından beri topluma en tepeden pompalanan bir tavır ve bir eylem biçimi. Geçen gün popülizm bağlamında mafioso davranışlardan söz ederken “kendi adaletini kendi sağlayan” prototipe de değinmiştim. Şimdi bu somut olayın kahramanının yaptığı da bu: Birilerine şu ya da bu nedenle kızıyor; ihbarları sonucu hakkında dava açılan düşmanlarının onun istediği cezalandırılmadığını görerek sinirleniyor. Sorunu kendisi çözmek üzere tabancasını kuşanıp yola çıkıyor.
Ancak bu bir “ilk” değil. “Gezi” protestolarını kendi eliyle cezalandırmaya kalkışanı, vitrinini koruyan ve bilmediğimiz kaç olayın eylemesi kişiler var. “Özendirme”nin ötesinde, “doğru dava” için böyle işler yapanların bir biçimde korunacağına dair bir inanç da söz konusu.
Son birkaç yıldır yaşadığımız hayatta ha bire aynı şeyler olduğu için biz yazanlar da aynı şeyleri yazıyoruz. Bu gidiş son derece tehlikeli diyoruz (“Sakim” diyeceğim ama anlaşılmaz.) Eğer varılmak istenen nokta bu toplumun bir yarısının diğer yarısını boğazlayacağı yere gelmekse, diyecek bir şey yok.
Çünkü tutulan bu yol oraya götürür. Ama sorunlarını konuşarak, danışarak çözme olgunluğuna erişmek istiyorsak, yaratılan bu atmosferden öyle bir hedefe varılamaz. Niyetiniz trenle Kars’a gitmekse, İzmir’e değil, Kars’a giden bir trene binmelisiniz. Bu kadar basit. Bizim şu an bindiğimiz tren “barış”a doğru gitmiyor. Bu trenin gidip gideceği yer daha fazla gerilim, dolayısıyla daha fazla kutuplaşma, dolayısıyla daha fazla hoşgörüsüzlük, daha fazla düşmanlık, dolayısıyla daha fazla çatışma, daha fazla şiddet.
Bunun sonu yok.