Dün Yavuz Ekinci'ye romanı yüzünden açılan davayı izlemek üzere kalabalık bir grup yazar hep birlikte Çağlayan Adliyesi'ndeydik.
Herhangi bir mesleki ya da politik organizasyonla değil hepimiz kendiliğimizden, arkadaşımızın yanında olmak ve "Edebiyat yargılanamaz" cümlesini çoğaltmak için sabah 09.30'da yargılamanın yapılacağı Ağır Ceza Mahkemesi'nin kapısına dikilmiştik.
Yavuz, Ağır Ceza'da yargılanıyordu çünkü ona yöneltilen suçlama "Roman yazarak terör örgütü propagandası yapmak, terörü övmek"ti.
Söz konusu roman 2014 yılında yazılan "Rüyası bölünenler".
Roman ilk baskısının üzerinden 9 yıl geçtikten sonra Cimer'e yapılan bir ihbarla yazarının ifadesi bile alınmadan geçen yıl toplatılmıştı. Bu da yetmemiş bir yıl sonra da yazarı terör propagandası yapma suçlamasıyla yargılanıyordu.
Yavuz bu mahkemeyi duyurmak için yazdığı mesajında "Hukuk bana bu romanı neden yazdın diye soruyor" diyordu.
Bu soruyu bir yazara bir gazeteci, bir eleştirmen ya da bir okuru rahatça sorabilir. Ama soran bir savcı ya da hâkim olunca işin rengi orada değişiyor.
Yazdıklarının hesabını değil okura, eleştirmene, hatta bazen kendisine bile vermek zorunda olmayan yazar, defalarca mahkemeye çıkıp neyi neden yazdığını anlatmak zorunda kaldığında, bu bir hukuk değil mantık sorunu haline geliyor.
Edebiyatçılar hukukçulara roman yazmanın nasıl bir iş olduğunu anlatmak zorunda kalıyorlar.
Bu davada da durum değişmedi. Yavuz Ekinci'nin savunması hukuka verilen "Hayal gücüyle yeniden yaratılan gerçeklik ve edebi kurgunun incelikleri" temalı bir edebiyat atölyesine dönüştü.
Hukuksa, her zamanki gibi Türk sinemasının kötü adamı Erol Taş'ı sokakta görünce yuhalayıp taşlayan kaba seyirci misali duyduğunu, gördüğünü anlamayan, hatta yanlış anlayan bir cehalet abidesi gibi hayasızca sormaya meyyaldi:
"Sen bu romanı neden yazdın?"
Siz istediğiniz kadar, "Evet, roman meselesini bir gerçeklik üzerine kurdu ama orada yazılanlar gerçek değil kurgu, yani hayal ürünü" deyin, resmi tarihe hizmet eden hukuk, eğer niyeti yoksa, cevabı duymazdan geliyor. Kendi cevabını yaratmanın yollarını arıyor.
Romanlar, şiirler, hikâyeler, oyunlar, şarkılar da işte bu yüzden yazılıyor, filmler bu yüzden çekiliyor. Sanatın işi gücü bu.
Tek bir cevabı olmayan çetrefilli meseleler farklı açılardan ele alınsın diye…
Düşünülmeyen şeyler de düşünülsün, görülmeyenler de görülsün diye...
En önemlisi de sadece sistemin ya da siyasi niyetin değil bizzat insanın hikâyesi de kayda geçsin, geçebilsin diye…
Dünkü duruşmada mahkeme heyetine yazar ve avukatları tüm bunları tane tane anlattılar.
Yazarın hayal gücünden bahsettiler, yaratıcılığın ne demek olduğundan. Yazarla yazdığı metin arasında kurulması ve kurulmaması gereken bağlardan bahsettiler. Heyet anlatılanlarla ne kadar ilgilendi emin olamadık. Nihayetinde ilk celsede bir karar çıkmadı, ikinci duruşma tarihi Aralık ayına verildi.
Guernica, Pablo Picasso'nun en ünlü resimlerinden biridir. İspanya İç Savaşı sırasında Nazi Almanya'sının İspanya'nın Guernica şehrini bombalamasını anlatır. Tabloda iç içe geçmiş birçok figür vardır. Acı çeken insanlar ve yaralı hayvanlar, parçalanmış cesetler... Savaşta yaşanan en korkunç görüntüler ve duygular bu resimde güçlü bir şekilde bir aradadır. Bu resim sanat tarihinin savaş karşıtı en önemli eserlerinden biri olarak kabul edilir.
Bir gün katıldığı bir sergide Alman bir general Picasso'ya yaklaşıp "Bu tabloyu siz mi yaptınız?" diye sorar.
Picasso cevap verir.
"Hayır, siz yaptınız."
2014 yılında, yani "Açılım sürecinde" yazılan bu roman Kürt meselesine odaklıydı ve çok açıktı, romanı yazara "Bu romanı neden yazdın" diye soranlar yazdırmışlardı.
Ve bir yazar, dili kullanmayı çok iyi bilen bir yazar, meramını incelikle anlattığı halde mahkeme uzadıkça uzayacaktı.
Nihayetinde biz, bu ülkenin edebiyatçıları bir kez daha, hayal gücümüzle yarattığımız dünyaların gücünden gurur, hukuk sisteminin gizli niyetlerinden endişe duyarak Adalet Sarayı'ndan ayrılırken elimizde bir iyi, bir de kötü sonuç vardı.
Tamamen hayal gücüyle kaleme alınan bir romanın, onu okuyanda yazılanlar birebir gerçekmiş gibi etki bırakması önemli bir başarıydı.
Ama hukukun da kendisini romana kaptırıp yazarla ilgili hayal kurması, işte bu çok tehlikeliydi.
Mine Söğüt kimdir?
Gazeteci ve yazar Mine Söğüt, 1968 yılında İstanbul'da doğdu. 1985 yılında Kadıköy Kız Lisesi'nden mezun oldu ve aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. Lisans eğitimini 1989 yılında tamamladı ve aynı bölümde yüksek lisansa devam etti.
Gazeteciliğe 1990 yılında Güneş gazetesinde başladı. Daha sonra Tempo dergisi ve Yeni Yüzyıl gazetesine çalıştı. Haberci adlı televizyon belgeselinin metin yazarlığını yaptı.
Çeşitli dergi ve gazetelerde yazı ve röportajları yayınlandı. 2013- 2021 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde köşe yazdı.
Yayımlanmış yapıtları
- Adalet Cimcoz, Bir Yaşamöyküsü Denemesi (Biyografi - YKY 2000) - Beş Sevim Apartmanı (Roman - YKY 2003) - Sevgili Doğan Kardeş (Araştırma - YKY 3003) - Kırmızı Zaman (Roman- YKY 2004) - Aşkın Sonu Cinayettir - Pınar Kür'le Hayat ve Edebiyat (Söyleşi - Everest Yayınları 2006) - Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979 (Roman - YKY 2007) - Dolapdere, Kürt Kediler Çingene Kelebekler (Deneme - Heyemola Yayınları 2009) - Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey (Roman – YKY 2010) - Deli Kadın Hikayeleri (Hikâye – YKY 2011) - Darbeli Kalemler (Derleme – Getto 2011) - Gergedan, Büyük Küfür Kitabı (Hikâye- YKY 2019) - Alayına İsyan (Deneme - Can Yayınları 2020) - Başkalarının Tanrısı (Roman – Can Yayınları 2022)
|