20 Aralık 2016

Birlik ve beraberlik

Nereye kadar gideceksiniz bununla?

Bombalar patlamaya devam ediyor. Bombalar patladıkça deste deste insan ölüyor. Yeni bir olay olduktan sonra "önceden tedbir alma" konusunda tek tük yazan, konuşanlar oluyor. Tedbir almak konumunda olanlar tedbir alındığını ve bilmem kaç girişimin hazırlık aşamasında önlendiğini söylüyorlar. O konumda olmayanlar masif tasfiyelerden sonra güvenlik kadrolarının ağır darbe aldığını ileri sürüyorlar. Öyle bir ortam ki kimin dediği anlamlı, kiminki anlamsız, karar vermeye zaten imkân yok. "Karar" denen şey, bir "bilgi"ye dayanır. Oysa bu ortamda güvenilir bilgi hak getire!

Oysa, bakın, Aslı Erdoğan ile Necmiye Alpay, Şahin Alpay ile Nazlı Ilıcak, Ahmet ve Mehmet Altan biraderler, Ali Bulaç ile Mümtaz'er Türköne ve daha niceleri hapisteler. Ama onların hapiste olması bombaların önünü kesmiyor. Niye kesmiyor acaba? Üstelik bakın, Cumhuriyet gazetesinden o kadar adam da içeride-biri de tam "dışarı"da. Bombalar gene patlamaya devam ediyor. Şaşılacak şey! Selahattin Demirtaş içeride, Ahmet Türk içeride, "Kürtler" deyince sayılar büyüyor hemen. Yığınla insan içeride. Bütün bu "tedbir"lere rağmen, bombaları atan atıyor, koyan patlatıyor. 

Daha kaç kişiyi içeri almalı ki bitsin bu?

Toplumun bir yarısını bir yerlere tıkmak gerekiyor anlaşılan.

Bombalar patladıkça, iktidarı ve muhalefeti, "terör eylemlerine karşı birlik olmalıyız," diyorlar. Ama bu aşamada, iktidar, hemen, "Benim arkamda durarak birlik olun," diye ekliyor. Somut örneğini Yenikapı'da görmüştük. İktidarın "birlik olmak"tan anladığı bu. Olağanüstü hâlden "sistem" dedikleri "başkanlık" komedyasına, söylentileri ayyuka çıkan bir yığın usulsüz, kanunsuz uygulamaya, yaptıkları hiçbir şeyden vazgeçmeye niyetleri yok. Geri kalanları buraya çağırıyorlar, arada saf tutacağız, hizaya geleceğiz, hazırola geçeceğiz, böylece ulusal birlik ve beraberlik sağlanacak. 

Ben kendi hesabıma, iktidarın somut politikalarının bu kötü ortama yol açtığı kanısındayım. Neyin birliğini destekleyeceğim. Toplumun en az yarıya yakını aynı kanıda. Nerede saf tutacaklar?

PKK "fedai kullanma"ya dayanan eylem pek yapmazdı. Bu, daha çok kutsal bir amaç uğruna şehit olanların cennete gideceği inancı besleyenlerin uyguladığı bir yöntemdi. Şimdi bakıyoruz, "canlı bomba" Kürt çıkıyor. Bunu PKK'nın yaptığını sanmıyorum. Çok daha büyük sosyo-politik süreçlerin yarattığı bir ruh hali. Aynı anda hem bir kıstırılmışlık umutsuzluğu, hem de bir nefretin karşımı. Bu nefret nereden geliyor?

İktidara göre zaten böyle şeyler sormamak gerekiyor. "Birlik ve beraberlik"tan bir anladıkları da bu. "Bu nefret nereden geliyor?" diye soruyorsan, birileri nefret uyandıracak bir şeyler mi yaptı, diye sormuş oluyorsun. Sözgelişi, "barış marış" derken taş üstünde taş bırakmamak gibi şeyler? Böyle bir şeyler olduğunu ima ediyorsan, demek ki "O adamların intikam almak istemesinin anlaşılır bir yanı var" demek istiyorsun. Bizim İçişleri Bakanı'mızın intikam almak üstüne bağırmaya hakkı vardır ama yirmisinde bir Kürt gencinin örneğin Nusaybin'in çehresine bakarak böyle duygular duymaya hakkı yoktur. "Vardır" diyorsan zaten besbelli, bomba patlatanı destekliyorsun, işlediği cinayeti meşrulaştırıyorsun, hattâ böylece "örgüt propogandası" da yapıyorsun. Birlik ve beraberliğe en fazla muhtaç olduğumuz bugünlerde bunu yapıyorsun...

Sonrası mâlûm. Mantığı, yöntemi çok eski, çok tanıdık: "Benden değilsen, onlardansın."

İktidarın bu mantığı adım adım kurduğunu gözlemliyoruz. Bombayı patlatanlar patlatmaya devam edebildiği kadar devam edecek. Bunu herkes biliyor. Onlar "hain"den başlayarak, her türlü kötülükle suçlanacak ve o iş öyle devam edecek. Önce bomba atılacak, sonra nutuk atılacak, sonra nara atılacak... Sonra kim bilir neler atılacak...

Ama asıl düşman "Sizin izlediğiniz politika yanlış bir politika" diyenler. Asıl düşman, bu kanlı ortamdan gerçekten nefret eden ve yaratılan bu gerilimi gidermek isteyen kesim. Onları susturmanın yolu da bu: "Benden değilsin, demek ki onlardansın" politikası. Bunun da iki uzantısı var. Biri "subliminal aktiviteler" uzmanı olan savcılar, öbürü de Can Dündar olayında gördüğümüz, "Hak edilen cezayı gideyim kendim vereyim," diyenler.

İşte size "Başkanlık Sistemi."

PS.

Gündüz yazımı yazıp yollamıştım. Akşam Rus elçisi haberi duyuldu. Rastlantı, gidip elçi vuran yurttaşımızı da içerecek bir şey söylemiştim yazıda: "Can Dündar olayında gördüğümüz, 'Hak edilen cezayı gideyim ben kendim vereyim' diyenler" demiştim. Diyenlerden biri Rus elçisine bu cezayı vermiş. "Ruslar Halep'te Müslüman öldürüyor" falan, böyle bir gerekçedir. Bu mantık da, oraya buraya bomba koyup intikam aldığına inanan birilerinin zihniyetine çok uzak değil tabii. 

Herkes böyle "kendi adaleti"ni sağlamak üzere yollara dökülecekse bu iş nereye varacak? Bunca yıllık tarihimizde bunun bir benzeri var mı? Neden hiç olmamış bir olay şimdi oluyor? Üç dört yıldır habire "din" motifi işlenerek bu toplumda yaratılan gerginliğin, "küffara kılıç çalma" atmosferinin payı ne kadar bu işte? Düşman öldürüp serbest kalan "mücahit" örneklerinin payı yok mu böyle iki günde bir yeni bir "din kahramanı"nın zuhur etmesinde?

Nereye kadar gideceksiniz bununla? 

Yazarın Diğer Yazıları

Nazar

Asvadzadzin’de bu sefer Nazar’ı öbür dünyaya uğurlamak üzere bulunmak içimi acıttı. Ne acelen vardı, Nazar? 

Bugünlerin siyasi bulmacası

Devlet Bahçeli “Öcalan” çıkışıyla ne demek istedi? Erdoğan ile bir plan hazırlamışlarsa bu plan ne olabilir? Hareket aşamasına gelince ne olabilir?

Dış ilişkiler

Tayyip Erdoğan Türkiye’nin dış politikasını “monşerler”in elinden kurtardı. O elinden geleni yaptı, “kurtardı” ama bu kurtuluş bizim için iyi mi oldu, kötü mü hiç emin değilim

"
"