2016 terörle mücadelede zor bir yıldı. Çok üzüldük, çok yorulduk.
Türkiye 2016’da aynı anda, ideolojileri, stratejileri, yöntemleri ve kullandıkları vasıtaları birbirinden farklı;
- IŞİD’in Aşırıcı selefi,
- PKK’nın etno-milliyetçi,
- Silahlı sol örgütlerin radikal sol,
- FETÖ’nün dini motivasyonlu/yalancı ütopik olarak tanımlayabileceğim dört farklı şiddet türü ile mücadele etti. Ortaköy eylemini de katarsak 1 Ocak 2016-1 Ocak 2017 arasında 350’ye yakın sivilin (ki bunların 40’a yakını yabancı) ve toplamda 500’e yakın asker, polis ve korucumuzun hayatını kaybettiği terör eylemleri ile Türkiye 2017 başında dünyada giderek adı Irak, Suriye, Afganistan, Somali ve Nijerya gibi ülkelerle anılan bir ‘terör ülkesi’ haline geldi.
Bildiğiniz gibi birbirinin peşi sıra gelen Ortaköy ve İzmir saldırıları ile 2017’ye hızlı girdik. Aslında 2016’da terör konusunda anormalin normalleşmesi olarak adlandırdığım şok sürecini kahraman polisimiz Fethi Sekin ve bir adliye çalışanının hayatını kaybettiği, 7 kişinin yaralandığı İzmir saldırısından sonra resmi ağızlarından duyduğumuz ‘Çok az zayiatla atlattık!’[1] açıklamasından anlamak mümkün.
Şimdi ‘ne oluyor?’ sorusuna geri dönersek aslında ben yaklaşık iki senedir doğasını hâlâ tam olarak tanımlayamadığımız, karakteristiklerini hâlâ tam olarak anlamlandıramadığımız, daha da önemlisi, hızlı evrimini hâlâ tam çözemediğimiz yeni bir ‘terör kuşağına’ girdik diyorum. Ve korkarım ki FETÖ’nün kitleselleşmemiş ve açıktan topluma yönelik şiddet eylemlerine dönüştürmediği dini/yalancı-ütopik terörünü bir kenara koyup, radikal sol örgütlerin de terör eylemlerini PKK’nın ürettiği şiddetin içinde düşünürsek can sıkıcı olacağını bile bile şu öngörüyü yapmak zorundayım: IŞİD’in ve El Kaide’nin ürettiği aşırıcı selefi ve PKK’nın ürettiği etno-milliyetçi şiddet ile en iyimser tahminimle önümüzdeki 3-4 sene daha yoğun olarak mücadele etmek zorunda kalacağız.
Bu öngörüyü;
- PKK ile aşırıcı selefi ağların Türkiye içindeki mevcut kapasitelerini,
- Suriye ve Irak’ta ulaştıkları potansiyellerini (sadece Suriye kuzeyinde eli silahlı ve giderek askeri yetenekler kazanarak düzenli orduya geçiş sürecinde olan 30 bin-35 bin arası YPG’li ile Suriye’de sıkışmış yaklaşık 3 bine yakın Yabancı Terörist Savaşçı (YTS) mevcut) olduğunu,
- Her ikisinin de küresel ağlarını kullanarak Türkiye içindeki kapasitelerini destekleme yeteneklerini göz önüne alarak yapıyorum. Belki hâlâ tam farkında değiliz ama tehdit ciddi.
En az 3-4 sene sürecek bu mücadelede beni en çok korkutanın da Türkiye’de PKK’nın ürettiği etnik motivasyonlu şiddetle aşırıcı selefi ağların ürettiği dini motivasyonlu şiddetin ‘aynı andalığı’, bu nedenle birbiri ile ‘zehirli etkileşimi’ ve bu etkileşimin toplumumuzda mevcut fay hatları üzerindeki olası ‘toksik etkileri’ olduğunu bir önceki yazımda[2] işlemiştim.
Terör saldırıları aslında toplumları birbirine kenetler, birleştirir. Ama 2016’da gördük ki bizde dünyadaki diğer ülkelerin aksine terör saldırıları toplumu birleştirmek yerine daha da bölüyor. Her saldırıdan sonra toplum birbirini suçluyor.
Şimdi soru şu:
‘Nasıl oldu da her terör saldırısından sonra da bu kadar çabuk bölünüveren bir toplum haline geldik?’
2017’de siyasi ve entelektüel aklımız otomatik bir refleksle her saldırıdan sonra güvenlik ve istihbarat zafiyetlerini tartışmak yerine bu soruya daha çok kafa yormalı.
Konu terör olunca kafamız çok karışık
Şimdi bir il valiliğimizin 21 Aralık 2016 tarihinde resmi internet sitesinden yaptığı bir basın açıklamasını, noktasına virgülüne dokunmadan aynen aşağıda sunuyorum.
‘PKK/KCK terör örgütünün gençlik yapılanması olan YDG-H içerisinde faaliyet gösteren ve sözde DEAŞ terör örgütü üyesi olan ismi bilinmeyen bir şahsa yönelik suikast hazırlığındaki (4) örgüt mensubu eylemlerini gerçekleştirmeden yakalanmıştır.
Yakalanan örgüt mensuplarının eylem hazırlığında oldukları ve uyuşturucu madde kullandıkları değerlendirilmektedir.
Yapılan aramalarda (3) adet Ruhsatsız Av Tüfeği, çeşitli elektronik malzeme, (3) adet paket halinde 120 gr. uyuşturucu madde ile FETÖ/PDY terör örgütü içerikli (1) adet kitap elde edilmiştir.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur. 21.12.2016’[3]
Bu açıklamadan önce PKK’nın gençlik yapılanması yani bir ‘terör örgütü’ olan YDG-H içine ismi bilinmeyen ‘sözde’ bir DAEŞ üyesinin sızdığını anlıyoruz. Demek ki YDG-H içine sızan bu kişi DAEŞ üyesi değil. DAEŞ üyesi görünümlü bir ‘kripto.’ Açıklamada o zaman bu şahsı o zaman YDG-H içine kim tarafından ve niçin sızdırıldığı sorusunun cevabı meçhul. Ama bu şahsa suikast hazırlığında olan ‘örgüt mensubu’ (Sanırım açıklamada kuvvetle muhtemel YDG-H mensupları kast ediliyor) eylemlerini yani YDG-H içine sızmış ‘sözde’ DAEŞ terör örgütü mensubuna yönelik suikastı gerçekleştiremeden yakalanmış. Bu 4 örgüt mensubu aynı zamanda uyuşturucu bağımlısı imiş. Bunların kaldıkları yerde yapılan aramada da ‘FETÖ/PDY terör örgütü içerikli (1) adet kitap’ ele geçirilmiş. Buradan bu 4 YDG-H’linin FETÖ kitaplarını okuduğunu, yani FETÖ ile de irtibatlı olduklarını anlıyoruz.
Yani bu açıklamada aslında bizi şoke eden en temel mesaj PKK, YDG-H, DAEŞ ve FETÖ/PDY’nin iç içe geçmişliği ve uyuşturucu ile olan da yakın ilişkileri. Ama bu topu topu 4 cümlelik açıklama benim kafamda toplam 6 soru oluşturdu. Aslında kamuoyunu bilgilendirmek için yapılan bir açıklama tam tersine kafamı daha da karıştırdı. Ama en önemlisi bu açıklama bana şu soruyu sordurdu:
Hadi bilgi bombardımanı altındaki biz vatandaşların kafa karışıklığı normal, ama devletliğinin gereği olarak bize etkin ve tam güvenlik hizmeti sağlamadan sorumlu devletimizin de mi kafası karışık?
Neyse, devletimizin terörle mücadelede en önde gelen illerinden birinin valiliğinin yaptığı bu resmi açıklamayı devletine güvenen vatandaşlar olarak doğru kabul etmek zorundayız, diyelim.
Ama naçizane gözlemim hani 90’ların sonundan beri terörle mücadelenin aktif içinde yer almış bir asker eskisi olarak gözlemim, ben terör örgütlerinin iç içe geçmişliğini en son o da çok az 2000’lerin başında PKK ile Hizbullah arasında o da Diyarbakır, Mardin ve Batman üçgeninde hatırlıyorum. Yani hani bir eylem olduğunda bu eylemin ilk başta PKK tarafından mı, yoksa Hizbullah tarafından mı yapıldığı konusundaki kafa karışıklığı ve her iki terör örgütünün de birbiri içine eleman sokma çabası. Şimdi ilk kez yukarıdaki valilik açıklamasından anlıyoruz ki bir il içindeki basit bir terör hücresinde bile Türkiye’nin aynı anda mücadele ettiği PKK, IŞİD ve FETÖ/PDY terörü bu kadar iç içe geçebiliyor.
Ama yukarıdaki açıklamada aynı zamanda bu aşırı iç içe geçme halinin yarattığı bir ‘kafa karışıklığı’ da seziliyor. Aslında bu kafa karışıklığı tam da hani Pierre Baudelaire der ya ‘Bir şeyi nasıl tanımladığın aslında seni tanımlar.’ İşte tam da böyle bir durum.
Terör söz konusu olunca neden kafalar karışıyor?
Aslında 2016’da daha önce Türkiye’nin 40 yıllık terörle mücadele tarihinde olmayan iki kavram ürettik. Biri ‘kokteyl terör’ diğeri ise ‘Üst Akıl.’
Kokteyl terör kavramı Temmuz 2015 sonrası terör eylemlerinde PKK-IŞİD-FETÖ bağlantısına, aslında Türkiye’deki her terör eyleminin günün sonunda bu üç örgütün ‘ortak organizesi/eylem birlikteliği’ ile gerçekleştiğine vurgu yapıyor. Aynen yukarıdaki valilik açıklamasının vurgulamak istediği gibi. Kısaca biz kokteyl terör ile artık zihnimizde tek bir monolitik (tekçi) terör bloğu yaratıyoruz.
Aslında zaman zaman ‘PKK’ya ABD desteği’ tezleri ile gündeme gelse de 2016’da konsantre şekilde hissettiğimiz ‘Üst Akıl’ kavramı ile de bu PKK-FETÖ-IŞİD bloğunun aslında bir beyni, kendine ait özneliği, kendi ideolojileri ve stratejileri olmadığını varsayarak onların tam tanımlayamasak da ‘dış güçlerin’ (burada ABD ve Avrupa ülkeleri ön olana çıkıyor) birer maşası olduğunu peşinen kabul ediyoruz. Belki yukarıdaki valilik açıklamasını doğru kabul ettiğimize göre bu kabullerimizde haklılık payı da var. Ama bu iki kavramın zihinlerimizde yarattığı uyuşturucu etki nedeniyle belki de bizi şu anda PKK’nın, FETÖ’nün ve IŞİD’in aslında ayrı;
- İdeolojileri,
- Propaganda teknikleri,
- Stratejik amaçları,
- Taktik ve teknikleri,
- Yöntem ve vasıtaları yani kısaca ayrı ayrı düşünüş ve iş tutuş tarzları olan farklı birer terör örgütü oldukları UNUTMA kolaycılığına ittiğini de görmemiz gerekiyor. Ama bir de onlara ipleri dışarıya bağlı birer aparat rolü biçince ben ‘O zaman böyle bir terör tehdidi ile nasıl mücadele edilir?’ sorusunu sormaktan kendimi alamıyorum.
Şimdi bu tezin doğruluğunu ve yanlışlığı tartışmasına girmeden tek bir basit soru sormak istiyorum:
Ya kokteyl terör ve üst akıl diye Türkiye’deki bütün terör eylemlerinin faillerini bulmada kullandığım bu iki kavram gerçekte yoksa?
Veya varsa bile bu iki kavram karşı karşıya olduğumuz ‘terör tehdidinin’ tamamını değil de bir kısmını açıklayabiliyorsa?
Ya zihinlerimizde inşa ettiğimiz ve terör tehdidinin yüzde 100’nü açıkladığını sorgulamadan İMAN ETTİĞİMİZ bu iki kavram bizim terörle mücadele konusundaki toplumsal farkındalığımızı zehirliyorsa? Ya daha da kötüsü bu iki kavram devletimizin bürokrasisi içinde PKK, IŞİD ve FETÖ ile mücadeleyi farklı paketler halinde ayrı ayrı ele almak yerine onları bir paket içine atıp bir de onlara ‘beyinsiz-ipleri dışarıda’ muamelesi yaparak bürokrasimizi zihinsel/entelektüel bir tembelliğe sokuyorsa?
Aslında bu soruların cevabını 20 Ocak’tan sonra öğreneceğiz. Çünkü kokteyl terör varsa yani PKK, IŞİD ve FETÖ bir ‘ortak çaba’ ve ‘eylem birlikteliğine’ sahipse ve bunların ipleri ABD’ye yani ‘üst akla’ bağlı ise 20 Ocak’tan sonra iyi ilişkiler içinde olacağımız konusunda yüksek toplumsal beklentimizin olduğu Bay Donald Trump ve ekibi bu işi çözer. Zaten dün Bay Trump’ın has adamı, müstakbel Dışişleri Bakanı Rex Tillerson ‘Erdoğan ve Türkiye ile daha yakın işbirliği yapmalıyız’ demedi mi? O zaman iyi diplomasi yürütürsek ve ‘Hayır’ diyemeyeceği tekliflerde bulunursak (ki bu tekliflerin de nelere olacağını merak etmiyor değilim) eminim Başkan Trump ve ekibi bir günde ‘üst aklı’ dağıtır ve Türkiye’deki üst akıl aparatı kokteyl teröre son verir.
İnşallah Türkiye’nin terör sorunu ABD’deki üst akla bağlı kokteyl terör sorunudur ve Trump’ı bu sorunu çözmeye ikna edebiliriz. 20 Ocak’tan sonrasına bakalım görelim.
Ama sorum baki: Ya bu zihinlerimizde inşa ettiğimiz ve üzerinde terörle mücadele stratejisi inşa ettiğimiz bu ‘kokteyl terör’ ve ‘üst akıl’ kavramları iddia ettiğimiz gibi ülkedeki mevcut terör tehdidinin yüzde 100’ünü tanımlamıyor, aksine BİZİM mevcut terör tehdidini analiz etmedeki becerimizi/beceriksizliğimizi tanımlıyorsa?
Umarım dostumuz Trump bu farkı çakmaz. Çünkü çakarsa bu entelektüel ‘zafiyeti’ çıkarları doğrultusunda kesin kullanır. Aynen bu entelektüel zafiyeti çakmış görünen ‘konjonktürel hamimiz’ Putin gibi...
‘Hami’ dedim de aklıma geldi. Himaye eden, koruyan ve gözeten ‘hami’ kelimesini sıkça kullandığımız için biliriz. ‘Hamile’nin ‘himaye eden/taşıyan dişi’ anlamına geldiğini de. Peki ya haminin zıttı, yani himaye edilen, korunan, gözetilen anlamına gelen kelime ne? Umarım 2017’de mevcut terör tehditlerini okumadaki ve analizdeki entelektüel zafiyetlerimiz bizi istemediğimiz yerlerde/konularda diğer ülkelerle ‘hami/mahmi’ ilişkisine sokmaz.