Ekonomide de üstünlerin
hukuku geçerli hale geliyor
CHP’nin Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek-Böke, hukukun üstünlüğünden , üstünlerin hukukuna geçildiğini söyledi. Sayek-Böke; “Bireyler için hukuk neyse ticari şirketler için de o. Üstünlerin hukuku dediğimiz şey her yere sirayet etmiş durumda.” dedi.
Yeni dönemde CHP’yi gençleştirmeye ve topluma daha çok açmak isteyen Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu, ekonomi politikalarının başına genç bir siyasetçiyi getirdi: Selin Sayek-Böke. Bilkent Üniversitesi’nde İktisat Bölüm Başkanı ve İktisadi ve İdari Sosyal Bilimler Fakültesi Dekan Yardımcılığı yapan Doç. Dr. Selin Sayek-Böke, 14 Eylül 2014 tarihinde CHP Ekonomi Politikaları’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcılığı’na atandı. ODTÜ İktisat Bölümü’nden birincilikle mezun olan Sayek-Böke doktorasını Duke Üniversitesi’nde tamamladı. 1993-2003 yılları arasında Bentley College, Dünya Bankası, IMF ve Georgetown Üniversitesi’nde görev yaptı. Sayek-Böke ile Türkiye ekonomisini ve CHP’nin ekonomiye temel bakışını konuştuk.
CHP Ekonomiden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak Türkiye ekonomisini nasıl görüyorsunuz?
Büyümemiz gerekenden, büyüyebileceğimizden çok daha yavaş büyüyoruz. Bu yüksek işsizlik ve artmayan gelirlerde kendini gösteriyor. Türkiye ekonomisi durgun bir dönemden geçiyor. Bazı ülkelerin bizden de yavaş büyüyor olmasıyla kendimizi avutamayız. Zengin ülkelerin arasına katılmak için üretimimizi artırmak zorundayız. Mevcut politikalar ile bu gerçekleşmeyecek.
Bunun nedeni yapısal mı, konjonktürel mi?
Dünya ekonomisinin içinde bulunduğu koşullar Türkiye için pek çok açıdan fırsat sunuyorken, Türkiye'deki büyümenin yavaşlaması düşündürücüdür. Bu durgunluğun nedeni de konjonktürel değil yapısaldır. Elbette her ekonomide inişler, çıkışlar olur. Ama yapısal reformlar özellikle 2007’den itibaren ihmal edildiği için geçici bir iniş değil kalıcı bir durgunluk yaşıyoruz. Bu nedenle de ekonomide sürdürülebilir bir başarı yakalayamıyoruz.
2007’nin gerisindeyiz
Yapılmayan nedir 2007'den itibaren?
En önemlisi 2002-2007 arasında sağlanan yapısal iyileşmenin önce durması ardından da geriye dönülmesidir. Hukuktan eğitime, temel hak ve özgürlüklerden Merkez Bankası, BDDK ve RTÜK gibi bağımsız üst kurumların özerkliğine uzanan çok geniş bir alanda geri gidiyoruz.
Kurumsal yapılar neden önemli?
Kurumsal yapılar yatırım ikliminin güvencesidir. Kurumsal yapıların iyi işlemediği ülkelerde yatırımcı yatırımının geleceğini öngöremez. Kurumlar bağımsızlığını kaybettikçe yatırım azalır. Türkiye'de olan da budur. İktidar otoriterleşip bağımsız olması gereken kurumları güdümüne aldıkça insanımız yoksullaşmaktadır.
Hukuk devletinden parti devletine dönüştürülüyor
Bu daralmanın hukuki boyutu var mı?
Yapısal sorunun ikinci boyutu da hukuki alandadır. İş yapabilme ortamı dediğimiz ortam, iş yapanın, yatırım yapanın, girişimde bulunanın hakkını hukuki alanda savunabileceği, kendini güvende hissedebileceği ortamdır. Türkiye AKP eliyle hukuk devletinden parti devletine dönüştürülmeye çalışılıyor. Bunun yargı süreçlerindeki sonuçları ülkemizi yatırım yapılamaz bir hale getiriyor. Türkiye artık öngörülemez ve riskli bir ülke oldu.
Ekonomide de üstünlerin hukuku geçerli
Üstünlerin hukuku ekonomik alanda da geçerli mi?
Elbette, her alanda. Bu bir bütün. Bireyler için hukuk neyse ticari şirketler için de o. Üstünlerin hukuku dediğimiz şey her yere sirayet etmiş durumda. Böyle olduğu zaman yabancı yatırımcı da gelmek istemiyor. Gelen de faiz, borsa gibi kısa vadeli fırsatlar için geliyor. Bu da kırılganlıklara yol açıyor ve yerel yatırımcı için büyük bir tehlike oluşturuyor.
Peki AK Parti ekonomide başarılı oldu deniyor. Bu gerçek mi yoksa algı mı?
AKP'nin 2002-2007 arasında devraldığı IMF programını sapmadan takip etmesi Türkiye'de pek çok insanın kendini daha müreffeh hissetmesine yol açtı. Özellikle eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim bu algıyı kuvvetlendirdi. Daha çok insanın sağlık hizmetinden faydalanması kuşkusuz olumlu bir gelişme. Ancak, burada büyük bir AMA var.
Hizmet artarken kalite düşüyor
Nedir o ama?
Biz sosyal demokratlar kamu hizmetlerini daha geniş kesimlere, daha nitelikli olarak ulaştırabileceğimiz konusunda iddialıyız. Bugün bütün vatandaşlarımız eğitim ve sağlık alanındaki nitelik sorununu bizzat yaşıyor. Örneğin, velilerimiz kalabalık sınıflardan şikayetçi. Ders kitapları ücretsiz dağıtılıyor ama içerik sorunlu. Tablet dağıtmayı hedeflerken bilişim okuryazarlığını ihmal ediyoruz. Kısacası, AKP eğitim ve sağlıkta maliyeti yüksek makyaj hamleleri ile algı yönetiyor. Benzer bir siyaseti sosyal yardımlarda da görüyoruz.
Nasıl yani?
Sosyal devletin görevi istisnasız ve ayrımsız tüm vatandaşlarını güvence altına almaktır. Sosyal demokrasinin hak temelli anlayışında yapılması gereken ihtiyaç sahibi vatandaşların muhtaçlık durumunu ortadan kaldırmaktır. AKP'nin yapmadığı, yapmak istemediği budur. AKP, muhtaçlığı kalıcı hale getirip bunu siyaseten istismar ediyor. CHP’nin hedefi sosyal politikaları muhtaçlığı ortadan kaldıracak şekilde tasarlamak ve hayata geçirmek, yardımları ihtiyaç olduğu sürece devam ettirmektir. Bizim ekonomiye bakışımızın temelinde insan var. Onun mutluluğu var.
Amaç muhtaçlığı ortadan kaldırmak
Nasıl başaracaksınız?
Şu anda sosyal yardımların yaşamsal destek sağladığı geniş bir kitle var. Bu yardımlar devam edecek. Amaç bu vatandaşlarımızı yardıma ihtiyaç duymayacakları konuma taşımak. Biz sosyal politikaları toplumda sosyal güvenceye ihtiyacı olanları iktidara mahkum etmeyecek biçimde düzenlemek istiyoruz. CHP’nin Aile Sigortası sosyal yardımların tek bir çatı altında kanun güvencesine kavuşturularak oy için yardımların istismar edilmesini engelleyecek. Muhtaçlıktan kurtulmanın temelinde ise her kesimden insanımızın yüksek nitelikli eğitime ulaşması var. Eğitim CHP’nin hem iktisadi hem de sosyal politikalarının odak noktası.
Cari açık ciddi bir sorun
“Türkiye'nin IMF'ye borcunun kapatılması olumludur. Ama mesele devlet borcunun IMF’ye olan kısmını kapatmakla bitmiyor. IMF'ye borçlu değiliz ama başka ülkelere, şirketlere ve bankalara borçluyuz. İkisi arasında fark yok.”
Türkiye'nin cari açık sorunu var mı?
Cumhuriyet tarihinin en kötü cari açık sorununu yaşıyoruz. İster kamunun ister özel sektörün olsun alınan tüm borç toplamda Türkiye'nin borcudur. Türkiye'nin IMF'ye borcunun kapatılması olumludur. Ama mesele devlet borcunun IMF’ye olan kısmını kapatmakla bitmiyor. IMF'ye borçlu değiliz ama başka ülkelere, şirketlere ve bankalara borçluyuz. İkisi arasında fark yok. Mesele Türkiye bu borçları ödeyecek kadar üretim yapıyor mu, büyüyor mu yoksa borç yeni borçlarla mı ödeniyor? Şu anda borcu borçla ödüyoruz. Geliştirdiğimiz iktisat politikaları CHP iktidarında borcu üretimle ödeyecek politikalardır.
İlişkiyi kesmek zararımıza
“Türkiye hakkında yanlış bir yorum yapıldığında bile ilişkiyi kesmek Türkiye ekonomisi için olumsuz olur. Bizim ilişkiyi kesmemiz onların etkisini azaltmaz tam tersine kamuya açık bilgi azalacağı için Türkiye bundan zarar görür.”
Derecelendirme kuruluşları zararlı mı Türkiye'ye?
Türkiye hakkında yanlış bir yorum yapıldığında bile ilişkiyi kesmek Türkiye ekonomisi için olumsuz olur. Bu kurumlar sonuç olarak, ülkeye yatırım yapacak kişi ve kurumlara yaptıkları araştırmalara göre rapor sunuyorlar. Eğer siz ilişkiyi keserseniz onlar rapor hazırlamaya devam eder ancak bu kez bizim vereceğimiz doğru verilerle değil ellerindeki kısıtlı bilgiye göre hazırlarlar. Zarar gören biz oluruz. Bizim ilişkiyi kesmemiz onların etkisini azaltmaz tam tersine kamuya açık bilgi azalacağı için Türkiye bundan zarar görür. İlişkiyi keserek değil doğru işler yaparak ve yaptığımız işler konusunda şeffaf olarak notumuzu artırabiliriz. Aksi halde…
Evet…
O zaman yatırımcılar şunu düşünür: Cumhurbaşkanının, hükümetin çekindiği bir şeyler mi var ki derecelendirme kuruluşları ülkeden uzaklaştırılmaya çalışılıyor? Bu Türkiye için ciddi bir sorun olur.
Merkez Bankası enflasyonla
mücadelenin sigortasıdır
“Hükümet artık sürdürülebilir büyümeyi gözetmediği için bağımsızlığı hiçe sayarak düşük faiz baskısı uyguluyor. Son dönemdeki tartışmalarda hükümet Merkez Bankası’na ne yapması gerektiği söyleyerek bu önemli kuruma büyük zarar verdi. Bu, bir zamanlar bağımsız olan bütün kurumlar için geçerli.”
Son dönemde Merkez Bankası üzerinden ciddi bir tartışma söz konusu. Nedir bu tartışmanın özü size göre?
2001’de yaşanan krizden sonra en büyük başarı enflasyonun hızla kontrol altına alınmış olmasıdır. Bunda iki önemli etken vardı. Biri Merkez Bankası’nın bağımsızlığı, diğeri de kamu maliyesi tarafındaki düzenlemelerdir. Merkez Bankası’nın bağımsızlığı Türkiye’de ekonominin kurumsal sürdürebilirliğinin de en önemli göstergesidir. Elbette siyasetçiler faizin düşmesini isterler ama bağımsız Merkez Bankası siyaseten popülist politikayı değil gerçekten ekonominin dengelerinin gerektirdiği para politikasını uygular. Hükümet artık sürdürülebilir büyümeyi gözetmediği için bağımsızlığı hiçe sayarak düşük faiz baskısı uyguluyor. Son dönemdeki tartışmalarda hükümet Merkez Bankası’na ne yapması gerektiği söyleyerek bu önemli kuruma büyük zarar verdi. Bu, bir zamanlar bağımsız olan bütün kurumlar için geçerli. CHP bağımsız kurumların işlerini liyakatle, gerçekten bağımsız olarak yapabilecekleri yapısal dönüşümü gerçekleştirecektir.
Bu kurumların bağımsızlıkları ortadan kalkarsa…
Son dönemdeki kur artışının temel nedeni bu endişedir. İnsanlar artık Merkez Bankası’nın faiz politikasını enflasyonu kontrol etmek için kullandığına inanmıyorlar dolayısıyla bir kur beklentisi oluşturmakta zorlanıyorlar. Bunun en büyük sebebi, hükümetin Merkez Bankası’nın bağımsızlığına yönelik söylemeleri.
Bank Asya’ya ilgili açıklamalar suçtur
“Bir bankanın sağlığı hakkında şüphe uyandıracak her açıklama suçtur. hükümet BDDK’ya ne yapması gerektiğini söylüyorsa, Türkiye’de ekonomi ciddi bir yapısal risk altında demektir. AKP iktidarı sadece demokratik alanda değil, ekonomik alanda da hızla bir krize doğru gidiyor.”
İktidarın hatta Cumhurbaşkanının bir banka (Bank Asya) hakkındaki açıklamaları ne anlama geliyor?
Bu skandal açıklamalar, ekonominin kurumsal olarak sağlam olduğu, demokrasinin güçlü olduğu ülkelerde olacak şeyler değil. Bir bankanın sağlığı hakkında şüphe uyandıracak her açıklama suçtur. Bu kanun insanların bankalara hücum etmesini önlemek için var. Yapılan ne kanun ile ne sorumluluk ile bağdaştırılabilir. Eğer bir bankayla ilgili riskli bir durum varsa BDDK’nin yetkileri ve sorumlulukları da var. Kendi iradesi ile gerekli adımları atar. Yukarıda ifade ettiğim gibi, hükümet BDDK’ya ne yapması gerektiğini söylüyorsa, Türkiye’de ekonomi ciddi bir yapısal risk altında demektir. AKP iktidarı sadece demokratik alanda değil, ekonomik alanda da hızla bir krize doğru gidiyor.
Sosyal demokrat piyasa mümkün
“Sosyal demokrat siyasetle sosyal piyasa ekonomisi anlayışı birbiriyle çelişmiyor. Sosyal adaleti, denetleyici ve düzenleyici devleti ve piyasa özgürlüklerini bağdaştırmak mümkün. CHP’nin ekonomi politikalarının odağında insan ve insanın mutluluğu olacak.”
Türkiye’de sol, sosyal demokrat partiler piyasa, ekonomi konusuna biraz mesafeli sanki. Ne dersiniz?
Şunu ifade edeyim ki, sosyal demokrat siyasetle sosyal piyasa ekonomisi anlayışı birbiriyle çelişmiyor. Sosyal adaleti, denetleyici ve düzenleyici devleti ve piyasa özgürlüklerini bağdaştırmak mümkün. Daha önce akademide, Dünya Bankası ve IMF’de yürüttüğüm bilimsel çalışmalarda, farklı ülkelerin sorunlarını ve bunların çözümlerini araştırdığım projelerde yer aldım. Bu deneyim kendi ülkeme dair somut çözüm önerileri için de esin kaynağı oldu. Bu çözümler piyasa ekonomisi çerçevesinde sosyal demokrat çözümler.
CHP'nin ekonomi politikaları adına, neler yapmayı planlıyorsunuz?
Çağdaş sosyal demokrat bir parti olarak biz de dünyadaki diğer benzerlerimiz gibi sosyal piyasa ekonomisini savunuyoruz. CHP’nin ekonomi politikalarının odağında insan ve insanın mutluluğu olacak. Politikalarımız bu ülkenin istisnasız ve ayrımsız tüm vatandaşlarını daha mutlu, daha umutlu ve daha zengin yapmaya odaklı. Bu yolda, uzun zamandır hazırlamakta olduğumuz somut politikalarımızı çok yakında düzenleyeceğimiz bir toplantı ile duyuracağız.