07 Temmuz 2020

Bunlara gerek yok

Kimse kimseyi sevmek, bağrına basmak zorunda değil; birinde bir kusur arıyorsanız, kusursuz kimse olmadığına göre, bulursunuz. Ama olmayan kusurlar bulmak zorunda değilsiniz. Mustafa Kemal’i İngiliz ajanı, İsmet İnönü’yü kripto Nazi yapmak ciddiye alınacak bir şey değil

Bugünlerde "mütedeyyin" denilen, AKP siyasetiyle içli dışlı olduğu anlaşılan (milletvekili olma derecesinde) birilerinden Cumhuriyet’in kurucuları hakkında saçma iddialar dinledik. Sık sık olan bir şey. Zaten hep vardı, şimdi artmış olmasının da şaşılacak bir yanı herhalde olmamalı.

Biri, bir jandarma astsubayı kalktı, Atatürk’ün "İngiliz ajanı" olduğunu söyledi. Olayların akışına şöyle bir göz atıldığında, akla, mantığa uyacak bir yanı yok. Mustafa Kemal gibi bir ajanı olan Britanya niçin yıllar boyu Yunanistan’ın Anadolu’da varlığını destekledi? Niçin İstanbul hükümetinin idam fermanı çıkarmasına, Anzavur isyanına göz yumdu? 

Britanya’da hükümetin tutumuna rağmen Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesinden yana olanlar vardı. Bunların başında "Intelligence"ta çalışan Herbert Aubry gelir. Eski "Birikim"in ikinci sayısında onun "Ben Kendim" diye Türkçe bir adla yayımladığı otobiyografisinden, ahbap olduğu Talat Paşa’yla son görüşmelerinin hikâyesini yayımlamıştık. Orada Talat Türkiye yerine Yunanistan’ı desteklemekle Britanya’nın Komünist Rusya’ya karşı yeterince güçlü cephe kurmadığı için Lloyd George politikasını eleştirir, Aubry de buna hak verir. 

Gal kökenli Lloyd George bir "liberal"dir. Antik Yunan medeniyetine hayrandır ve doğal olarak sempatisi Yunanistan’dan yanadır. Batı’nın Osmanlı’ya karşı sevgisizliğinin bir önyargı olduğunu söyleyip dururuz da, 1915 Kıyımı herkesin zihnindedir. Dolayısıyla Lloyd George ve Asquith vb., yani "liberaller", antipatilerinin bir "önyargı" olduğunu herhalde düşünmüyorlardı. Ama onların tavrını benimsemeyen Britanyalılar da -az da olsa- vardı. Aubry’nin "Türk dostluğu" herhalde yalnız "reel-politik" gereği değildi.

Atatürk, "İngiliz ajanı" olduğuna hükmettirecek ne yaptı? "Kapitalizmden yanaydı" mı diyeceğiz? O zaman bu ülkede birkaç milyon İngiliz ajanı var demektir. "Ülkeyi Batılılaştırdı" mı diyeceğiz? Birkaç milyon da bu eder. Ama herhalde kafasında bu "komplo"yu kuran kişinin asıl derdi bu. "Batı, Batı" dediğine göre, İngiliz ajanıdır. 

Gerçi, böyle ilkel bir zihniyeti olduğunu düşünmediğimiz Kemal Tahir’in de ("Yorgun Savaşçı"da) aynı anlama gelen imaları vardır. "İngiliz, kimi gönderdiğini bilmez mi?" yollu sözler eder. Ama Kemal Tahir’in de böyle şaşırtıcı "buluş"lar yapmaya, durduramadığı bir merakı vardır. Kimsenin görmediği bir şeyi görmeyi çok sevdiği için gördüğüne kendini inandırır da. Ayrıca, Kemal Tahir’in- hele Asyai üretim tarzı buluşunu yaptıktan sonra- oldukça koyu bir "Batı fobyası" oluşmuştur. Onun için yalnız Atatürk’ü değil, Türkiye’nin hayli uzun Batılılaşma serüveninde payı olan herkese böyle bir gözle bakmaya başlamıştır.

Ayrıca "komplo teorisi üretimi"nin bu toplumda ne kadar popüler bir spor olduğunu da düşünmeliyiz. Birçok Türk Marksisti’ne göre "tarihin motoru" aslında Marx’ın dediği gibi "sınıf mücadelesi" değil, komplodur.

Öbür adam ise ( o Meclis’te) İnönü’nün Hitler’le irtibatını bildiklerini söylüyor. Bunun üstüne bir kıyamet kopunca, bir çeşit özür diliyor, "maksadı aşmak" falan gibi bir şeyler söylüyor. Şimdi, İnönü ile Hitler arasında bir "yazışma"nın "normal" olduğunu söyleyeceksen bunu gündeme getirmenin anlamı ya da gereği ne? "Führer’le irtibatını biliyoruz" türünden alangirli laflar herhalde belirli bir amaçla kullanılmış, bir şey ima ediliyor!

Bu zatın ima ettiği zamanda Türkiye’de ırkçılar atağa geçmişti. Atsızlar, Reha Oğuzlar bir yığın derdi çıkarıyor ve her şeyden önce Türkiye’nin Almanya’nın yanında Sovyetler Birliği’ne karşı savaşa girmesini savunuyor, talep ediyorlardı. Entelicentsia içinde ve devlet erkanı arasında "Almanya sempatisi"nden geçilmiyordu. Yani Hitler’le "irtibat" halinde bir İsmet İnönü onun istediği bir şey yapacak olsa, alkış kıyamet arasında bunu yapardı. Alkışlayanlar da, bu "irtibat" teorisini ortaya atan (şu günlerde baro bölmekle iştigal eden) zatın muhtemelen saygı duyduğu kişiler olurdu: Türk sağının mümtaz şahsiyetleri.

Ama belli ki İnönü bu zevat kadar kesinlikle bir "Alman zaferi"nden emin değildi. Emin olsa, onu savaşa girmeye ikna etmek daha kolay olabilirdi. Ama yalnız "emin olmak" sorunu değil herhalde. Bu, onun istediği sonuç muydu? Böyle olduğunu sanmıyorum. Savaş yaklaşırken İnönü’nün (Recep Peker ile birlikte) Mussolini’yi daha yakından izleme tavsiyesi olmuş, Hitler-Mussolini çiftinden hiç hoşlanmayan Atatürk "saçmalamayın" demişti. Ama İnönü’nün parti kurallarını Mussolini’ye uydurmayı uygun görmesi, "faşist" olduğu anlamına gelmez. Demokrasi ile çok içli dışlı olmadığını biliyoruz ama İnönü bir "ölçülülük" timsalidir. Bu ölçüler konusunda Atatürk’ten de çok daha özenlidir.

Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Mussolini Türkiye’de biliniyor, tanınıyordu. Yeterince hayranı vardı. Recep Peker, Şükrü Kaya, Yunus Nadi, Mahmut Esat Bozkurt, Falih Rıfkı bunlardan birkaçı. Mustafa Kemal ile İsmet İnönü olmasa, dümeni hemen faşizm yönüne çevirecek çok sayıda siyaset adamı vardı çevrede.

İnönü bu sıralarda türlü manevralarla savaşta tarafsızlığını korumaya çalışıyor, ayrıca Türkiye içinde de Mihver ya da Demokrasi Cephesi lehinde tavır almış olanların bir denge kurmasını istiyordu. İstiyordu ama bulmakta zorlanıyordu. Basın-Yayın’da liberalizmi destekleyecek çok az kişi vardı ve dolayısıyla Türkiye oldukça Nazi taraftarı bir imge sunuyordu.

Onun için İnönü bağlamında "irtibat" falan gibi lafların bir gerçekliği yansıttığını düşünmek için bir gerek yok. Tersine bu iki kişiye faşizm karşısında aldıkları tavırdan ötürü teşekkür etmemiz gerek. Savaşa doğru ve savaş esnasında Doğu Avrupa’da "önder"lerin, Horthy, Boris, Karol gibilerinin yaptıkları ortada.

Öte yandan, gerek Mustafa Kemal’in, gerekse İsmet İnönü’nün demokrasi konusunda sicillerinin dört dörtlük olduğu söylenemez. Bunun tartışması zaten sürüp gidiyor ve onları savunanlar en ikna edici argüman olarak yaşadıkları dönemde dünyada, özellikle de Türkiye’de demokrasi kültürünün çok zayıf olduğunu söylüyorlar. Bu da yanlış bir önerme değil.

Yani, diyeceğim, kimse kimseyi sevmek, bağrına basmak zorunda değil; birinde bir kusur arıyorsanız, kusursuz kimse olmadığına göre, bulursunuz. Ama olmayan kusurlar bulmak zorunda değilsiniz. Mustafa Kemal’i İngiliz ajanı, İsmet İnönü’yü kripto Nazi yapmak ciddiye alınacak bir şey değil.

Ve bunu bir AKP’li parlamenter olarak yapmak hiç akıl kârı değil.

Yazarın Diğer Yazıları

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?

Sevinçle, ama sükunetle

Bu toplum elbette farklı düşünceler, inançlar, idealler üretecek. Ama bu "farklılık" nedeniyle boğazlaşmak değil tartışmak kültürü geliştirmek gerektiğini bilecek. Son seçimde alınan sonuç bu anlayış ortamının oluşmasında da olumlu rol oynayabilir ve bu potansiyel boşa harcanmamalı