23 Ağustos 2016

Sokaklar, meydanlar

Ben sokağa çıkacaksam, “demokrasi” için çıkacağım

Bir kutuplaşma sürecindeyiz. Yeni olmuş bir şey değil elbette. Hep vardı. Ama toplumun yaşadığı farklı dönemlerde, konjonktürlerde o da koşullara göre biçim değiştiriyor. Belki "biçim"den çok "kıyafet" değiştiriyor demeli. Ama bunu şimdiye kadar kutuplaştırma şampiyonumuz Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan gibi ustalıkla kullanan olmamıştı. Dolayısıyla herhalde süreç devam edecek ve herhalde hiç kimsenin tahmin edemediği ve hoşuna da gitmeyeceği yerlere savrulacak.

Örneğin Tayyip Erdoğan darbe gecesi belirli bir kesimden kimsenin sokaklara dökülüp tankların önüne dikilmediğini söylüyor. Bunu bu sınırlar içinde bir önerme olarak alırsak, evet, büyük ölçüde doğru. O günden beri benim de hep düşündüğüm bir şey (Online Birikim’de yazdığım “popülizm” üstüne yazıların arka planında da bu var). Şüphesiz 15 Temmuz’da sokağa dökülenler arasında tek tük solcular da vardı; ama olayın karakterini onlar belirlemiyordu. Olayın karakterini belirleyenler Tayyip Erdoğan’ı önder belleyen kitlelerdi.

Sokağa dökülmeleri ve silâhlı darbeciler karşısında direnmeleri bence çok önemli, çok olumlu bir olaydı. Aslında o geceki olayda bu direnişin rolünden çok, toplumun geleceğinde bu direnişin oynamaya başladığı rolü düşünüyorum.

Bunlar tamam da, Tayyip Erdoğan’ın bu verilerden yola çıkarak “Benim taraftarlarım darbeye direndi. Siz orada yoktunuz,” derken -çünkü dediği sonuç olarak bu- haklı mı?

Ayrıca, daha önemlisi, “Yoktunuz” diye suçladıklarının orada olmasını ister miydi? Hele belirgin bir varlık olarak orada bulunmaları hoşuna gider miydi? Gitmezdi. Çünkü öyle olsa şimdiki suçlamaları yapamazdı. Partisinden insanlar “Hep birlikte direndik” demeyi tercih ediyorlar, buna göre konuşuyorlar. Ama Tayyip Erdoğan, bu kargaşa ortamında, kendi yürüyeceği, yürümek istediği yolun taşlarını diziyor. Sıcağı sıcağına Topçu Kışlası yapılacağının müjdesini veriyor. Bunu da söylüyor: “Siz yoktunuz.” 

Bir kere "biz" sizin gibi örgütlü ve hazırlıklı değiliz. Tamam, sokağa çıkalım. Bunu ben de kendi aklımdan geçirmedim değil. Ama geçirdim ve orada durdum. 

“Ya Allah! Bismillah! Allahu ekber!” sloganıyla sokağa çıkmış insanların arasında ne yerim olur. Bundan beş yıl önce böyle bir olay olsa, bu soruları sormadan insan kendini sokağa atardı. Ama Gezi’den beri Tayyip Erdoğan’ın kutuplaştırıcı konuşmalarını dinleyen ve onlarla dolan insanlar var bugün.

Ben sokağa çıkacaksam, “demokrasi” için çıkacağım. Erdoğan’ın kurmak için uğraştığı -ve büyük ölçüde kurduğu- rejim bile, seçim olduğu sürece, bir darbenin oluşturacağı ortamda tercih edileceği için çıkacağım. Ama sokağa çıkmış olanların sloganları arasında “demokrasi” üstüne bir şey işitilmiyor. “Ya Allah, bismillah! Allahu ekber!” sloganı da beni ortak bir uğraşa çağırmıyor. 

Ama, “İlle de sokağa çıkmalıyım” diyen bir tipseniz, sonuçta en uygun zaman o ilk geceydi. Zafer kazanıldıktan sonra, meydan, Tayyip Erdoğan’ın zorla evde tuttuklarına geldi. Tehlikesiz ve örgütlü “Demokrasi Nöbetleri” başladı. Dombra’lar, mehterler… Bu gecelerde “demokrasi” üstüne ne söylendi, hangi slogan haykırıldı, bilemiyorum. 

Sonuçta denebilir ki, habire darbe olan Türkiye’de 27 Mayıs’tan sonra pek olmayan bir şey oldu: Yani, doğrudan doğruya iktidarı hedef alan bir darbe. 12 Mart olsun, 12 Eylül olsun, darbeyi yapanlar “Biz bu işi Süleyman Demirel hükümetini devirmek için yapıyoruz,” demediler. Zaten bunun için de yapmıyorlardı. Her ikisinin de hedefi (12 Eylül’de çok daha belirgin) öncelikle “sol”du. 12 Eylül’de sol gruplardan direnmeye kalkan olursa hiç aldırmadan tarar, öldürürlerdi. Onun için “Niye sol sokağa dökülmedi?” diye hayıflanmıyorum.

Ama 15 Temmuz darbe girişiminin hedefi belliydi: AKP iktidarı ve Tayyip Erdoğan. “Ya Allah, bismillah! Allahu ekber!” sloganlarıyla sokağa dökülenler de Tayyip Erdoğan’ın onlara da sunduğu iktidarı korumak üzere yaptılar bunu. Tayyip Erdoğan iktidarı ile demokrasinin birbirinden epey farklı nesneler olduğu yeterince açık.

Türkçe’de “Hem nalına hem mıhına” diye bir deyim vardır. Bunun anlattığı şey Tayyip Erdoğan’ın hep istediği ve çok zaman da elde ettiği şey. Önünden de yararlanıyorsun, arkasından da. O gece o adamların (“düşman” ilân ettiğin adamların) orada olmasını istemiyorsun. Olmuyorlar ve kazanıyorsun. Sonra da, “orada yoklardı” diyor, bir de bundan kazanıyorsun.

Ve günlerce süren, sürdürülen, bedava gezmekle, belediye yardım ve çağrılarıyla, her türlü teşvikle sürdürülen ve demokrasi hakkında hiçbir düşünce geliştirilmeyen “Demokrasi Nöbetleri” ile “Sokağa egemen olan benim” diyorsun.

Eh, o zaman kışlayı da yaparsın.

Yazarın Diğer Yazıları

Hangi oyunu oynuyoruz?

İktidarın İmamoğlu ile giriştiği baştan sona haksızlık ve “asıl suç” olan eylemler dizisi bu yöne dönme istidadını gösteriyor. Hatta “istidat” değil, kaçınılmazlık diyebiliriz. Diyebiliriz, çünkü bu işler ve daha pek çok acaip işler olurken AKP’nin oy potansiyeli de daralıyor. AKP kendisi de sanırım bunun farkında

Şaşırtan öneriler

Bahçeli’nin önerdiği çözüm pek kamufle edilmeyecek bir şekilde Selahattin Demirtaş’ı “tasfiye” ediyor. Bununla belki Tayyip Erdoğan’ı memnun etmeyi tasarlıyor

“Normalleşme” üstüne

İktidar “İşte,” diyecek. “Normalleşme” dedik, “Hep birlikte el verelim” dedik, bakın ne yapıyorlar, normalleşmeyi nasıl sabote ediyorlar! Bunlar böyle! Bunların işi olumlu giden işleri baltalamak! Bunlarla hiçbir şey yapılmaz!

"
"