10 Ekim 2024

Kadına şiddeti durdurmanın “imkânsız” ama mümkün yolları

Yasalardan taleplerimiz var, devletlerden isteklerimiz, politikacılardan beklentilerimiz… Oysa onlardan sadece şüphemiz olmalı. Çünkü o yasalar, o devletler, o politikalar en baştan beri zehirli bir eril geleneğin enstrümanı

Yeryüzünde artık bir kadının daha bir erkek tarafından öldürülmesine…

Bir çocuğa daha tecavüz edilmesine…

Eril şiddetin insan hayatını engel tanımadan tehdit etmesine…

Gerçekten ama gerçekten tahammülümüz yoksa;

Erkeklerin kadınlar üzerinde iktidar kurmasını meşrulaştıran dini inançların politik iktidar talebine de tahammülümüzün olmaması lazım.

Cinsellikle ilgili tüm tabuları hiçbir engel tanımadan masaya yatırmamız lazım.

Farklı cinsel yönelimler üzerine yapılan yıkıcı ve engelleyici tüm çabalara kalkan olmamız lazım.

Binlerce yıllık toplumsal cinsiyete dair dayatmaları zihnimizden ve kalbimizden sıyırıp atmamız lazım.

Dişiliğinden tedirgin, erkekliğinden cüretkâr çocuklar yetiştirmeyi bırakmamız lazım.

Kadın bedenini, neşesini, cilvesini tahrik unsuru olarak tanımlayan ve kısıtlayan geleneklere, göreneklere istisnasız baş kaldırmamız lazım.

Erkeğin, eve ekmek getirmekle ve ailesini koruyup kollamakla, kadının dünyaya çocuk getirmekle ve her daim korunmaya muhtaç olmakla mühürlendiği ezberini hızla bozmamız lazım.

Binlerce yıldır kadın edebi üzerine inşa edilen ahlaki kuralları hiçe sayacak, mantığa dayalı adil bir yeni ahlak oluşturmamız lazım.

İçi tehlikelerle dolu olduğu halde dokunulmazlık zırhını kuşanan aile yapısını hiç utanıp sıkılmadan sorgulamamız lazım.

Aileyi bir koza gibi içinde saklayan mahremiyet kavramının tehlikelerini dürüstlükle saptamamız lazım.

Çocuklara ve gençlere anaokuldan üniversiteye kadar cinsellikle ilgili bilimsel eğitim veren bir sistemin vazgeçilmez olması için yeri göğü yıkmamız lazım.

Yani bugüne kadar yaptıklarımızı asla yapmamamız, yapmadıklarımızı da acilen yapmamız lazım.

Eğer bunların hiçbirini göze alamaz, böyle bir değişimin hayalini bile kuramazsak…

Büyüyünce kadın ve çocuk katili olacak erkekleri ve belki daha büyüyemeden o erkekler tarafından öldürülecek bebekleri doğurdukça doğuracağız.

Zira; insan tahammül ettiği şeyler yüzünden bugün kendisine tahammül edemediği bir noktada.

Binlerce yıldır eril güce tapan devletler kuruyoruz.

Binlerce yıldır eril gücü besleyen diller konuşuyoruz.

Binlerce yıldır eril güçle dönen bir dünyada yaşıyoruz.

Ve kadınlığı da erkekliği de en baştan ve bambaşka bir şekilde tarif etmenin imkânsız olduğunu sanıyoruz.

“Benim bedenim, benim kararım” demenin aynı zamanda “Onun bedeni, onun kararı” demek de olduğunu hiç düşünmeden, toplumsal ahlakı birbirimizin cinselliği üzerine tahakkümler kurarak inşa ettik. Kadınları, çocukları o tahakkümlerin küfünden beslenen eril bir şiddete kurban vermeyi de hep kader bildik.

Yeryüzündeki en vasıfsız erkeğin bile hayata artı bir özgüvenle başlaması ve en yüksek vasıflı kadının bile derinlerinde zerre kadar da olsa muhakkak bir özgüven eksikliği yaşaması boşuna değil.

Erkeği katil, kadını maktul kılan, bizim değişmesinden ölesiye korktuğumuz kadim bir ahlak tepemizde Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor.

Bu ahlakın biçimlendirdiği kadınlık ve erkeklik algısını külliyen yok etmeden, şiddetin yok edilemeyeceğini biliyoruz ama bilmezden geliyoruz.

Yasalardan taleplerimiz var, devletlerden isteklerimiz, politikacılardan beklentilerimiz…

Oysa onlardan sadece şüphemiz olmalı. Çünkü o yasalar, o devletler, o politikalar en baştan beri zehirli bir eril geleneğin enstrümanı.

O yüzden sadece geri kalmış, hukuku zayıf, eğitimi düşük ülkelerde değil, en “medeni” ülkelerde bile erkekler kadınları öldürüyor, çocuklar cinsel istismara uğruyor, tecavüzlerin, işkencelerin, eziyetlerin ardı arkası kesilmiyor. Yani mevcut medeniyetin gücü insanlığın kalbine çöreklenmiş o şiddet zehrini yok etmeye yetmiyor.

Bugün insanın vardığını sandığı uygarlık, hala kadının erkeğin kaburgasından yaratıldığına inananların egemen olduğu koskoca bir barbarlık.

Bu barbar düzende kadına şiddeti durdurmayı talep etmek kolay. Peki ya bu şiddetin durması için yapılması gerekenleri yapmak?  Bu şiddeti besleyen alışkanlıkları, gelenekleri, inançları, sistemleri kökünden sarsmak, külliyen yıkmak?

Bunlar size zor geliyorsa…

O zaman hazır olun, daha binlerce yıl katlanacaksınız kaderinizdeki katliamlara.

Mine Söğüt kimdir?

Gazeteci ve yazar Mine Söğüt, 1968 yılında İstanbul'da doğdu. 1985 yılında Kadıköy Kız Lisesi'nden mezun oldu ve aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. Lisans eğitimini 1989 yılında tamamladı ve aynı bölümde yüksek lisansa devam etti.

Gazeteciliğe 1990 yılında Güneş gazetesinde başladı. Daha sonra Tempo dergisi ve Yeni Yüzyıl gazetesine çalıştı. Haberci adlı televizyon belgeselinin metin yazarlığını yaptı.

Çeşitli dergi ve gazetelerde yazı ve röportajları yayınlandı. 2013- 2021 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde köşe yazdı.

Yayımlanmış yapıtları

- Adalet Cimcoz, Bir Yaşamöyküsü Denemesi (Biyografi - YKY 2000)
- Beş Sevim Apartmanı (Roman - YKY 2003)
- Sevgili Doğan Kardeş (Araştırma - YKY 3003)
- Kırmızı Zaman (Roman- YKY 2004)
- Aşkın Sonu Cinayettir - Pınar Kür'le Hayat ve Edebiyat (Söyleşi - Everest Yayınları 2006)
- Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979 (Roman - YKY 2007)
- Dolapdere, Kürt Kediler Çingene Kelebekler (Deneme - Heyemola Yayınları 2009)
- Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey (Roman – YKY 2010)
- Deli Kadın Hikayeleri (Hikâye – YKY 2011)
- Darbeli Kalemler (Derleme – Getto 2011)
- Gergedan, Büyük Küfür Kitabı (Hikâye- YKY 2019)
- Alayına İsyan (Deneme - Can Yayınları 2020)
- Başkalarının Tanrısı (Roman – Can Yayınları 2022)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Madencinin sesi olmak

Çıplak ayakla Soma’dan Ankara’ya yürüdüler. İş baretlerini yerlere vura vura “Ölmek istemiyoruz” dediler. Açlık grevine girdiler. Ve gözaltına alındılar. Bir iş kazasında ölmemek ve tok karınla insanca yaşamak isteyen bir avuç maden işçisinin nezdinde şimdi bu ülkenin çok önemli bir ödevi var. Herkesin bu işçilerin kısılmaya çalışılan sesi olması gerekiyor

Kutsal kitaplar bahane, savaş şahane

Savaşlar ilk çıktığında tüm insanları öfkelendirmek yerine üzse, ama çok üzse… Yeryüzünde hiç kimse bir daha bu kadar kolay savaşamaz bir diğeriyle

Ve minareler ve süngüler ve ahmaklar

Uzun zamandır cami, süngü, mümin gibi kelimeler üzerine düşünmek için bol bol vaktimiz oldu. Bu kelimelerin işaret ettiği hayali düzeni, neredeyse tüm yönleriyle sonuna kadar resmen deneyimledik. Şimdi sıra belki de “Ahmak” kelimesi üzerine düşünmekte

"
"