03 Haziran 2024

Amerika ve Trump

Ben sonuçta Trump’ın seçilmeyeceğini sanıyorum. Böyle olmasını istediğim için mi böyle söylüyorum? Olabilir. Olabilir ama tekrar edeyim: Seçilmeyecektir

Eski Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Donald Trump

Yüzyılların 21’incisine bir tuhaf girdik.  Özelikle ya da “münhasıran” Türkiye’yi kastetmiyorum.  Zaten bu sözün bağlamını veren “politika” söz konusu olduğunda Türkiye’nin “tuhaf” işler yaptığını söylemenin “haber değeri” yok.  Hep öyleydi, gene öyle.  Bu tuhaflığı özellikle politik geçmişinde ciddi bir “demokratik birikim” taşıyan ülkelerde gözlemliyoruz. “Liberal demokrasi tehdit altında” dedirtecek, dedirten bir yığın “alamet” var.  Tehdidin temelinde de kural olarak “popülizm” yatıyor.

İşte Amerika, demokrasinin olgunluğa eriştiği ülkelerden biri!  Bundan 15, 20 yıl önce biri size böyle bir adamın cumhurbaşkanı olduğunu ve bir kere daha seçilmesinin mümkün ve hatta muhtemel olduğunu söylese, inanır mıydınız?  Düşünüyorum, ben inanmazdım gibi geliyor.

Öyle geliyor ama sonuçlar ortada, bunu hazırlayan süreç de ortada: Reagan başkan olduysa, hele “oğul” Bush olduysa, Trump niye olmasın?

Ama tarih böyle bir şey.  Bir başka gözle izlendiğinde hiç de şaşırtıcı olmayan pek çok olay o göz çalışmayınca gördüğüne inanamıyor. Trump Amerika’nın başında böyle bir başkan oldu, başkanken şaşırttı, başkanlığı bitince belki daha fazla şaşırttı. Congress’i basma olayında nasıl bir tavır takındığını hatırlayalım.

Zaten asıl sorun burada. Stormy Daniels’a “sus-payı” para vermiş mi, vermemiş mi? Ne kadar önemli olabilir? Vermişse (ki belli: vermiş) bu bir “cürüm” müdür, “kabahat” mıdır? Bunlar Amerika’da daha bir süre tartışılacak muhtemelen. Ancak şimdi Trump, bir “suçlu.” Ve Amerikan yasaları bu konumda olan bir insanın seçimde aday olmasına (ve dolayısıyla seçilmesine) engel değil. Herhalde anayasayı yazanlar böyle bir olayın olabileceğini akıllarına getirmediler. Yani sonuçta Trump aday oluyor. Bu da bir söz hakkı olacağını düşüneceğiniz Cumhuriyetçi Parti’de onun adaylığını engelleme yolunda bir irade gözükmüyor. Yasal bakımdan da yolu açık gibi.

Mahkeme onu suçlu bulursa oy vermeyeceğini beyan edenler var (bunlar, beraat etmesi durumunda Trump’a oy vermekten kaçınmayan kişiler. Peki, işte şimdi mahkeme onu mahkûm etti. Ettiği için Trump’a oy verecekler olabilir mi? Bence olabilir.

On iki kişilik jüri Trump’ı suçlu buldu.  Siyasi bağıtlanmışlığı olmayan on iki sıradan yurttaş...  Mahkeme de Trump’ı köşeye sıkıştıracak herhangi bir şey yapmaktan titizlikle kaçındı. Yani, “Başkanımıza haksızlık ediliyor” diyecek, bunun izini sürecek herhangi bir açık kapı yok. Ama Trump’ın asıl seçmenleri onu böyle “sahtekarlık” yaptığı için defterden silecekler değil, tersine Amerika’nın başkanının böyle davranmakta özgür olmasını isteyenler. Bunlar Amerika’yı birtakım seçkinlerin yönettiğine inanıyor ve bundan rahatsızlık duyuyorlar. “Bu yapılır, bu yapılmaz” gibi düzgün davranış kalıpları onların gözünde halkın özgür iradesini kısıtlayan gereksiz ve anlamsız kurallar, yani tıpkı Trump gibi düşünüyorlar.

Ben sonuçta Trump’ın seçilmeyeceğini sanıyorum. Böyle olmasını istediğim için mi böyle söylüyorum? Olabilir. Olabilir ama tekrar edeyim: Seçilmeyecektir.

 Gözümde büyüttüğümü sanmıyorum. Aksaklıklarını, eksikliklerini biliyorum, biliyoruz.  Demokrasiden çok uzak inançları, davranışları olduğunu da bir yığın somut örneğiyle gözlemledik. Ama bunlar Amerikan demokratik geleneğinin olumlu, sağlıklı yanlarını görmezlikten gelmemizi gerektirmiyor. Ayrıca, dünyada kusursuz bir yönetim sistemi bulunmadığını unutmamalıyız. Demokrasiye “kusursuz” olduğu için değil, daha iyisini henüz oluşturamadığımız için bağlıyız. Bu “daha iyisi” aslında mümkün, ama bugün vardığımız, aşamanın değerini bildiğimiz ve sindirdiğimiz için mümkün. Onu reddederek varılacak bir “demokratik aşama” yok.

Amerika’da bu geleneğin değerini bilenlerin Trump gibi adamların temsil ettiği tehlikeleri gördüğü kanısındayım. Bu mahkumiyetle sonuçlanmış dava gibi olaylar bu ülkede demokrasinin kendini korumak üzere tedbirler almaya başladığını gösteriyor.  Sonuçlanan davanın yanı sıra üç tane de devam eden var; bunlarda da Trump’ın lehinde cereyan eden bir şey görünmüyor. İçerikleri de daha ciddi: Stormy Daniels davasına göre hiç değilse.

Tabii bir “seçim” üstüne konuşuyoruz. Seçim dediğimiz şeyin bir kazananı, bir de kaybedeni olur. Ben Trump’ın kaybedeceği varsayımı üstünden konuşuyorum. Bu demektir ki rakibi, yani Biden, kazanacak. Öyle mi, kazanacak mı? Kazanırsa Trump kaybettiği için sevineceğiz. Ama Biden’ın kazanması da bir bayram etme durumuna yol açacak değil herhalde. Bunu da cereyan etmekte olan Ortadoğu faciasında seyrediyor ve görüyoruz. Biden, yaşı dahil, bir yığın zaafı olan bir başkan adayı. Trump kazanırsa bu zaafların da payı mutlaka olacaktır. 

Şu 21. yüzyılda başımıza gelenleri ben “temsili demokrasi”nin krizine bağlıyorum. İki-kutuplu dünyada zaman zaman “ölüm/kalım” sorunu kılığına girebilen politik gerginlik bir insanın kendi bulunduğu -bulunmayı seçtiği- cepheden birtakım şikayetleri olsa da bunları seslendirmemek tercihinde bulunmasına yol açıyordu. Demokrasi sınavında, “sosyalist” olduğunu iddia eden ülkeler sınıfta kaldı. Onlar teslim bayrağını çekerken, onların despotizmine karşı “hür dünya” olma iddiasıyla savaşanların pek o kadar demokratik olmadıkları da görüldü. Bu arada unutulmaması gerekli bir etken de teknolojik gelişmedir. Teknoloji boş durmuyor, ilerliyordu ama başarıları, yarattığı imkanlar demokrasiyi yayma ya da derinleştirme yolunda kullanılmıyordu. Bu etkenlerin bir araya gelmesinin günümüzün popülist dalgasını yaratan dinamik olduğu kanısındayım. Bugünün “temsili demokrasi”sinin, “parlemanter demokrasi”sinin veremediği “benim iradem” arayışına verilen sahte cevap popülizm.

Bunları önümüzdeki dönemde uzun uzun tartışmamız gerekeceği kanısındayım. Ortaya bir “sorun” çıkması insanları düşünmeye, aramaya davet eder. Marx’ın dediği gibi, bu aşamaya gelmek muhtemel “çözüm”ün ucunun da görünmeye başladığının sinyali olabilir.

Umarım öyledir.

Murat Belge kimdir?

16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi'ni ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi. Aynı bölümde asistanlık ve doktora yaptı. 1969'da İngiltere'deki Sussex Üniversitesi'nde araştırmacı olarak bulundu. Christopher Caudwell ve Marksist estetik konulu teziyle 1980'de doçent oldu.

Genç yaşlarda yaptığı William Faulkner ve James Joyce çevirilerinin yanı sıra 1964'ten itibaren Yeni Dergi, Papirüs gibi dergilerde çıkan eleştirileri, yorum yazılarıyla tanındı. Namık Kemal, Behçet Necatigil gibi yazarlar üstüne incelemeler yaptı. 1970'te Halkın Dostları Dergisi'nin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1975'te Birikim dergisini kurdu. 1981'de YÖK'ün kuruluşunun ardından üniversiteden istifa etti. 1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu, 1984'te Yeni Gündem dergisini çıkartmaya başladı. Denemelerini Tarihten Güncelliğe (1983), 12 Yıl Sonra 12 Eylül (1992), Edebiyat Üstüne Yazılar (1994) kitaplarında topladı. 1980'lerde Sadık Özben mahlasıyla düzenli olarak mizah yazıları yazdı. 1991'de Helsinki Yurttaşlar Derneği, Türkiye şubesini kurdu. 1997'de profesör oldu; 1995'ten bu yana Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Marksist estetikten militarizme, edebiyattan yemek kültürüne, Osmanlı ve İstanbul tarihine dek birçok farklı alanda 26 tane kitabı ve çok sayıda makalesi yayımlandı. Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı. Hale Soygazi ile evli.

Kitapları

- Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997)

- Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989)

- Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997)

- The Blue Cruise (Boyut, 1991)

- Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992)

- 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992)

- İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007)

- Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995)

- Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997)

- Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998)

- Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001),

- Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002)

- Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003)

- Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)

- Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007)

- Genesis: "Büyük Ulusal Anlatı" ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009)

- Balkan Literatures in the Era of Nationalism (Jale Parla ile birlikte, 2009)

- Sadık Özben'in Toplu Eserleri (Helikopter, 2010)

- Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011)

- Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013)

- Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014)

- Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014)

- Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi)

- Step ve Bozkır - Rusça ve Türkçe Edebiyatta Doğu-Batı Sorunu ve Kültür (2016)

- Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018)

- "Siz isterseniz…" – Popülizm Üzerine Yazılar (İletişim, 2018)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları II (İletişim, 2019)

Çevirileri

- Hegel Üstüne: W.T. Stace

- Martin Chuzlewitt: Charles Dickens

- Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner

- Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce

- Arabadakiler, Patrick White

- 1844 Elyazmaları: Karl Marx

- Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger

- Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman

- Yazıcı Bartleby: Herman Melville

- Kayıp Kız: David Herbert Lawrence

- Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetie

- Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte)

- Yanya Sultanı – Tepedelenli Ali Paşa: William Plomer

 

Yazarın Diğer Yazıları

“Siyasal İslam”

Bu, İslam’a özgü bir durum mu?  İslamcılar mı, sadece İslamcılar mı, “Siyasetsiz olmaz!” diye tutturuyorlar? Hayır. Hemen hemen bütün dinler aynı şeyleri söyleyecektir. Dinden söz ediyoruz, “Tanrı”dan söz ediyoruz. Bir topluluğu yönetmenin tanrısal buyruklardan başka temeli olabilir mi? “Laik bir tanrı” olabilir mi?

Sivil anayasa

AKP tarafı “sivil” kavramında ısrar eder ve burada bir “keramet” keşfederken “demokratik” kavramını kullanmaktan da aynı ısrarla kaçınıyor. Oysa bundan böyle (ve aslında ezelden beri) ihtiyaç duyduğumuz şey, Anayasa’nın da, “ana” olmayan yasaların da, genel siyasi atmosferin de “demokratik” olması

Değişim yaratan yerel seçim

Yerel seçimden görmezden gelinemeyecek bir kazançla çıkmak, Özel’in CHP’sine, bir manevra alanı açmıştı. Seçim kaybetmiş bir partinin iktidara “Bizi kaale alın” çağrısında bulunması o parti açısından bir zayıflık işareti olarak algılanabilir, yorumlanabilir. Ama CHP’nin kazandığı başarıyla muhatabına “Gelin, konuşalım” demesi bir güçlülük göstergesidir