30 Mart sonrası BDP’nin Türkiyelileşme hedefiyle HDP'ye katılması, Batı’da dar alanda süren bir tartışma başlattı. Dar alanda diyorum, çünkü gerçekten bu tartışmalarda siyasal tarafın etkilenme şansı yok. Çünkü siyasal tarafın, siyaseten özgürlük alanı sınırlıdır.
BDP/HDP tartışmaları kaçınılmaz olarak çözüm süreci ile bağlantı kurularak tartışılıyor. Ve çözüm sürecini bir biçimde konuşmak, sizi bir anda Sadece Erdoğan karşıtı değil çözüm karşıtı da yapıyor.
Kabul edelim ki, son dönemde çözüm süreci konusunda kamuoyuna yansıyan pek olumlu adım yok. 30 Eylül’deki demokratikleşme paketi öncesi KCK, demokratikleşme süreci ilerlemiyor mealinde bir açıklaması ile çekilmeyi durdurmuştu. Aradan geçen süre içinde süreç için temenni dışında adım atıldığı söylenemez.
Çözüm süreci Türkiye’yi kaynaştırmıyor
30 Eylül’de açıklanan demokratikleşme paketindeki bazı olumlu adımlar hayata geçti ama bunların da doğrudan çözüm sürecine etkisi sınırlı.
Öcalan ve BDP kanadından gelen müzakereler yasal çerçeve alınsın talebi, MİT yasası içinde yapılan düzenleme ile sağlanmış olacak mı, o da ayrı bir tartışma.
Şu çok açık ki, bugün çözüm süreci, sadece ‘liderlerin’ inisiyatifinde yürüyen, iyi niyetli çabalara devam ediyor. Elbette tek bir cenazenin olmaması büyük bir kazanç, kabul. Ama aradan geçen süre içinde çözümü toplumsallaştıracak adımların atılmamış olması da çözüme gösterilen yaklaşımın bir yansıması.
Ve denildiği gibi, cenaze olmaması, şiddetin durması; Batı’da, Ege’de ve Karadeniz’de Kürtlerin toplumsal entegrasyonlarını hızlandırabilmiş değil. Farklı toplumsal kesimler giderek artan biçimde kendi gettolarında yaşamaya devam ediyor. Ve bu gettolaşma, farklı toplumsal kesimlerin de mobilize olması ile Gezi’den bu yana artarak devam ediyor.
AK Parti+KDP versus BDP-KCK-PYD
Bugün çözüm süreci ve bölgedeki Kürtlerin siyasal denklemine baktığımızda farklı düzlemlerde farklı rekabetlerin varlığını görüyoruz. Ve bu rekabet de çözüm konusunda iyimser olmamızı zorlaştırıyor. Itiraf temelim ki, Türkiye’de Kürt sorununun çözülmesi ve çözüm sürecinin en büyük sıkıntısı AK Parti’ bu denklemdeki siyasal tercihlerinin yarattığı sıkışmadır.
AK Parti içerde çözüm sürecini MİT üzerinden Öcalan ile yürüyor. BDP’nin –şimdi HDP’nin- buradaki rolü Öcalan ile Kandil arasındaki ilişkiyi Adalet Bakanlığı’nın verdiği “izin ve onay” çerçevesinde siyasetten çok aracılıktır. Ve HDP, AK Parti’nin bölgede siyasal rakibidir.
Bunun yanında uluslararası ilişkiler ve bölgesel işbirlikleri açısından ise AK Parti, çözüm sürecini ve bölgesel politikalarını BDP ya da Kandil ile değil bizatihi Barzani ve Kuzey Irak Kürdistan Yönetimi (KDP) ile işbirliği yaparak ilerletmek istiyor.
BDP’lilerle yan yana poz vermek istemeyenler; Barzani ile poz vermekten çekinmiyorlar. AK Parti ve KDP’nin Kürtlerle ilgi sorunları çözümü ise; ürettikleri ve sahip oldukları maddi olanaklar üzerinden imkan yaratarak; hak ve özgürlük taleplerini ikincilleştirme tercihidir.
AK Parti-KDP karşısında ise BDP-KCK’nın Rajova’da PYD ile kurmuş olduğu cephe var. Ve bu cephe, siyasetini, ekonomik gelişmeden ya da ekonomik imkanlardan yararlanma üzerine değil, Kürtlerin hak ve özgürlüklerinin kazanılması ve özerklik alanlarının genişlemesi üzerine kurmuş.
KDP’nin Rojova sınırına kazdığı çukurlar; Türkiye’nın Rojova sınırında kimi yerlerde yükseltmek istediği duvarlar işte tam da bu karşıtlığın bir ürünü.
Bu ayrışmanın bir başka somut göstergesi Kürtler arasındaki liderlik arayışının sonuçlanacağı Uluslararası Kürt Konferansı'dır. Toplanmamasının nedeni bu gerilimdir. Ertelemenin temel nedeni PKK ile Barzani arasındaki 'Kürtlerin uluslararası temsili' noktasındadır.
Bu çerçeveden bakınca çözüm süreci için umutlu olmak için yeterince olumlu sinyalin olmadığını söylemek mümkün.
KCK’nın siyasallaşma süreci
Bu aşamada HDP tartışmasına gelebiliriz.
HDP’nin Türkiyelileşmesinin koşulu demokratikleşme, temel hak ve özgürlüklerin korunması konusunda toplumun farklı kesimleriyle üst kimlikte buluşmasıdır. Radikal demokratlık bunun siyasal çerçevesi olabilir ama HDP, radikal demokrat bir parti değildir.
Son olarak 'Çözüm süreci sona ererse ne olur?' sorusuna cevap vereyim. Süreç sona ererse PKK, tekrar silah ve şiddete yönelmeyecektir. Yeni dönemde PKK'nın hedefi uluslararası alanda elde ettiği meşruiyeti siyasetle kalıcı hale getirmek olacaktır. Bunun yolu ise yerelde demokratik süreçleri kalıcı hale getirmek ve meşruiyet alanını genişletmek olacaktır. Bu bağlamda bölgede, BDP yeni HDP’li belediye başkanlarının özerklik çıkışlarını sıradan tehditler değil üzerine çalışılmış özerklik modellerinin deneme girişimleri olduğunu söylemek gerek.
Ki ifade ettikleri gibi, devlet demokratik çözüm için adım atmadıkça hakların kazanımı kaçınılmaz olarak kendi sistemini inşayı meşru hale getiriyor.
@murataksoy