22 Temmuz’da emniyet mensuplarına yönelik başlayan operasyona, gözaltına alınan ve tutuklananların eşleri, aileleri, yakınları ve onları destekleyenlerin verdiği tepki gerçekten siyasal olarak önemli.
22 Temmuz’da yapılan operasyonu salt AK Parti-cemaat gerilimi, 17-25 Aralık operasyonlarının iktikamı olarak okuduğunuzda meseleyi “açıklamış” olursunuz ama bu asla ne olduğunu ve ne olacağını “anlamaya” yetmez.
Cemaat ‘siyaset’le tanışıyor
Operasyona uğrayanları destekleyenlerin günlerdir gösterdikleri dayanışma, sembol bir hareketten yapılan tişort, emniyet ve adliye önünde yapılan demokratik protesto ve sessiz bekleyişler; daha önce görülmeyen şeyler. Bunları eylemler tamamını cemaate yakın insanlar olarak tanımlasanız bile; bu yapılanlar cemaat mensuplarının tek tek “siyasetle”, “sokakla” tanışmasıdır.
Yani özel alanda kimliksel ve kültürel dayanışma; kamusal alanda seçimlerde oy verme dışında, cemaat ilk kez sokakta aktif siyasetle tanışıyorlar. Bu Türkiye için olumlu ve büyük bir adımdır.
İdeolojik bir aygıt olarak hukuk
Buna yol açan ise cemaatin ilk defa kimlik olarak “devletin ötekisi” olmasıdır.
Bu açıdan, devlet bir kez daha iyi bildiği bir işi yapıyor ve kendisine rakip gördüğünü en güçlü aygıtlarından biri olan “hukuk” üzerinden devre dışı bırakmaya çalışıyor. Geçmişte yaptığını bir kez daha yapıyor devlet.
Cumhuriyetten bugüne kadar kamusal alanın dışında tutulmak istenen muhafazakârları, Kürtleri, sosyalistleri, Alevileri, onların kurdukları partileri, dernekleri nasıl hukuk aracılığıyla devre dışı bıraktıysa, şimdi de aynısını yapıyor.
Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) laiklik gerekçesi ile ulusal bütünlüğü, Türk kimliğini gerekçe göstererek kapattığı partileri düşündüğümüzde resim daha net ortaya çıkar.
Kısaca Türkiye’de devletin “ötekisi ve mağduru” çoktur.
Herkes bir gün muktedir olacağına inanıyor
Bu devletin çok iyi bildiği bir şey daha var. O da devletin, konjonktürel olarak “öteki”, “hain” ilan ettiğine karşı hangi toplumsal kesim, hangi kimlikle işbirliği yapacağını çok iyi bilmesidir.
Bunun için Alevileri, milliyetçileri, solcuları, İslamcıları, ulusalcıları kullanmıştır, kullanacaktır. Devlet, Türkiye’de farklı kimliklerin kendi gettolarında yaşadığını bildiği için bunu, bu kadar kolay yapabilmektedir.
Devletin bunca ceberrutluğuna ve otoriterliğine rağmen, mağdurlar, devlete karşı bir araya gelmek yerine sıra beklemeyi tercih ettiler. Herkes adeta bir gün devleti yönetmek için sırasının kendisine geleceğini sanıyor. Özgür olmak için siyaseti değil muktedir olmak için devletten işaret bekliyorlar.
28 Şubat demokratları
28 Şubat’ta muhafazakâr kesim kendine biraz özeleştirel bakarak başka bir siyasi hatta girdi ve iktidar oldu. AK Parti’nin toplumun farklı kesimleri ile girdiği demokrasi koalisyonu onu iktidara taşıdı.
AK Parti’nin başarısı devlete mesafe alma ve devletin mağdurları ile işbirliğiydi.
Ancak AK Parti, 2011’den sonra devleti dönüştürmeyi değil onu yönetmeyi tercih etti. İktidar olmaktan devlet olmaya terfi etti. İttifak ettiklerine ihtiyacı kalmadığı için yolları ayırdı. Önce liberaller, özgürlükçü solcular ile son olarak da cemaatle.
Devlete mesafe alan özgürleşiyor
Bütün Türkiye siyasi tarihi bize gösteriyor ki, kimliğinizden, siyasi ideolojinizden bağımsız olarak devlete mesafe alan özgürleşiyor, devlete yaklaşan ise otoriterleşiyor.
Bugün AK Parti’nin durumu bu.
Devletin ötekisi bugün cemaat. Ve devlet geleneği olarak cemaate karşı kiminle işbirliği yapacağını iyi biliyor.
Bu durumun en yararlı sonucu yukarıda da yazdığım gibi cemaatin hem bireysel hem de cemaatsel olarak siyasetle tanışması.
Onun için hem Ruşen Çakır’ın “Cemaat yeni bir dönemin eşiğinde: Sivil itaatsizlik” yazısı hem de Taraf’ın “Cemaat ilk kez sokağa çıktı” haberi; tartışmanın belki birbirini tamamlayan belki iki farklı tarafını haber veren gelişmeler.
Tepeden değil tabandan demokrasi
Umarız bu gelişme cemaatin bugüne kadar görünür alandaki sivil toplum, medya ve akademi alanında kurumsal olarak sürdürdüğü özgürlükçü tavrı daha da derinleştirip, genişletebilir. Bu aynı zamanda bir özeleştiri sürecini de başlatabilir. Çünkü devlet kurumları üzerinden demokratikleşme mümkün değil. Aslolan tabandan siyaseti örgütlemek.
Türkiye’de artık devletin tüm ötekilerinin demokrat olma, demokrasi ortak kesininde bir araya gelme zamanı gelmiştir.
Tek parti döneminin, Kemalizmin mağdurları bunu beceremedi. Bakalım “ikinci tek parti dönemi” yolundaki AK Parti’nin mağdurları, ötekileri bunu başarabilecekleri mi?
Belki de ilk sınav Cumhurbaşkanlığı seçimidir.
Bayram notu: Tüm okuyucularıma şeker tadında bir bayram dileğiyle.
@murataksoy