12 Temmuz 2017
“Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol!”
Mevlana
15 Temmuz Askeri Kalkışması’nda ‘lokomotif’ rolü üstlenen, TSK içinde- özellikle seçkin subay kadrolarında- FETÖ radikalleşmesinin ‘nasıl’ına yönelik bir kitap, akademik makale, rapor yazılır diye bekliyorum. Bir sene geçti, baktım ortada bir şey yok. Gene iş başa düştü dedim ve bu dört yazılık seriyi karalamaya karar verdim.
Öncelikle bir önceki ‘Sivil-asker boşlukları nasıl yönetilmeli?’ başlıklı yazımda vurgulamıştım: ‘Subayının kafasındaki işletim sisteminin kodlarını dizayn edemeyen toplumlar her zaman 15 Temmuz gibi sivil-asker ilişkileri ‘sürprizlerine hazır olsun’ diye. 15 Temmuz bize ‘asker sayesinde korunma’ ihtiyacımız olduğu kadar ‘askerden korunma’ ihtiyacımız da olduğunu gösterdi. Şimdi kafasındaki işletim sistemini FETÖ’ye kaptırmış bir subayın kafasının içine girelim. TSK’da 18 yıl hem sahada hem de Genelkurmay Başkanlığı’nda görev yapmış bir emekli subay olarak TSK’daki FETÖ radikalleşmesini önce bir teorik modele oturtmak isterim. Bunun için de radikalleşme çalışmalarından ilham aldığım Prof. Clark McCauley’in ‘Radikalleşme Modeli’nden’ istifade edeceğim. Ayrıca 15 Temmuz’dan bu yana açık kaynaklara düşen tüm sanık ifadelerini ve iddianameleri radikalleşme bakış açısı ile dikkatle okuduğumu da not etmeliyim.
15 Temmuz’dan iki gün sonraki ‘Bir darbe girişiminin anatomisi’ başlıklı yazımda da vurguladığım gibi 15 Temmuz gecesi, ya aktif (bilfiil sokağa çıkarak), ya da pasif (aktif bir tutumla kalkışma karşıtı pozisyon almayan ve bekle-gör politikası takip eden) subayların FETÖ’cü motivasyon, pragmatist (kariyerist) tavır, aşırı AKP karşıtlığı, şantaj mağduriyeti ve emirlere mutlak itaat gibi farklı motivasyonlarla kalkışmaya katıldığını söylemiştim. Ama bu ‘darbe treninde’ arkasına takılan vagonları çeken ‘lokomotifin’ FETÖ’cü motivasyon olduğunu da vurgulamıştım. Ayrıca bu farklı motivasyon vagonlarını da 15 Temmuz gecesi ‘darbe trenine’ bağlamayı beceren de gene FETÖ’nün TSK içindeki ‘kurmay zekası’. Bir de o gece ‘darbe treninden’ inen, yine o gece daha önce trende değilken son bir kararla darbe trenine binen, yine o gece trenin varlığını hisseden ama harekete geçtiğinde önünde durup onu durdurmak yerine seyredenler olduğunu da ekleyelim. Şimdi biz bu trenin lokomotifindeki FETÖ’cüleri, farklı motivasyon vagonlarındaki yolcularını, o gece trenden inenleri, o gece trene binenleri, bakıp seyredenleri, hatta hiç bir suçu olmayan ve trende olduğunu zannettiğimiz askerleri birbirine karıştırdık. Onları artık birbirinden mahkeme süreçlerinde hakimlerimiz ayıracak. Ama bu ayırma işlemi çok zor bir hukuki süreç olacak. Çünkü bu motivasyon karmaşası ve birbirine karışan ‘kuru’ ve ‘yaş’ odunlar öyle bir yumak ki çözebilmek çok zor.
Benim yazım ’15 Temmuz darbe treninin’ lokomotifindeki FETÖ’cü seçkin subaylarla ilgili. Yani o gece treni harekete geçiren, tren gideceği yere gidebilseydi ne olacağını bilen, ulaşamazsa da başlarına neler geleceğinin tam bilincinde olan o gece Genelkurmay Karargâhı’nda, Akıncı Üssü’nde, kuvvet komutanlıklarında görev yapan, o gece uçak, taarruz helikopteri vb. silah sistemleri ile sivilleri bombalama emri veren ve bunu gözünü kırpmadan yapan subaylar. Bunlar seçkin çünkü çoğu general ve kurmay, yabancı dil bilen, iyi eğitimli, yurt dışı görevlerde bulunmuş ve 15 Temmuz öncesinde askeri kariyerleri kağıt üzerinde parlak subaylar. Yine ekleyeyim: sivili bilmem ama bana göre yazıma konu bir seçkin (yani eğitimli, ülke gündemini yakından takip eden, alıcıları açık ve beyninin oksijen geçirgenliği yüksek, ama bir o kadar da askeri kariyeri uğruna her türlü riskten uzak duran) subay/general 2013 yılı ve sonrasında;
- Bylock kullanıcısı ise,
- Bir şekilde eşi, kardeşi, çocuğu KPSS (özellikle 2009-2010) soruşturmalarında adı geçiyorsa,
- Bank Asya’da yoğun finansal aktivitesi varsa,
- Çocuğu FETÖ bağlantılı okullarda okuyorsa,
- Özellikle 2013 sonrası tayin ve görev yaptığı yerlerde hayatın normal akışına aykırı ‘lehte’ bir durum varsa, şahsi kanaatim: ‘kuvvetle muhtemel’ FETÖ bağlantılıdır.
Çünkü 2013 yılı sonrası aklı başında, gündemi takip eden, durum farkındalığı yüksek hiç bir general ve kurmay subay FETÖ’cü değilse askeri kariyerlerini lekeleyebilecek yukarıdaki riskleri almazlar. Yine kariyerist hiç bir seçkin subay lokomotifte görevi yoksa kesin başaracaklarına emin olasıya kadar 15 Temmuz gecesi trende olsa bile, lokomotifte olmaz. Kısaca ben 15 Temmuz gecesi kalkışmaya aktif katılmış generallerin ve kurmayların çok büyük olasılıkla ‘darbe trenini’ çeken FETÖ lokomotifinin görevlileri olduğunu düşünüyorum.
TSK’daki kurmay subayların lakabı ‘kaşalot’tur. Yani hayatta kalabilmek (askeri kariyeri ve şahsi itibarı için) ‘kendi cinsini bile yiyebilen/yok edebilen bir balık (canlı) türü.’ Bu nedenle TSK’daki seçkin subaylar arasındaki FETÖ radikalleşmesini anlamak için ilk şu varsayımı bilmek şart: Her seçkin subay (Generaller, kurmaylar ve onlara göreceli olarak terfi imkanları daha kısıtlı olan başarılı sınıf subayları) için TSK’da ilk AMAÇ askeri kariyerinin (sicilinin) lekesiz (vukuatsız) ve başarılarla dolu sürmesidir. Bu nedenle ‘kariyeri lekeleyebilecek her türlü riskten kaçınma’ temel davranış kalıbıdır. O nedenle TSK’da her seçkin subay bulunduğu karargahtaki/kıtadaki havayı koklamayı çok iyi bilir. Kendini göstermek için iyi hesaplı riskleri alır, çok dikkatli hareket eder, sürü içinde her zaman önde gitmez veya hep geride kalmaz. Ne ideolojik ne de görevle alakalı konularda asla ‘komutanla’ ters düşmez. Komutanın ve çalıştığı birliğin/kurumun çok iyi bir röntgenini çeker. Ne zaman öne çıkacağını, ne zaman arkada kalacağını, ne zaman cevval bir subay olacağını ne zaman ‘salağa yatacağını’ çok iyi bilir. Üçüncü yazımda bu konuya daha detaylı değineceğim.
Herkes için yeni bir olgu olan ‘TSK’daki FETÖ radikalleşmesini’ anlamak için hedef subayın dibi karanlık, ilk bölümü fikirde diğer bölümü eylemde radikalleşmeyi içeren bir radikalleşme tüneline girdiğini düşünün. FETÖ’cü subayın onu tünelin derinliklerine ÇEKEN (FETÖ ideolojisi ve propagandası) faktörler olduğu gibi onu tünelin derinliklerine doğru arkadan İTEN (ordu içindeki kurumsal kültür, düşünüş ve iş tutuş şartları) faktörler var. Bu ilk yazımda, FETÖcü subayı bu radikalleşme tünelinin derinliklerine doğru onu önce FİKİRDE ve sonra da EYLEMDE (Bunu 15 Temmuz gecesi gördük) radikalleşmeye çeken faktörlerden ‘FETÖ ideolojisine’ yoğunlaşacağım. Diğer çeken faktör olan FETÖ propagandası ise bir sonraki yazımın konusu.
Seçkin subaylar arasındaki FETÖ’cü radikalleşmenin ideolojisi ile ilgili aşağıdaki temel karakteristikler öne çıkıyor:
- Sahte-ütopist: TSK’daki FETÖ ideolojisinde bir cennete ulaşma (ama bu dünyada), küresel toplu kurtuluş vaadi ve subaylar arasında bu kurtuluşu gerçekleştirenlerden biri olma isteği çok belirgin. Bu dinamik bir FETÖ’cü seçkin subayı iki açıdan besliyor: Biz hem ‘gerçek inancın’ temsilcisiyiz hem de ‘ordunun asıl sahibiyiz.’
- Ölümü değil hayatı kutsama: Acaba niçin bir FETÖ’cü , bir IŞID veya bir PKK militanı gibi intihar eylemlerinde bulunmaz? Veya niçin FETÖ açık terör eylemleri yerine gölgede, dolaylı kalarak, manipülatif yöntemlerle silahlı şiddeti kullanır yada kullandırır? Bence bu soruların cevabı tam da bu karakteristikle ilgili. FETÖ radikalleşmesinde ‘ölüm (şehadet)’ değil, ‘hayat’ ve yaşayarak ‘yaşatma- rol model olma’ çabası ön plana çıkıyor. 15 Temmuz gecesi başarısız olunduğu anlaşıldıktan sonra lokomotifteki subaylar arasında ‘onur intiharı’ tercihi çıkmaması (ki unutmayın subaylık onur mesleğidir ve bu tarz büyük yenilgiler/şoklar sonrası bir subay ‘şerefli bir son’ için intiharı düşünür) bana hep ilginç gelmiştir. TSK’nın tarihini inceleyen de kurum içinde ‘onur intiharlarının’ köklü bir geleneği olduğunu bilir. FETÖ içinde övünülecek ‘dava şehitlerinin’ olmaması da bu karakteristikle doğrudan ilgili. Ölümü değil ama hayatı kutsayan, bu ‘pısırık’ anlayışın arka planında FETÖ’nün TSK içinde reel-politik tavırla aldığı ‘ne olursa olsun hayatta kal ve korun’ yaklaşımının da rolü büyük. Yine bu yaklaşım içinde olan TSK içindeki FETÖ yapılanmasının hasımla şerefle ve mertçe vuruşma imkanı veren ve aleni gerçekleşen ‘düello’ yerine hasma kumpas kurarak onu ‘pusuya’ düşürme ve bu şekilde tasfiye etme yaklaşımının temelinde de bu korunma refleksi var. FETÖ’cü subayların kendi hayatını önemsediği için özü sözü bir, onuru ve mertliği önemseyen şövalye-subay kültüründen uzak durduğu görülüyor.
- Duble-seçilmişlik hissi: Kurtuluşun vesilesi olan ‘seçilmişlerden’ olma, hatta Allah’ın özel seçtiği ve korumasına aldığı/yolunu açtığı düşüncesi FETÖ ideolojisinde çok belirgin. Seçilmişlik hissi seçkin subay FETÖcü radikalleşmesinin en önemli karakteristiklerinden. Düşünün bir kere, hem gizli örgütünüzün içinde hem de ‘içine sızdığınız’ kurumun en seçilmişlerisiniz. Bu duble-seçilmişlik hissi, bir sonraki yazıda en önemli iten faktörlerden biri olarak değineceğim ‘mesleki kibir’i de besleyen temel dinamik.
- Ultra-elit: Seçilmişlik hissi ile gelen ultra-seçkinci tavır konusunda en güzel örnek darbecilerin 15 Temmuz gecesi yayımladığı bildiride yazın sıcağına rağmen sabah 6’dan itibaren tüm Türkiye’yi eve kapatabileceklerini ve ses hızını aşan F-16’ların alçak uçuşu ile halkı korkutup sokakları boşaltabileceklerini düşünmeleri. Aslında general elitistliğiyle de birleşen bu ultra-seçkinci tavır 15 Temmuz 2017 itibarı ile darbeciler için toplumu ve toplumun böyle bir kalkışmaya göstereceği refleksi okuyamama körlüğünün de temel nedeni.
- Militarize: İşte bu boyut seçkin subay radikalleşmesini terör eylemi gibi silahlı şiddet barındırmayan sivildeki FETÖ radikalleşmelerinden ayırıyor. TSK içindeki FETÖ radikalleşmesi hedef subayın ‘askeri kimliği’ ile ‘cemaat kimliğinin’ birbiri ile füzyona girip bir potada erimesi ile oluşuyor. Bu pota da kendi halkını yani ‘sivil ve masum insanları’ uçak, helikopter ve tank gibi ağır silahlarla bombalarken askerin acımasızlığı ile ‘cemaatin’ dayattığı görev anlayışı birbirine karışıyor. Tam da bu nedenle özellikle uçak, helikopter gibi ağır silah platformları ile bombalamalarla masum vatandaşların ölümüne sebebiyet veren asker sanıkların bu eylemi nasıl kafalarında meşrulaştırdıkları sorusu önem kazanıyor. Bu konuda ne yazık ki elimizde yeterli veri yok.
- Devlet fetişi: FETÖ indoktrinasyonunda mutlak kurtuluşun sadece devleti ‘ötekilerden’ temizlemek ve devlet gücünü kullanmakla geleceği sürekli vurgulanıyor. FETÖ’deki ‘Herkül’ miti ve askerlik (sert güç) övgülerine bu açıdan bakmakta fayda var. [1] Tarihi açıdan FETÖ’nün aslında önce (1970-2000 arası) kendini korumak için devlete sızdığını, sonra (yani 2005 ve sonrası) devlet gücünün tadına varınca (yargı, polis, asker, istihbarat, bürokrasi) kendilerine ele geçirdikleri devleti ‘ötekilerden (hatta seçilmiş siyasetten bile)’ koruma ve kollama görevini verdiklerini hatırlamak lazım.
- Güç merkezli: FETÖ radikalleşmesinde ‘Güce ve karar alma süreçlerine hakim olmak için her yol meşrudur’ fikrinin hakim olduğu etik-ahlaktan ve vicdandan arınmış bir güç rasyonalitesi veya amaç-odaklılık mevcut. Kısaca sonuca ulaşmak için her yol mubah. FETÖ’nün güçle olan ilişkisinin (özellikle gizemli, dönüştürücü, hissedilen, yönlendiren ama tam da görülemeyen, konuşulamayan) FETÖ’cü subaylar için afrodizyak etkisi yaptığı açık. (Keşke FETÖ’nün güçle olan ilişkisine dair birileri şöyle Foucault ekolü bir şeyler yazsa da okusak) FETÖ ideolojisinde güce ‘yoktan var etme, var olanı yok etme’ şeklinde bir mutlaklık atfedilmiyor, yani gücü salt güç için istemiyor. FETÖ için gücün ‘dönüştürücü etkisi’, yani iktidar önemli. Tam da bu nedenle TSK içindeki FETÖ’cü seçkin subaylar gücü kendi lehlerine olan süreçleri hızlandırmak, olmayan süreçleri öldürmek/kadük bırakmak için kullanıyorlar. Bu nedenle çoğunlukla ‘karda yürüyor ama arkalarında çok az iz bırakıyorlar. Bu da iz takibini çok güçleştiriyor.
-Karizmatik lider odaklı: FETÖ içinde lider kültü ve ona olan inanmışlık/adanmışlık derecesi ile statü kazanılacağı fikri belirgin. FETÖ’cü subayların kafasındaki ‘mutlak komutan’ askeri fikrine paralel olan lider kültü, TSK’da hakim kültürel kod olan ‘emre her ne şartta olursa olsun mutlak itaat’ ile birleşince ortaya sivil FETÖ radikalleşmesinden çok daha güçlü bir ‘lider profili’ çıktığı kesin. Yani FETÖ’cü subaylar için ‘Komutan Fethullah Gülen’in’ şahsi karizması ‘masum bir imam’ ya da ‘beklenen Mehdi’den’ fazlası. Kısaca FETÖ’cü bir subay için ‘Komutan Gülen’ profili Gülen’in sivil bir takipçisinden kesinlikle daha fazla şey ifade ediyor.
- Mazlum kimlikli: Gülen’in söylemlerinden ve bir kısım sanık ifadelerinden sürekli kollektif ezilmişlik ve ülkedeki ezilmişlerin, gariplerin, sürgünlerin TSK içindeki ‘temsilcileri’ oldukları vurgusunun önem kazandığını görüyoruz. Prof. Hilmi Demir yazısında bu durumu ‘örselenmiş kimlik’ olarak tanımlıyor.[2] Bu mazlum kimlik ve mağduriyet algısı (victimization) FETÖ’cü subay için TSK’yı ‘vaad edilmiş kurum’, kendisini de ‘kurumun TEK ve GERÇEK sahibi’ haline getiriyor. Ama bir de örgütün ‘TSK’nın asıl sahibi sensin’ vurgusunun TSK’daki generallik ve kurmay subaylık statüsü ile düşünün. Kurumsal kültürel kodlar da aynı örgüt gibi FETÖ’cü subaya ‘kurumun asıl sahibi sensin’ mesajı gönderiyor.
- Amacın aşırı kutsanması: FETÖ davalarındaki ifadelerden anlıyoruz ki FETÖ’cü bir subay için amelsiz niyet (yapmak isteyip de yapamama), samimiyetsiz amelden (gösteriş için yapılan davranış) daha hayırlı, Yani amaç için başörtüsü, ibadeti görünür yapma gibi dinen teferruat haline getirilen hükümleri (füruatı) terk meselesi karşımıza çıkıyor. İfadelerden anlaşılıyor ki FETÖ’cü subay kışlanın içini bir ‘harp meydanı’ olarak düşünüyor. Bu nedenle TSK içinde her şey mubah hale geliyor. Çünkü amaç mübarek ve kutlu. Bunun Türkiye Siyasal İslamcılığında olan ‘bir gün bu devlet yeniden Müslüman olacak’ düşüncenin farklı bir versiyonu olduğunu söylemek mümkün. Tam da bu nedenle FETÖ’cü subay TSK içinde namaz, oruç vb. ibadetlerden ziyade ‘inancını’ muhafazaya odaklanıyor. Bu davranış, günlük pratiklerden ziyade saplantılı şekilde amaca (inanca) yoğunlaşmasına ve her pahasına olursa olsun ‘cemaat’ menfaatini korumaya odaklanmasına neden oluyor. Amaca ve grup menfaatlerine aşırı odaklanma da onu günün sonunda bir ‘kesin inançlı (mutaassıp)’ haline getiriyor.
TSK içindeki seçkin subay FETÖ radikalleşmesini anlamak için temel metin önce Sızıntı’nın 1979’daki ilk sayısında çıkan, daha sonra Çağ ve Nesil kitabında da yer alan “Asker” isimli yazı. Yazı; “Askerlik yüksek bir pâyedir, Hakk'ın katında da, halkın katında da... Ona denk yüce bir topluluk ve gördüğü vazifeye denk yüksek bir vazife yoktur şu fânî âlemde. Yüklendiği iş itibâriyle, (zaman) onda başkalaşır, muammalaşır ve bir sır haline gelir. Saati seneler sayılır askerin.. talimiyle, terbiyesiyle ve serhat boylarında nöbetiyle geçirdiği saati. Uhdesine verilen emanetleri görüp gözetmede onun gözü, lâhut âlemini seyretmekle doymuş ve dolmuş bir göze denk tutulmuştur, sözü lâl ü güherin dilinde. Ve bu noktada eşi menendi yoktur askerin...’ cümleleri ile başlar ve askerin ‘topyekûn mukaddeslerin; mâzînin, harsın, hürriyet ve emniyetin en emîn muhâfızı’ olduğu vurgulanır. Askerin kutsallaştırıldığı devam eden bölümde askerin ‘Milletlerin ölüş ve dirilişinde büyük tesiri olduğu’ ve ‘Bütün kaynaşmaların, huzursuzlukların ve nihayet yıkılışların, hep onun kendinde olmadığı zamanlara rastladığı, her milletin tarihinde askerin tepe varlık olduğu’ vurgulanır ve yazı belki de 1980 darbesine de güzelleme sayılabilecek şu ifadelerle sona erer: ’Onun süngüsü, yüz defa iniltimizi dindirdi ve ateşimize su serpti. Yakın tarihimizde dahi kaç defa onda mâzînin tebessüm eden çehresini ve yıldırımlaşan celâdetini gördük... Eğer, atik davranıp da yıllardan beri hazırlanan karanlık emellerin önüne geçmeseydi, bütün bir millet olarak inkisâr içinde ağlamadan başka çaremiz kalmayacaktı...’
Yukarıda ifadelerde askere verilen özel önem, ağdalı bir dille yapılan ordu güzellemeleri hemen göze çarpıyor. Görülüyor ki ‘devlet aklımız’ zaman zaman cüret etse de 1979’dan 2017’ye kadar 37 yılda bu ifadelerin arkasındaki ‘gizli ajandayı’ bir türlü çözememiş.
Yarınki ikinci yazımda FETÖ’nün TSK içindeki propagandasına, örgütün subay üzerindeki yapışkanlığına ve gaibe (bilinmeyene) inanmanın subayın algı ve davranışlarında yol açtığı sapkınlığa değineceğim.
[1] Bu konuda Prof. Hilmi Demir’in ‘FETÖ Radikalleşmesi’ başlıklı güzel yazısı için bakınız: http://www.karar.com/gorusler/15-temmuz-icimizdeki-herkulu-oldurebildik-mi-535072
[2] Yukarıdaki yazıya bakınız.
Peki Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mevcut askeri yığınaklanması ve operasyonel gücü sayesinde Rusya hava sahasını da açarsa Tel Rıfat’ı almasına alır da bu bölgenin alınması Türkiye’nin Suriye politikasının siyasi hedefine hizmet eder mi?
Soçi’deki zirvede ne tür bir alışveriş oldu bilemiyoruz ama mevcut durumda Putin bir şey almadan Tel Rifat’ı bize vermez. Bölgede, yani Fırat batısında ABD’nin ne hava sahasında ne de karada etkisi var; muhatabımız Moskova
İki jeopolitik gerçeklik ve iki operasyonel gerçeklik ışığında İdlib’de sahadaki durum değişti. Peki ne yapmalı?
© Tüm hakları saklıdır.