Yürüyüş devam ediyor. Bence başarıyla devam ediyor. Kendi coşkusu var; ama kesinlikle şiddete yönelmiyor.
Sanırım bu, şu yaşadığımız dönemde, kendini "muhalefet" olarak tanımlayan bütün çizgilerin buluşması gereken ortak tavır: Barışçı ve meşru olmak. Barışçı ve meşru olarak, barışçı ve meşru olmayanın iktidar olduğunu göstermek.
Son dört beş yılın uygulamalarıyla "hukuk" ortadan kalktı. Bunu her gün yazıyoruz, çiziyoruz. Dış dünyada da bunu görmeyen yok. Hukuku bizzat hukuk kurumlarının eliyle yok etme siyaseti uygulandığı için, "hukuk" kelimesi çoğumuzun gözünde "içi boş" ya da hattâ "gülünç" ve "ironik" bir kavram haline geldi.
Buna rağmen ve özellikle bundan dolayı muhalefetin "hukuk" kavramını öne çıkarması gerekiyor. "Hukuk kalmadı ki" deyip iktidarın kullandığı yöntemlere yönelmek dünyanın en yanlış davranışı olur. AKP'nin yok ettiği hukuk içinde durmak ve bu yok etmenin ne kadar kötü sonuçlara yol açtığını sergilemek gerekiyor.
Ve bu yürüyüş şu ana kadar bunu başarıyla yaptı.
Dönüp "iktidar ne yapıyor?" diye baktığımızda, bunun karşıtını görüyoruz. Yani her şey beklendiği gibi oluyor.
Şunu söyleyeyim: İktidar cephesinden henüz bir "fiziksel saldırı" gelmedi. Sinyalleri geldi ve gelmeye devam ediyor, ama kendisi henüz gelmedi.
Tabii bu "gelmeyecek" demek de değil. Özellikle iktidar canibinin kullandığı dile baktığımızda bunu görüyoruz. Dediğim gibi, henüz bir "eylem"i yok, ama "söylem"i kin ve nefret dolu ve son derece kışkırtıcı. Söyledikleri en hafif şey, "terörizm." Kendilerinden olmayan her şeyi "şeytanlaştırma" politikaları içinde, herhangi bir aklî ya da nesnel temele oturmayan, ama ümmî ümmetlerinde bayağı etkili olan "düşmanlarımız" edebiyatının dozunu artırdıkça artırıyorlar. En yetkili ağızlardan söyledikleri şeyleri "doğru" kabul edenler, bu suçlamalar karşısında "durumdan vazife çıkararak", gübre de dökerler, mermi de saçarlar, her şeyi yaparlar.
Böyle işler yapanlar, her gün gazetelerde okuyoruz, ya hemen tahliye ediliyor, ya da zaten dokunulmadığı için tahliye etmeye de gerek kalmıyor. Ama belli ki bunlar bir yerlerde "bizim cesur çocuklar" olarak kayda geçiyor, bu eylemleri onlara bulundukları yerde terfi etme imkânı sağlıyor.
İspanyol faşizminin de çeşitli "para-militer" kolları vardı. Başta "Falanj" gelirdi. Örneğin, Lorca'yı öldürenler onlardı. Ama daha bir yığın irili ufaklı "vigilantes" örgütü vardı: "Espanoles Patriotes", "Reque", Sivil Muhafızlar vb. Ve tabii orada da resmi polis örgütü, kendisine verilen her görevi "faşizmin militanları" üslûbu içinde yerine getiriyordu.
AKP iktidarı bütün bu popülist-faşist siyasî hareketlerin yaptığını yapıyor: Bulunduğu toplumun halkını "bizimkiler" ve "onlar" olarak bölüyor. Burada bunu yapmakta işe yarar kelime "millet." "Millet" var, bir de "millet-olmayanlar" var. "Kim bunlar?" diye sorarsan, cevabı son derece basit: Tayyip Erdoğan'ı ve AKP iktidarını sevenler ve destekleyenler "millet"; tabii öyle yapmayanlar da "millet-dışı" (yani şu sırada yüzde 49,5 oranında olanlar millet değil). Bakın bu adamların yazdıklarına, çizdiklerine, birkaç aydır "popülizm şöyledir, böyledir" diye yazdığımız şeylerin ne kadar doğru ve geçerli olduğunu pratikleriyle pekiştiriyorlar. Bunu gün geçtikçe daha pervasız bir biçimde yapıyorlar. Erdoğan ve AKP iktidarını eleştiriyorsanız, "Türk milleti"ne ("rabia" vb.) düşmansınız ve dış dünyadaki "Türk düşmanları"nın emriyle hareket ediyorsunuz. Kimdir onlar, niçin düşmandır, ne yapmak isterler, belli değil ve zaten belli olmaması gerekiyor. Tanımsız, esrarengiz varlıklar olacaklar ki ("üst akıl" gibi) her durumda her kalıba uydurulabilsin, "İşte, onlar yaptı" denebilsin. Yüzyıllardan beri, her "yabancı"nın aynı zamanda "düşman" olduğunu iddia eden, "zenofobik" bir ideolojiyle beslenmiş bir toplumda, böyle tanımlanan "birileri"ni ancak yok etmeyi düşünebilir insanlar. Büyük Reis'in ve çevresinin düşünülmesini istediği ve her gün teşvik ettiği de bu zaten.
Öte yandan, yürüyüş devam ediyor.