03 Mart 2024

İki cepheli mücadele

Sınıf kavgasının kimlik sorunlarıyla iç içe geçtiği bir mücadele bu; onun için, muhalefeti ilerletirken, bunların ikisini birden gözetmek durumundayız


Desen: Selçuk Demirel

Yüz yıllık Cumhuriyet hayatımız sessiz sakin, ferah fahur geçti mi? Geçmedi. On yılda bir sabah yeni bir darbe ile uyanmak derli toplu bir politik hayat geçtiği mesajı vermiyor. Bu "kesintiler", bu inişler, bu çıkışlar her şeyden önce Cumhuriyet rejimini oturtmak üzere yapılmıştı. "Artık bu arızalı gidişin sonu geldi mi?" diye düşünürken iki binli yıllarla AKP'li politik döneme girdik. Bu dönem, batılılaşma/modernleşme çabalarıyla geçen bütün yılların karşıtıydı. "Cumhuriyet değerleri" bir türlü yerleşemeden o değerlerin karşıtını savunan bir rejime yerini bıraktı -yani bıraktığı izlenimini veriyor. 

Böyle bir tarihi seyir olabilir mi? Olabilir. Nitekim, oldu.

Peki, şöyle diyebilir miyiz? "Bir topluma alışık olmadığı bir kostüm giydirmeye çalıştılar. Olmadı. Bünye reddetti. Sonra, bildiği kostümü giyenler "başa geçti"; toplum huzur buldu."

Hayır, diyemeyiz. Toplum huzur bulmadı. Tersine tarihinin en huzursuz evresine girdi. Söz konusu olan iki karşıt güçten hiçbirine bağıtlanmadan olayı izleyen birinin vereceği hüküm herhalde bu olacaktır. Çünkü şimdiye kadar "baskın" olagelmiş "batılılaşmacı/modernleşmeci akım da yapay bir yama değildir, bu topluma özgü birtakım dinamiklerin ürünüdür. Oradan gelen direnişin de otantik temelleri var.

Yani, yüz yıllık tarihimizin asude bir biçimde geçtiğini söyleyemeyiz ama şimdiki dönem kadar sorunlu bir ortamda kalmamıştık. "Sorun" dediğimiz şeyler alışık olmadığımız şeyler denebilir: Anayasa Mahkemesi'nin terörizmle suçlandığı bir dönem hatırlamıyorsunuz. Buna benzer daha neler var, neler oluyor, ama bu örnek durumun vahametini açıkça ortaya koyuyor.

"Alışık olmadığımız sorunlar"... Evet, hayatımızı karartan politik gidişatı ve bundan sorumlu olan politik kişileri görüyoruz, bunlarla mücadele ediyoruz, etmeye çalışıyoruz, ama tam olarak neyle karşı karşıyayız, muhalefet ettiğimiz toplumda nerelerden güç ve destek alıyor, bilmiyoruz. Kutuplaşmanın temelinde yatan şey, son analizde, bir sınıf mücadelesi mi, yoksa bir kimlik kavgası içinde miyiz? Olayları izliyoruz, anlamlandırmaya çalışıyoruz, ama toplumun davranışlarını anlamakta zorluk çekiyoruz. İktidar dört elle kendi zenginlerini daha zengin ve güçlü kılmaya çalışıyor. Bu politikalar altında ezilen yoksul kesimler oylarıyla AKP'yi iktidarda tutuyor. Hâli vakti yerinde kesimler "sol" olduğunu iddia eden partilere oy veriyor, yoksul kesimler AKP'nin güdümünde. Yığınla şaşırtıcı örnek sayılabilir.

Bu ortamda Mehmet Yılmaz'ın ve Bekir Ağırdır'ın yazıları dikkatimi çekti. Mehmet, bütün bu şaşırtıcı fenomenlerle birlikte sonuçta bir "sınıf kavgası" içinde olduğumuzu söylüyordu; Bekir kavga konusunun kimlik alanında koptuğunu ileri sürüyordu. Derken Mehmet politikada bütün büyük çapta mücadelelerin üleşimden alacağı payı büyütmeye çalışan sınıfların mücadelesi olduğunu açıklayan bir yazı yayımladı ki bunun yanlış olduğunu iddia etmak mümkün değil.

Evet, öyle. Ama Türkiye'nin yakın tarihinin kendine özgü bir "biçim alışı" süregiden mücadeleye kendi mührünü de vuruyor. Burada batılılaşma/modernleşme sürecinin oynadığı rol önemli ve iki mücadele üst üste gelmiş durumda. Tayyip Erdoğan'ın "destekçisi" dediğimiz zaman burada MÜSİAD'ın üyesi ya da sempatizanı olan, "muhafazakâr" olduğunu söyleyen kesim belirleyici bir rol oynuyor; ama gelir düzeyi düşük bir kesim de öteden beri AKP'nin ya da AKP benzeri siyasi hareketlerin tabanını oluşturuyor. Bu taban, paralısı, parasızı, AKP'ye ya da onun gibi partilere bağlanmasının gerekli olduğuna inanmış ya da inandırılmış. Tayyip Erdoğan'ın çelişik tavırlarını hatırlayalım, Sisi, Suudi cinayeti, yığınla örnek. Muhalefet bu çelişkileri sergilemeye çalışıyor ki elbette çalışacak. Ama bunu yapmakla ne olduğunu anlayamayan kitlelere olayın içyüzünü açıklamış olduğunu sanmasın, diyorum. Sanmasın çünkü o kitle bunu anlayamamış değil. Anlıyor ve sindiriyor. Çünkü söz konusu kitle Kaşıkçı cinayetinin mahiyetini merak etmiyor. Arabistan Prensi bir siyasi muarızını bu yöntemle yok etmeye karar vermişse, bunun "meşruiyet"ini de tartışmıyor: "siyaset bu. Yapar mı yapar!" Söz konusu kitle Tayyip Erdoğan'ın niçin böyle çelişik tavırlar aldığını merak etmiyor; pozisyon değiştirmekteki ve üstte kalmaktaki maharetini alkışlıyor.

Çünkü bu iktidardan alacağı ya da alacağını umduğu şeyler var. Bütün bu olanlardan sonra, böyle şeyler ummak (tabii öncelikle yoksul kesimi kastederek söylüyorum) hâlâ gerçekçi görünüyor mu? Pek sanmıyorum. Tayyip Erdoğan rejimi başarılı olmayı başaramadı. Sanırım sadık izleyicileri de bunun farkında. Ama, "Peki kim düzeltir?" sorusu ortaya atıldığında "Falanca düzeltir" cevabı da bulunamıyor. Muhalefet ya da muhalefetin bir kısmı "Biz düzeltiriz" dediğinde inandırıcı olamıyor. Geçen yılın "altılı masası", masanın bugün aldığı şekil ve daha birçok etken burada rol oynuyor. Var olan siyasi partilerin ya da kişiliklerin geçmişte gösterdikleri "performans" da göz doldurmuyor. Onun için Türkiye çok ciddileşebilecek bir politik krizin eşiğinde (ekonominin sefaleti, Cumhuriyet'in iyi kötü kurduğu yapının, kurumların, AKP saldırıları karşısında durum da cabası). 

Dolayısıyla mücadele çetin geçecek. Toplumun tamamının ya da bir çoğunluğun AKP tarafına geçeceğini sanmıyorum. Onun için bu mücadelenin modernleşmeden yana kesimler için yenilgiyle sonuçlanacağına inanmıyorum. Ancak bu mücadelenin kolayca kazanılacağı anlamına da gelmiyor. Sınıf kavgasının kimlik sorunlarıyla iç içe geçtiği bir mücadele bu; onun için, muhalefeti ilerletirken, bunların ikisini birden gözetmek durumundayız. Birinden birini ihmal etmek muhalefetin gücünü ve etkisini zayıflatır.

Murat Belge kimdir?

16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu.

Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli.

Kitapları

- Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997)

- Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989)

- Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997)

- The Blue Cruise (Boyut, 1991)

- Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992)

- 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992)

- İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007)

- Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995)

- Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997)

- Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998)

- Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001),

- Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002)

- Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003)

- Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)

- Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007)

- Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009)

- Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009)

- Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010)

- Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011)

- Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013)

- Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014)

- Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014)

- Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi)

- Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016)

- Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018)

- "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019)

Çevirileri

- Hegel Üstüne: W.T. Stace

- Martin Chuzlewitt: Charles Dickens

- Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner

- Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce

- Arabadakiler, Patrick White

- 1844 Elyazmaları: Karl Marx

- Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger

- Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman

- Yazıcı Bartleby: Herman Melville

- Kayıp Kız: David Herbert Lawrence

- Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie

- Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte)

- Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bir kere daha Kürt sorunu

AKP, Kürt sorununu yok saymanın yanı sıra CHP’yi topluma “terörist” olarak tanıtma politikası kurmaya çalışıyor. Gitgide gerçek olmayan bir dünyada siyaset yapmaya başlıyor. Bu, sonun yaklaştığının işareti de olabilir

Hangi oyunu oynuyoruz?

İktidarın İmamoğlu ile giriştiği baştan sona haksızlık ve “asıl suç” olan eylemler dizisi bu yöne dönme istidadını gösteriyor. Hatta “istidat” değil, kaçınılmazlık diyebiliriz. Diyebiliriz, çünkü bu işler ve daha pek çok acaip işler olurken AKP’nin oy potansiyeli de daralıyor. AKP kendisi de sanırım bunun farkında

Şaşırtan öneriler

Bahçeli’nin önerdiği çözüm pek kamufle edilmeyecek bir şekilde Selahattin Demirtaş’ı “tasfiye” ediyor. Bununla belki Tayyip Erdoğan’ı memnun etmeyi tasarlıyor

"
"