11 Ekim Cuma günü TBMM’ye sunulan ve 12 maddeden oluşan Savunma Sanayii ile İlgili Bazı Düzenlemeler Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi ile kol saatleri ve insansız hava taşıtları (dronelar) ÖTV kapsamına alınırken teklifin 4’üncü maddesi ile de Savunma Sanayi Destekleme Fonu’na (SSDF) aktarılmak üzere araç alım satımından, gayrimenkul alım satımından, noterlik ücreti alınan işlemlerde işlem başına 75 lira ve 100 bin lira ya da üstü limite sahip kredi kartlarından şimdilik yıllık 750 lira bir katılma payı alınması gündeme geldi.
Teklifin 4’üncü maddesinde Savunma Sanayi Destekleme Fonu’na (SSDF) aktarılacak tutara neden vergi denilmedi de katılma payı denildi? sorusu oldukça önem arz etmektedir. Çünkü buna vergi denilmiş olsaydı amaç hasıl olmamış olacaktı.
Şöyle ki…
Teklifin 4’üncü maddesinde alınması planlanan gelirler pekâlâ vergi olarak düzenlenebilirdi. Hatta Gider Vergileri Kanunu’na bir madde ekleyip ya da mülga olan bir madde aktif hale getirilip vergi olarak alınabilirdi. Zira Gider Vergileri Kanunu’nda bu şekilde birden çok vergi var. Örneğin m.39 özel iletişim vergisi, m.34 konaklama vergisi Gider Vergileri Kanunu’nda bulunmaktadır. Bu Kanuna yapılacak düzenlemenin ruhuna uygun bir işlem vergisi konulabilir ve vergi olarak tahsil edilebilirdi. Ama katılma payı denilerek farklı bir strateji izlendi. Ayrıca bu yeni düzenleme vergiye de tam uygun değil. Kafalar karışık biraz herhalde.
Katılma payı, genel olarak kamusal tesislerin yapılması, iyileştirilmesi ya da genişletilmesi için harcanan masraflara doğrudan bir katkı biçiminde tahsil edilen ve kamusal harcamaların finansmanını sağlayan paralar olarak tanımlanmaktadır. Harcamalara katılma payları, 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu m.86 ilâ m.94 arasında düzenlenmiştir. Belediye Gelirleri Kanunu m.86’da yol harcamalarına katılma payı, m.87’de kanalizasyon harcamalarına katılma payı, m.88’de su tesisleri harcamalarına katılma payı şeklinde üç adet olarak sınıflandırılmıştır. Buradaki katılma paylarının amacı belediyenin olası yol, kanalizasyon, su tesisleri harcamalarına belediye mukimlerinin dahil edilmesidir.
Oysa kamunun normal gelirleri[1] arasında sayılan vergi, kamu harcamalarını finanse etmek amacıyla ve maliye politikası aracı olarak kullanılan gerek merkezi yönetim gerekse yetki verilen –belediyeler gibi- diğer kamu kurum ve kuruluşlar tarafından tahsil edilen hem cebri hem de karşılıksız olan en önemli kamu geliridir. Vergiler bu anlamda toplumsal yararı bulunan kamu giderlerini finanse etmek için alınır ki Anayasa m.73 birinci fıkra da bunu emreder.
TBMM’ye sunulan kanun teklifinde yer alan katılma payları savunma sanayiine katkı sunmak amacıyla getirilmek istenmektedir. Zira teklifin gerekçesinde de “SSDF'nin kaynaklarının artırılması amaçlanmaktadır” denilmiştir.
Ancak ulusal menfaatlere kaynak olması adına katılma payı değil de vergi ihdas edilmesi vergileme tekniği açısından daha doğru olacaktır. Zira alınan vergiler zaten ulusal menfaatler adına yapılan kamu giderlerini finanse etmek için kullanılmaktadır.
Peki kanun koyucu vergi ile katılma payı arasındaki farkı bilmiyor mu? Elbette biliyor ama iyi de neden vergi yerine katılma payı yazdı kanun teklifine?
Bu sorunun ilk cevabı 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu m.13/g’de yer almaktadır. 5018 sayılı Kanun’un 13/g maddesinde “Belirli gelirlerin belirli giderlere tahsis edilmemesi esastır.” ilkesine yer verilmiştir. Bu, literatürde ademi tahsis ilkesi olarak da bilinir. 5018 sayılı Kanun’un (I) sayılı cetvelinde yer alan genel bütçeye doğrudan gelir kaydedilen bu vergiler hazinenin havuzuna aktarılır ve toplandığı yer ya da konusuna bakılmaksızın bütçe kanununun izin verdiği ölçüde her türlü kamu hizmeti için harcanabilmektedir.
Özetle bu, vergi olsaydı SSDF’ye doğrudan aktarılmayıp hazineye/bütçeye aktarılacaktı. Bu nedenle de bu payları doğrudan SSDF'ye aktarabilmek ve 5018 Sayılı Kanun m.13/g yani adem-i tahsis kuralını devre dışı bırakmak amacıyla bu gelirlere katılma payı denildi.
Zaten 12 Ekim’de Cevdet Yılmaz da yaptığı açıklamada tek kuruş bütçeye girmeyecek dedi.
Yani bu şekilde toplanacak katılma payları bütçeye dahil edilmeyip doğrudan SSDF’ye aktarılmak istenmektedir.
Sorunun ikinci cevabı mali güç ile alakalıdır. Şöyle ki,
Anayasa m.73’ün “Herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, malî gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür.” şeklindeki birinci fıkrasında geçen mali güç kavramı oldukça önemlidir. Yani bir kişinin geçmişte elde ettiği serveti ile şu andaki gelir ve mal varlığı toplamı mali gücünü verir. Ancak bu fıkrada geçen mali güç kavramı sadece vergiler için kullanılmaktadır.
Oysa 2464 sayılı Belediye Gelirleri Kanunu m.86 ilâ 94 arasında düzenlenen harcamalara katılma payları, Anayasa Mahkemesi verdiği bir kararda benzeri mali yükümlülük olarak sayılmıştır. Yani katılma payları vergi değildir.
Bu nedenle kanun teklifinde SSDF’ye aktarılmak üzere yapılan katılma payı düzenlemesini vergi olarak tesis etmeyerek olası bir Anayasa Mahkemesi başvurusu ile mali güce göre aykırılık savıyla düzenlemenin iptalinin önüne geçilmiştir. Önden tedbir alınmış diyelim buna.
Bu durum tüm katılım payları için mi geçerli?
Teklifin 4’üncü maddesinde düzenlenen katılım payları -ki benzeri mali yükümlülük olarak düşünülecek- vergi olarak düzenlenseydi mali güce aykırı bir durum göstermemiş olacaktı. Burada sadece kredi kartı limitine bağlı olarak alınacak katılma payının aykırılığı düşünülebilirdi. Çünkü kredi kartı limitinin yüksek olması bir mali güç ve/veya yüksek gelir göstergesi olamaz. Bu nedenle özellikle bu düzenlemenin mali güce göre aykırılık engeline takılmaması için vergi olarak değil de katılma payı olarak düzenlendiğini sanmaktayım.
Kredi kartı limitine ilişkin özel bir husus var
Peki bu düzenlemeler Anayasaya aykırı mı? Cevabı çok açık hayır. Kredi kartı limiti için getirilen katılma payı haricindekilerin Anayasaya aykırılığı nedeniyle iptal olabileceğini düşünmüyorum.
Ancak kredi kartı limitine bağlı olarak getirilecek katılma payının Anayasa m.13 kapsamında değerlendirilip iptal edilebileceği kanaatindeyim.
Şöyle ki…
Anayasanın “elverişlilik” ilkesi
Anayasa m.13 ölçülülük ilkesini düzenlemiştir. Ölçülülük ilkesi, vergi hukuku bakımından vergi oranlarının, faizin ya da zammın, aşırılığa kaçmamasını ifade eder. Anayasa Mahkemesi bir kararında “Kanun koyucu, düzenlemeler yaparken hukuk devleti ilkesinin bir gereği olan ölçülülük ilkesiyle bağlıdır. Bu ilke ise “elverişlilik”, “gereklilik” ve “orantılılık” olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. “Elverişlilik”, başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç için elverişli olmasını, “gereklilik” başvurulan önlemin ulaşılmak istenen amaç bakımından gerekli olmasını, “orantılılık” ise başvurulan önlem ve ulaşılmak istenen amaç arasında olması gereken ölçüyü ifade etmektedir. Bir kurala uyulmaması nedeniyle kanun koyucu tarafından öngörülen yaptırım ile ulaşılmak istenen amaç arasında da “ölçülülük ilkesi” gereğince makul bir dengenin bulunması zorunludur.” şeklinde izah etmiştir.
Elverişlilik ilkesi temel bir hak veya hürriyeti sınırlayacak aracın sınırlama amacının gerçekleşmesi için elverişli olmasını ifade eder. Diğer bir deyişle sınırlama için seçilen araç, sınırlama amacının muhtevasına uygun olmalıdır.
Kanun teklifi savunma sanayini finanse etme amacına yönelik düzenlemesiyle birlikte bu finansal kaynağı oluşturmak için kullandığı katılım payı isimli aracın kişilerin elde ettiği bir gelirden değil özünde kredi kartı limitinden yani kişilerin bankalara yönelik bir borçlanmasından talep edilmektedir.
Bu durumun vergi politikaları açısından tuhaflığı bir yana elverişli bir araç olup olmadığı tartışılmaya muhtaçtır. Zira devletin elde etmeyi arzuladığı gelirin bağlandığı hususun bir gelir kalemi değil de borçlanma gücü olduğu düşünüldüğünde mülkiyet hakkına yönelik müdahale için seçilen bu aracın borçlanma gücü olan kişiler açısından getirildiğine yönelik bir elverişlilik testine ihtiyaç vardır.
Kişilerin kredi kartlarının harcama limitlerinin belirlenmesi konusunda uygulamada objektif kriterlerin olduğunu düşünmek büyük bir yanılgı olur. Zira uygulamada kredi kartı limiti yüksek olan kişilerin kategorik olarak borçlanma gücünün veya tersinden düşünecek olursak yüksek borçlanmaya yetecek gelir gücü veya kudretinin bir gösterge olduğu kabul edilemez.
Daha basit bir ifadeyle asgari ücretle çalışan birinin günümüz ekonomik koşullarında kredi kartı limitinin 100 bin lirayı aşması durumunda bu kişinin alım gücünün de yüksek olduğu sonucunu çıkarmak ciddi bir hata olur.
Kanun teklifindeki düzenlemenin amacı borçlanabilme gücü olanlardan yani kredi kartı limiti yüksek olanlardan savunma sanayiine katılım payıyla gelir aktarmaktır. Bu nedenle borçlanma kabiliyeti/kredi kartı limiti baz alınarak kişilerin yüksek gelir edindiği yönünde bir sonuç çıkarmak ciddi bir yanılsamadır. Dolayısıyla da katılım payı almada kredi kartı limitinin baz alınması “elverişli” olma açısından kabul edilmemelidir.
Bu düzenleme olur da AYM’ye götürülürse bu nedenle iptal edilebilir.
Düzenlemeden beklenen gelir ne kadar?
AKP Grup Başkanı Abdullah Güler’in yaptığı açıklamaya göre hedeflenen gelir 70-80 milyar lira kadardır. Ancak şu an işlemde olan yüz milyondan çok fazla kredi kartı bulunmaktadır. 100 bin lira ve üstünde limiti olan ise yaklaşık 62 milyon adettir. Limitini düşürüp bu işlemden kaçacak insanların olacağını tahmin ettiğimizden bu sayının 60 milyon olması durumunda kart başına da 750 lira yıllık katılım payı alınacağından yaklaşık 45 milyar lira buradan gelir sağlanacak. Yani Güler’in dediğinden daha fazla bir gelir toplanacak gibi duruyor. Ya da çok büyük bir kesim limitini düşürerek beklenen gelir hedefini sağlatmayabilir. Zaman gösterecek bunu…
Son söz
Özellikle kredi kartlarına ilişkin basında ve sosyal medyada tepkiler oluşmaya başladı. Kuvvetle muhtemel buna itiraz edenler savunma fonuna gideceği için sevimsiz şekilde suçlanabilir, hatta vatan hainliğiyle bile.
Birçok kişi kredi kartı limitini 100 bin liranın altına çekmeye başladı bile. Ancak hatırlatmakta fayda var; olur da bu kanun yasalaşırsa kredi kartı limitine bağlı alınacak katılma payına ilişkin 4 ve 5’inci maddeler 1 Ocak 2025’te yürürlüğe girecek. O nedenle kredi kartı limitini düşürmek için acele etmeye pek gerek yok.
Bir diğeri kredi kartı limiti 100 bin lira ya da üstündeyse banka, her yıl ocak ayının 5’inci gününe kadar hesabımıza katılma payını (2025 yılında 750 lirayı) yansıtacak. Yıl içinde limiti yükseltir ya da yeni kart alırsak limiti yükselttiğimiz ya da yeni kart aldıysak kartın kullanıma açıldığı ayın hesap ekstresine yansıtılacaktır. Ve bize yansıtılan bu tutar Banka aracılığıyla ödenecektir.
Ancak yukarıda detaylı şekilde de bahsettiğim üzere kanun teklifindeki yeni gelir kalemleriyle alakalı Anayasal bir iptal gerektirecek bir hususa rastlamadım sadece kredi kartı limitine bağlı alınacak katılma payı Anayasa m.13/elverişlilik uyarınca ele alınabilir.
O nedenle kanun, Resmi Gazete’de yayımlandıktan sonra muhalefetin bunu Anayasa Mahkemesi'ne taşıyacağını sanıyorum.
[1] Süreklilik arz eden vergi, resim gibi kamu gelirlerine normal gelir, süreklilik arz etmeyen borçlanma gibi kamu gelirlerine ise olağanüstü gelirler adı verilir.
Murat Batı kimdir?
Prof. Dr. Murat Batı, 14 Aralık 1974 tarihinde Diyarbakır'da doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Diyarbakır'da tamamladı. Lisansını Ankara Gazi Üniversitesi'nden, yüksek lisansını Hacettepe Üniversitesi'nden, doktora derecesini "Türev Araçların Vergilendirilmesi" teziyle 2012 yılında İstanbul Üniversitesinden aldı.
Mali hukuk alanında 2016 yılında doçent, 2022 yılında profesör kadrosuna (Ondokuz Mayıs Üniversitesi Hukuk Fakültesi) atandı.
Çok sayıda üniversite, banka, belediye ve profesyonel şirkete, özellikle vergi hukuku alanında eğitimler verdi; hukuk ofisleri ile YMM ofislerine danışmanlık yaptı.
"Vergi Hukuku (Genel Hükümler)", "Muhasebe Hileleri ve Vergiden Kaçınmanın Türk Vergi Mevzuatındaki Yasallığı", "Türk Vergi Sistemi" kitapları yayımlandı; 60'tan fazla ulusal ve uluslararası akademik yayında makale ve kitap bölümü yazdı.
Kısa bir süre Cumhuriyet, Dünya ve BirGün gazetelerinde konuk yazarlık yaptı. Eylül 2020'den itibaren T24'te yazmaya başlayan Murat Batı, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mali Hukuk Ana Bilim Dalı Başkanlığı görevini halen sürdürmektedir.
|